Sizin yolunuz “ İmgenar Sokağı” na düştü mü hiç? Hani Nil yeşili gözlerini gamzesinin çukuruna gömen imge kadını Mehtap Altan’ın öykülerine?
Hüzünbaz bir yazar olarak genellikle seçtiği kadın karakterler aracılığıyla hüzün kokusu bulaştırıyor size. Uykuyla uyanıklık arası dolaşıyorsunuz öykülerinde. Öykülerini okuduktan sonra siz de onu imgelerle anlatmak istiyorsunuz. Bir bakmışsınız ki yaşlı bir karıncanın kamburunda gezdiriyor sizi yazar. Onu okurken karakterlerini konuşturan yazarı hissedersiniz hep. Kahramanlarını aşan bir üst dilin kullanılmış olmasıdır sizi böyle düşündüren.
Çoğu öyküsünde bilinçsizlik hali, uykuyla uyanıklık arası durum, şizofrenik bir hal çıkar karşımıza. “ Kutu Kutu Pense “ adlı öyküsünün Nazlısı: “ Doktorun sesini duyabiliyordum. Onlar beni ilaçlarla iyleştirmeyi düşünüyorlardı. Sürekli uyutmaya çalışıyorlardı. Oysa “ O “ uyumamam için yüreğimi tutuyordu. Onlara sorsan otel de yoktu, kar da yağmadı, ben de donmak üzere değildim! Oysa O,var… O, var… “ diyen bir şizofrendir.
“ Gülnare “ adlı öyküsünde “ Döşündeki ebemkuşağı çalınan kadınların saçları hiç uzamaz ki ! “diyen alzheimer hastası köy öğretmeni Gülnare Teyzenin huzurevi yaşamına tanık oluruz.
“ Ardıç Kuşu “nun derme çatma bir şarkıydı ömrüm, yorgunum diyen karakteriyle birlikte bir ardıç kuşunun peşine takılıp yola revan oluruz ve kahvedekilere seslenir: “ “ Her gün de oyun oynanmaz ki! Siz hiç gidip bir kitabın koynuna girdiniz mi? Siz hiçbir ardıç kuşunun peşine düşüp hayatı sorguladınız mı? diyerek araştırma yapmanın insan ruhunun tozlanmasına engelleyen bayram temizliği olduğu mesajını verir.
Yazarın öykülerinde hep bir dervişe, bir yol göstericiye mürit olma, sığınma ihtiyacı olduğunu hissedersiniz. Keşfedilmeyi bekleyen küçük kız kalplerini hissettirir yazar. Bunun en güzel örneğini de “ Kuyudan Kumbara “ adlı öyküsünde görebiliriz.
Ardıç Kuşunun peşine düşerek hayatı sorguluyanı, Kutu Kutu Pense’ nin şizofrenik Nazlısı, Tarçın Kokulu Vefa’ nın her gün incir ağacına sığınan annesini kaybetmiş Sude’si, Tablonun Sırrı’nda bir tabloya takılıp kalan Aylin’in bakış açısını, Üç Gül Masalı’nın sizi sarsacak intihar mektubunu saklayan Zehra öğretmeni, Beyaz Ağıt’ın her şeyden uzaklaşmanın çetelesini tutan Iraz’ı bunlardan birkaçı.
Bir diğer üzerinde durulması gereken unsur da yazarın öykülerinin şiir diline bulanmış olmasıdır. “ Çivi “ adlı şiir kitabında şiirdeki hünerini kanıtlayan şaire, öykülerine de şiir tadıyla başlar. Bunlardan birkaç tane örnek verecek olursak:
Annem!
Tarçınlı gurbet kokusunun
Soluğu kesiyor soluğumu
Yaşmağını ört dolunaya defnettiğim
Düşlerimin üzerine
Ört ki entarisi gece renkli insanlar
Öpmesin gözlerimden öpmesin
Tarçın Kokulu Vefa, s.21
Ressam
Celladının gözüne sürdü eflatun bir düşün terini!
Umuttan bir libastı fırçasına giydirdiği
Tablonun Sırrı, s.27
Gelincik tohumları örtüuordu
Eski bir plağın çiziklerine düşen
İdamlık kelimelerin üzerini!
“ saçlarım üşüyor “ diyordu kadın
Ekmek kırıntıları kalbini öperken
Üç Gül Masalı, s.33
Kalbimi
Hüznün beşiğini sallayan karıncalar defnediyor!
Gül suyuyla kim yıkıyor hıçkırıklarımı annem…
Doru Umutlara Artçı Sızılar, s.83
Yazarın birçok öyküsünde karınca ve serçe parmak kelimelerini kullanması da düşünülmeye değer. Son olarak yazarımıza karınca kadar çalışkan ve karınca kadar güçlü bir yazın hayatı diliyorum.
(8 Kasım 2016)