Korkularımızın arsızca doğurduğu iğdiş edilmiş düşünceler, hakikat olduğumuzu önceleyen bilgiyi uzak kıldıbizden.
Şimdi
Yerin derinliklerinden, göğün tavanından çekip çıkardığımız derinsizlik aynalarında biteviye bahaneler arıyoruz.
Bahaneler
Ki
Karabasanlardır,
Uzun, kekremsi ve küf kokan çağlardan beri üzerimize biçtiğimiz Atlas’ın sonuçsuz mücadelesidir.
Bu ki zamana şahit olduğumuz yanılgısının ifşasıdır.
Durmadan vurgun yiyişimizin bilgisi, bir hançer izi bırakmadı
Ki,
Bizde suskunluğun, taş kesilmiş olmanın yanılgı çoğaltan coğrafyalarında dinliyor ve korkuyoruz.
Susun, dinleyin ve korkun!
Susun, dinleyin ve korkun!
Susun, dinleyin ve korkun!
Korku içimizde duran hakikatin hayat üreten yüzünü perdelemektedir de şeytanın fısıltılarını dinlemenin doğurduğu çamurun büyüttüğü farkındasızlık, zihnimizi oluşturan anlamın herhangi bir sokağında mukimlik bulamıyor kendine.
Bizi kitabın mukimi kılacak, oturup sesler ve anlamlar devşireceğimiz yeni bir gün doğumuna katık etmeye açmalıyız kendimizi.
İkindi yağmurlarının yolunu gözlemeli,
Nergis suyu içip buhurumeryem görmeliyiz.
Bilerek gerekliliğin olma zorunluluğunu.
“Susun, dinleyin ve korkun!
Susun, dinleyin ve korkun!
Susun, dinleyin ve korkun!”
Diyen zift ve katran suratlı korkular ürettiğimiz odalarımızı mühürlemeliyiz,
Otuz üç kere
�
O ki bilelim yağmuru olduğumuzu birbirimizin. Ancak o zaman gizli saklı tuttuğumuz, köşe bucak kaçtığımız hakikatleri çarmıhtan ve Goygota Tepesi’nden beri tutabiliriz.
Belki Mühr-ü Süleyman olmanın ne yana düştüğünü sokulduğu alacakaranlıktan bu yana devşirebiliriz.
Belki bir kapı aralar da
“…Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. …”
Vahyinin taşıdığı derin anlam yolumuzu aydınlatır. Diri ve kavi tutar bizleri.
De
Korku, açlık ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edilişin sabrını kuşanırız ve müjdelenenlerden olma imkânını tanır bizlere Allah.
Ses, sese ulandığında
Korkularımızın çoğalttığı bozgunlardan geriye,
Bütün yetimliklerden geriye,
Yılgın bir titreme düşer kalbimize
De
Yenilgilerden dirilen hayat, göğümüzün güneşi olur.
O zaman elimizi göğsümüzün sol yanına, kalbimizin üstüne yani,
Koyar
Ve
Deriz;
Euzu billahi min-eş şeytan-ir racim