Menu
KAFADAR
Deneme/İnceleme/Eleştiri • KAFADAR

KAFADAR

Çoğumuz kendimiz hakkında etraflıca düşün(e)meyiz. “Kafamız” üzerinde ciddi hesaplar yapan başkaları varken, biz başımızı pek önemsemeyiz.
Ya da indî, geleceğe yönelik, sırf zahirî şartları düzeltmeye matuf, günlük bir takım dertler, gelgeç sevdalar, meşgaleler çerçevesinde yaşar gideriz.
Gelenek bize bazı ölçüler veriyorsa bile, onu sathında kuru kuruya taklit ederiz. Gezer dolaşır yaşarken, ölümcül kalımcıl “baş ağrıları”, tefekkür çilesi çekmeyiz.
Baş çevresini falan ölçeriz, rakamları devreye sokarız da; kafanın gerçek “ağırlığını” kale almayız. Bedenimizin diğer “gösterişli” üyeleri daha önemlidir.
Aslında kafaya, kalp gözüyle, ruh diliyle bakabilmek de “meseledir”. Olmanın ya da ölmenin.. Zamanın gelgitlerine, çağ döküntülerine ya da iğdişine sağlam bir kafa olarak izzetli durabilmenin.
Masaya yatırılsa, neşter vurulup, dertlerine el atılsa; meselâ ille de “o kafanın” değil, biraz da “bizim kafanın” tartısı yapılsa...
Kendimizi çeşitli “kafadarlıklardan” sıyırmak, tahripkâr değil, inkişaf ettirme, güzelleştirme derdiyle , “bilge elleriyle” “maneviyat vuruşları” yapabilmek.
Bazen “gelişim, hedefe erişim” dediğimizin, kafanın “su toplama” şeklinde büyümesinden, iltihaplı ufûnetli halinden ibaret olduğunu da bilerek.. kafayı mühimsemek.
Sonra havalandırmak; farklı atmosferlerin, güzelliklerin içine sokmak..
Bazen kafayı, gövdemiz üzerinde koptu kopacak ince bir boyun bağıyla irtibatlandırarak turist olarak gezdiririz; fazlalıktır atıktır, esasen “kafasızızdır”.
Bazen de “kafa avcılarına” ye(dir)mek...en acınası yamyamlık biçimiyle...
Aslında âlemde en rahat iş, “kafasızlıktır” herhalde...
Bir çeşit Lobotomi yapılır kimi zaman üzerinde, hafıza, beyin beyincik söküp çıkarılır.
“Kafacık” olmamasına dikkat etmelidir yine de. En önemli hastalıktır. Kafa gittikçe ufalmaktadır.
“Deve derisi” geçirilip, mankurtlaştırmaktan söz edilir. Halbuki kafaya tilki, çakal, maymun, leş yiyicilerin kisvesi de giydirilebilir.
Kafanın ruhu varsa eğer, heyhat! artık hayvan suretindedir.
Estetikle; kafa değişimi yapılır, eskileri atılır, bakıma alınır, iç rahatlığıyla değiş tokuş edilir.
Kimin başını takmış takıştırmışızdır Allah bilir. Nüfus cüzdanlarındaki kimlik, aynada gördüğümüz adam “sahtedir”.
Hüviyet cüzdanı, kafa değişimlerini kaydetmez. Bir ateist, varoluşunu hiçleyen, defedilmesi gereken p(.ist) çıkabilir evrak çantalarından; devasa bir Frenk kravatın(ın) sıkıştırdığı kıstırılmış başlardan.
Çoğul, dört beş kafaya da sahip olabiliriz. Öylelerinin gizli bir gardırobu olsa gerek. Yerine-icabına göre takar çıkarır, takarız. Montaj -kurgulu- kafalar, insanı ne kadar yorar anlamayız.
Esasen kafalarımız çok işlevlidir; gayet kullanışlıdır; çöp sepetliği de yapar. Gelen içine bir şey atar. Atık düşünceyle, zırıltıyla dolar ve kesinlikle arıza kapar.
Aksesuar olarak da işe yarar, bazıları koluna “çanta” diye takar, satılmış markasıyla beyhude yere caka satar.
Bir kafa röntgeni çekilirse, içi boş çıkar. Belki de çırak, ustasına yemeği götürürken, gözüne kestirdiği parçalarını yemiştir, sorana “zaten yoktu” der. Boynuz kulağı, usta çırağı böyle geçer.
Kireçli bahçeler gibi; malul felçli kafalar vardır. Envâi türlü sakatlıklar. “Kafa içi kelliğini”, dışarıda peruklarla, postişlerle, berber terzilerle, “çağdaş özen(tiy)le” kapamalar.
Tutkularımızı gerçekleştirmek için, nice kafa taarruzunda bulunurken; dünyadaki mevcut “kafa savaşında” hezimete uğramak hesaptaki yanlışlıklar...
Ve unutmayalım ki muharebeler, önce kafa da kazanılıp kaybedilir. Harplerde galebe çalan, kol kadar “üstün kafa hareketleri” değil midir? Bazen de “kafa kola” alınırız. “Köşe kapmaca” değil, “kafa kapmaca” oynarız. Sobelemece değil, “kafa bul(maca)”. Biz kafayı arar tarar bulamayız; fakat başkaları “şıp diye”, eliyle koymuş gibi yakalar çözer.
Bir “kafa aşkıyla” kafalanırken, hepsinin “aynı kafaya” çıkması ne hazindir. Ya şirazeden çıkan “bulamaç dünya kafasına” ne demelidir.
“Erkek kafasının” dikenleri, handikapları; “kadın kafasının” tuzakları; “habis kafaların” kesif reklâmları, muhâtarası...
Evlenebiliriz, fakat “kafa izdivacı” olmaz. Kafa kafaya vermeyiz. Bey(in), hanım(ın) aklı farklıdır. Aslında evlilik; ciğer gibi, mide gibi(erkeğin kalbine giden yol) tüm gövdenin imtizacını gerektirir.
Aşksa haykırır: “Neyleyeyim kafayı(aklı). Bize Sultanım gerek”. “Elim sende değil, ahh kafam hep sende”. İşte o yüzden âşıkların kafası karışıktır. Gene de devrimizde filmleri çekilse, her birinden bin kafasız sevgili bakar.
Baştaki uzuvların âhengi mühimdir; “Ağzı var, dili yok” deriz veya “boşboğaz”.. göz “bakar kördür”; burun da çöp kokusunu sever ilâveten. Kulak “Hak(lı) seslere kapanmıştır; yüz de “ikileşmiştir” zaten.
Her zaman bize havuç uzatılmaz. Kimi zaman da, avcıların ortaya attığı yem olarak, bir “süslü kafa” öne çıkar. Ona atılır, kafamızı bağlarız. “Kafa kapan(ı)” tahminimizden fazladır.
Aslında her şeyin bir “baş’ı”, bir sonu vardır. Bir başı, bir ayağı...takımıyla gelse de, ayaklar hakim olmamalı başa. Ki ihtilâllerde, dünya cidallerinde el atan, göz koyan çok olur tamtakır kafaya.
Çağdaş kafa; tenasüli hazmi cihazların, başı “taslaştırmasıdır” belki. Bu cihetten asıl cihaz(çeyiz); kafanın dışının değil, içinin teçhiz ve tezyinidir.
Hatırlanmalıdır ki, çıplak kuru kafalar da mebzuldür hayatta.
Bazen kafamız “kim vurduya” gidebilir; vaktinden evvel defnedilir.
Çeşitli sportif faaliyetlere sahne olabilir; özellikle elma gibi yemiş, nebatat türlerini tepemize çıkarmışsak...Oklandığı gibi; top da, cop(pa)la da oynanır.
Bir kafa yoldaşlığıyla “Başgöz” edildiği de vakidir.
Meslek başlarını ele alırsak, mesela istihbarat ajanlarının, başlarının “göz” olduğu, asla ihmal edilmemelidir.
Ayrıca kafalar da büyük aktris ve aktör olarak rol keser. Tarih öyleleriyle doludur.
Önemli bir kısmında ise, sadece “otlanır”. Herkesin “hakim kafa sesi” farklıdır. Kiminin çıngıraklı, kiminin çanlı, kiminin de “İllallahlı”..
Bir “kafa hayatı” varsa eğer, düştüğünde tökezlediğinde, darbelendiğinde, hele hay Allah! “uçtuğunda” apayrıdır.
Üstelik kafamızın konukları, kaçak göçekleri, arsız yüzsüzleri ve vatansızları da pek artmıştır.
Biz hep “kafa konforumuzu” korumak istesek de, dış şartlar ve iklim müsaade etmez. Üşütür ya da kuruturuz; -modaya göre- derisini gömlek gibi değiştirir, yahut yüz(l)eriz.
Kafa duvarları vardır. Bazılarının kafası geçit vermez. Kale gibidir, çitleri dikenleri özgürce serilir. Kimi de ışık tutar kafa yollarına. Cömerttir bağışlayıcıdır, ferahlatır serinletir.
Kafa yangınları çok fenadır. Genellikle ulu zekâlarda çıksa da, yoksulluk ateşiyle, kaza çıkartanlar da bulunur. Çağırılan itfaiyeci ise, umumiyetle yangını azdırır. “Kafa Neronları” fazladır; çulsuzları da...
“Eğitim şarttır”. Her günün, her çağın hayat memat meselesidir. En tesirli eğitimin sevgi(yle) olduğunu; en büyük allâmenin ve muallimin de kafa olduğunu daima hatırlayarak, ehil ellere teslim edilmelidir.
Hep diğer “kafa izlerini” takip ederken, kendi kafamızı gidişatını da “görebilmek” ve icabında “bakımdan geçirmek” hayatidir.
Endazeye vurulsa; ağır, uçucu, nahif gramajlıları bulunur. Zerzevatı, nazenini, hamburgeri, yeşillisi, zemherisi, her cinsi...
Renkten renge girerek, “başköşeye” kurulur. Nurlu, beyaz parlar başlar olduğu gibi; zulmetlere batmış, tek renkte “kara kafalar” da mevcuttur. Fakat insanlık âlemi ekseriyetle “hercaisini” tercih eder.
“Bana Gönülden” değil, bazen de “Kafadan Çalıp Söyle”. Çok oynak olmasın ha!
Kaç telden çalar benim cıngıllı musikili, cırıltılı kafam.
Hoş bir yazı mı oldu?
Elbette “Buna kafa derler” canım.

Diğer Yazıları