HÜSEYİN ATLANSOY’U -Nasıl bilirsiniz
-Aşka açılmış bize kapanmıştı
Cahiliz bilmeyiz
1983-2005 arasındaki şiirlerin bir araya getirildiği Su Burcu’nu (2005) ve 1982-2015 arasındaki şiirlerin bir araya getirildiği Yüzümdeki Eşik’i (2016) saymazsak İntihar İlacı (1985), Balkon Çıkmazında Efendilik Tarihi (1987), Şehir Konuşmaları (1990), Kaçak Yolcu (1998), İlk sözler (1998) Karşılama Töreni (2005) Yarın bekleyebilir (2011) Gösteri Uçuşu (2015), Ya Sinek Sekiz Ya Buhuru Meryem (2018) adlı şiir kitapları ile Hüseyin Atlansoy, çok genel bir konumlandırma ile İkinci Yeni ve Sezai Karakoç’un açtığı, modern şiirin işaret levhalarının bulunduğu yolda 1980’lerden sonra hem lirik hem de ironik ritimleri olan bir yürüyüşle ilerleyen bir şairdir. Benzeştikleri vardır elbette. Örneğin Cahit Koytak ve Osman Konuk’la aralarındaki yakınlık sadece, aynı kuşaktan olmalarından kaynaklanmaz. Üç şair de, Diriliş, Edebiyat, Yönelişler ve Hece dergileri çevresinde oluşan edebiyatın önemli temsilcileridirler. Üç şairin şiirinde de modernizme karşı eleştirel ve ironik bir tavır her zaman vardır. Atlansoy, “Zeki fakat aynı zamanda egemen güçler tarafından ezik kalmaya mahkum edilmiş kişilerin elinde güçlü bir silahtır ironi” derken, bir bakıma, diğer iki şairin bu özelliğini de dile getirmiş olur. Şiirinde var olan temel görüntü ve nitelikleri “zenci suret, şehit söz, darasız ses, son sükut” olarak özetleyen Atlansoy, bir anlamda modernleşen hayat içinde daima biraz yabancı kalan; sözünü, insan kalabilmek için bu hayatın içine salan (şiir yazmasa bir hayatı olmayacağını söyleyen) ve böylece tevekkül noktasına gelmeyi arzulayan insanı da işaret etmiş olur. Yarın Bekleyebilir için yazdığımda da söylemiştim: Atlansoy’un bir kitabında ne varsa bütün kitaplarında da o var; bütün kitaplarında ne varsa tek kitabında da o var. İlk bakışta sevimsiz hatta tehlikeli bir yorum gibi görünebilir söylediğim. Atlansoy, Malcolm X’in sözünü yeniden kurarken “Aynı yerdeyim milim değişmem” der ya “12 28”de; biraz öyle. “Kendi tekrar ediyor, yerinde duruyor falan gibi” bir şey söylediğimi düşünen olursa kıyasıya yanılmış olur. Uzun bir türkünün nakaratları vardır ama uzun bir türkü asla kendini tekrar etmez ama kendisi dışına da çıkmaz. İyi şairlerin şiirleri de böyledir. İsterseniz, “
Yerinde duran şairler hep aynı şeyi söylemezler; söylediklerine sahip çıkarlar. Bir su gibi kesintisiz akarlar; bir dağ gibi yerinde dururlar. Yerinde duran şair, modern kapitalizmin akıl ve ruh sağlığına verdiği zararı ve post modern sömürünün ahlaksız etiğinin yıkıcılığını bildiği için, onların istediği şekilde tüketilip atılabilir şiirler yazmaz; kendini de şiirini de hep yerinde tutar.Yarın Bekleyebilir’in konuşan öznesi için söylediğim Atlansoy’un bütün şiirlerindeki konuşan özne için geçerlidir. Onun söyleyen öznesi, sesi, üslubu, tavrı, ironisi ve mahzunluğu ile insanı samimiyetin derinliğine çeker ve kibrin taşrasına iter. Bu şiirsel özneyi, hayatın içindeki birine benzetin deseler; orta boylu, ellisini geçmiş, esmerce, dışından çok içine konuşan, mahçup ve müeddep Hüseyin Atlansoy adlı âdeme rahatlıkla benzetebiliriz. Atlansoy şiirlerinin konuşanı, sanki konuşmaktan sakınmakta ama usul usul söyledikleri ile de muhataplarını durduğu yere çağırmakta, kendi siluetini giydirerek onları görmeye, duymaya ve söylemeye sevk etmektedir. Bu özne, hayatın üstünü çizen, sözün hayatiyetini soğuklaştıran kavramsal teklifleri ve tehditleri olmadığı için şiddetten ve kibirden uzaktır. Acılandığı, hüzünlendiği, “kim”liğini bulduğu ve bu kimlikle modern hayatın içinde naif, diri ve dirayetli kalmayı seçtiği için de mütevazıdır.
Atlansoy, ironi için “zeki fakat aynı zamanda egemen güçler tarafından ezik kalmaya mahkum edilmiş kişilerin elinde güçlü bir silahtır” der. Öyledir. Ama Atlansoy’un ironisi saldırganlıktan ve aşağılamaktan beslenmez. Onda ironi bir zorunluluktur: Seven, acı duyan, her şeye rağmen yatay ve dikey düzlemlerde bilinçle merhameti el ele tutuşturmak isteyen ve bu yolda oldukça fazla incinen özne için bir zorunluluk. Atlansoy ironisinin lirizmle iç içe geçtiği yer bu zorunluluk ile merhametin sarıldığı yerdir. Çünkü şiirlerdeki ironik özne, bir taraftan modern insanın dünyasındaki kasılmaları, çelişkileri, utanç duyulan yalnızlıkları, bencillikle sarmalanmış zorbalıkları ve paradigmaları görüp incinirken diğer taraftan hemen bütün bu ilişkiler yumağının lirik ve samimi ucuna sarılıyor. Bu tutum, hem dili tek katlı ironik düzeyden kurtarıyor hem de acı duyan öznenin yaralarını sarıyor.
Atlansoy’un şiirleri ne tarif ne tasvirdir; çapraşık ve kırık dilli görünüşe rağmen sade ve derindir. Tümüyle tarife düşen dil bilgiçlenir hatta ilgi görürse zorbalaşır. Tümüyle tasvire düşen dil de fazlaca artistleşir; imgenin kendiliğinden olan bilgeliğini zedeler. “Nasıl bilirsiniz/Aşka açılmış bize kapanmıştı/Cahiliz bilmeyiz” veya “Son dizesini okudunuz şiirin/Ben Hüseyin Atlansoy nisan altmışiki/Haydi Allaısmarladık/Kalbinize bir kez olsun bakın sizin mi” dizelerini alın örneğin, ne tarifin buyurgan bilinci ne tasvirin, imgenin doğal bilgeliğini örten artistliği var. Söyledikleri her şeyin “yeni” (çok boyutlu, çok katmanlı) olması gerektiği kuruntusuna kapılan şairler, okurun görme biçimlerini simülasyona uğrattıkları gibi şiirsel imgenin köklerinin de silinmesine katkı sağlarlar. Oysa imge, yalınlığı içinde bilinçle temas halindedir; daha doğrusu ikisi aynı karından doğmuş kardeşlerdir. Sanılmasın ki tasvir ve tarifi bütünüyle reddediyorum ama hayatın imgelere dönüşmesi için bu ikisinden çok, yatay ve dikey olarak şehrin, insanın ve eşyanın içinde yol alan, imgenin içinde sade ve mütevazı bir yurt tutmaya çalışan bilince ve kalbe ihtiyaç var. İşte Atlansoy’un şiirlerinde bu bilinç ve kalp var.
(HÜSEYİN ATLANSOY’UN PERONDAKİ MELEK (Muhit Kitap 2020) ADLI KİTABINA YAZILAN SUNUŞ YAZISI)
1963 yılında Kahramanmaraş’ta doğdu. İlk orta ve lise öğrenimini aynı şehirde gördü. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Maraş’ta 4 yıl öğretmen olarak çalıştıktan sonra Sütçü İmam Üniversitesine asistan olarak geçti. Aynı üniversiteden 1996’da yüksek lisansını, Hacettepe Üniversitesi’nden 2000 yılında doktorasını tamamladı. Halen Balıkesir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nde öğretim üyesidir. Mehmet Narlı, 1987 yılından bu yana Dolunay, Kırağı, Kanat, Türk Edebiyatı, Yedi İklim, Hece, Varlık, Dergah, İtibari İzdiham, Muhit gibi dergilerde şiir ve edebiyat eleştirileri; Türk Dili, Türkbilig, İlmi Araştırmalar, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları gibi dergilerde akademik yazılar yayımlıyor. Narlı, 2007 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından inceleme dalında yılın yazarı ödülünü aldı. Şiir Kitapları1. öylece Yeryüzünde, Muhitkitap,20202. Ömürlük Yara, İz Yayınları, 20173. Dil Kapısı, Öncükitap Yayıncılık, 20104. Ruhumun Evvelyazıları, Meb, 19985. Çiçekler Satılmasın, Dolunay, 1988 Akademik Kitapları1. Orhan Kemal’in Romanları Üzerine Bir İnceleme, Kültür Bakanlığı 20022. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri, 20063. Roman Ne Anlatır, Akçağ Yayınları, 20084. Şiir ve Mekan, Hece Yayınları, 20085. Şiir Çözümlemeleri, Kriter Yayınları, 20106. Edebiyat ve Delilik, Akçağ Yayınları 20137.Çağdaş Türk Romanı, Anadolu Üni. 20118.Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri, Anadolu Üni. 20119.Roman Sevdaları, Akçağ Yay. 201510. Şiir Burcu, Akçağ yay. 201511. Öykü Burcu, İz Yayınları 201612.Kahire ve Paris Notları, Cümle Yayınları, 2017 13. 40 Soruda Türk Romanı (editör) Ketebe Yay 2019