Menu
Hikâyenin Retrospektif Sergisi: Korku ve Ayşegül Çelik
Deneme/İnceleme/Eleştiri • Hikâyenin Retrospektif Sergisi: Korku ve Ayşegül Çelik

Hikâyenin Retrospektif Sergisi: Korku ve Ayşegül Çelik


Çelik’in Korku ve Arkadaşı kitabı tüm okurları için öyle midir bilmem ama Tarçın öyküsüyle hatırımda ve hayretimde sarsılmaz bir yer edindi. Bunun ilk sebebi hiç şüphesiz büyülü gerçekçi konuları ve kusursuz denebilecek dili. Gerçeküstü bir evrende ete kemiğe büründürdüğü, duygularını kaş hareketlerine kadar sezdiren gerçekçi karakter çizmedeki başarısı, bu karakterlerin çocuk olması yönüyle bir kat daha perçinleniyor. Diğer yandan yazarın, masalsı dokunuşlarla okuru kendine çekmekte mahir olduğu söylenebilir.

Tarçın öyküsü “Ağaçlar içinde bir uğursuzu zeytinlerdir.” sözünü içeren bir pasajla başlıyor. Bir sonraki paragraf “Ataların sözleri hiç yalan çıkmaz.” cümlesiyle devam ederken metnin bütünündeki tutarlılığın bu cümleler üzerinden kurulduğuna da değinelim. Öykü üzerindeki zeytin ağacının ışığı o andan itibaren her fırsatta görülüyor.

Bu yönüyle deniz kenarında hikâyeler anlatan zeytin ağaçlarının büyüsüne ek, ikiz gök kuşağıyla hayali bir yer görünümüne bürünen şehir, Tarçın’ın adımladığı tarihi kalıntılarıyla Church’un Ege Denizi tablosunda can buluyor.


(Frederic Edwin Church, Ege Denizi, 1877)

En yaşlı zeytin ağacının anlattığı masallarla büyüyen bir kız çocuğudur Tarçın. Daha önce hiç deniz fenerinden bahsedilmeyen, mercan ve nice ilginç deniz canlılarıyla kaplı koyda dünyaya gelir. Annesini doğumunda kaybeder, sekiz kardeşiyle üvey anne elinde büyür. Hâliyle yalnızlığı erken yaşta öğrenir, zamanla insanlardan uzaklaşıp sessizleşir, içine kapandıkça tümüyle tuhaf bir çocuk olup çıkar. Tarçın bildiği yürek yakıcı hikâyeleri, güçlü sezgileri, kimsenin görmediğini görüp duymadıklarını duymasıyla, kuytularda gezmesiyle diğerlerinden ayrılır. Ne var ki bunun kimsenin gözünde bir kıymeti olmaz, böylece silik bir gölgeye dönüşür. Halil Amca’nın kayığında balığa çıkan Yunus, ona diğerleri gibi zorbalık yapmaz ama yaklaşmaz da. Hep uzak durmayı seçer. Bunun sebebi, Tarçın’ın tuhaflıklarından duyduğu korkunun üstesinden gelmeye çalışmasına da bağlanır. Tarçın zeytin ağaçlarının tepelerinde uyuklarken denize açılanları kıyıdan izleyerek büyür.

Yunus onu gözlemekle yetinirken bir gece, ömründe rastladığı tek fırtınada, denizin ortasında Tarçın’ın yüzünü belli belirsiz görünce aklı iyiden iyiye karışır. Tarçın hep garip hikâyeler anlatıyordur. Gün boyu kayıpken birden ortaya çıkıp, daha köye haberi gelmeden yalınayak sokağa fırlayıp Yaşar Amca’nın kayığının alabora olduğunu eyvahlar içinde duyurur. Herkes ona deli gözüyle bakarken omzundaki mavi çürükler Yunus’un gözünden kaçmaz. Cılız bacakları yaralar içindedir. Bunların sebebini Tarçın “Bulutlardan bir fırtına bulutu esip savururken yaralanmış ve zeytin ağaçları kuş uçumu boyunca gülmüşlerdi hâlime.” diyerek açıklar. Her şey bir yana, parmaklarında istiridyelerin bırakacağı türden izleri görünce ikna olmaktan başka çaresi kalmayan Yunus kendini Tarçın’ın hikâyelerini dinleyen tek kişi olarak bulur.

Tarçın için farklı görünümler oluşabilir, masalsı güzellikte bir kızla aklını kaçırmış bir kız çocuğu iki uç örnek olarak iki bakış sunabilir. Yunus onu belki Renoir’nın Şapkalı Kız eserindeki gibi görürken üvey annesiyse muhtemelen Caroto’nun kızıl saçlı kız portresi gibi görüyordur. 

(Pierre Auguste Renoir, Şapkalı Kız, 1884)


(Giovanni Francesco Caroto, Elinde Çizim ile Çocuk, 1515-1520)


Ancak bu iki kızıl saçlı kızın önüne geçen, öykünün tümündeki hissi, gizemi, yalnızlığı, dünyadan uzaklığı görünümünde taşıyan, yalnızlığına rağmen gizil bir enerjisi olduğunu sezdiren bir resim mevcut. Kennington’un Kimsesizler’indeki kız çocuğu, zeytin ağacının tepesinden gün batımını izleyen Tarçın’a benzemektedir.

(Thomas Benjamin Kennington, Kimsesizler, 1856-1916)

O anlattıkça hikâyeler deniz olur, büyür, savrulur, Tarçın hikâyelerle birdir. Yunus biliyor ki sadece kıyısında kalacak bu hikâyelerin. Biliyor ki Tarçın bambaşka bir dünya.

Gün batımı karşılarındadır, Yunus kürekleri bırakır, “Yaşar Amca’nın kayığını anlatacaktın.” diye sorar. Sandal hafiften sallanıyordur. Renkler Emil Nolde’ün Denizde Sonbahar’ı gibi heyecan verici ve sallantılı ama metnin tamamında, özellikle Tarçın’ın büyüleyici hikâyelerinde Ayvazovski resimlerinin oluşturduğu hissin etkisinden kaçılmaz.

(Emil Nolde, Denizde Sonbahar VII,1910)


(Ayvazovski, Şapel ve Deniz Manzarası, 1851)


Tarçın, Yaşar Amca’nın kayığıyla ilgili olayı en sevdiği zeytin ağacının, uykusunda gelip kendisine fısıldadığını söyler. Çocukluğundan beri, buruna yakın kayalıklardan sonra üç gün güç gece yüzerek varılan bir adanın hikâyesini binlerce kez dinlemiştir ondan. Kayalıkların arasında yaşayan küçük, küçücük insanlar olduğunu söyler. Yunus inanmaz, orada herhangi bir adanın olmadığını söyler, bir yandan da gün batıp ortalık kararırken köye yoklayan bir bakış atar. Orada yaşayanların da kendileri gibi balıkçılık yaptığını, aileler ve çocuklar olduğunu anlatmaya devam eder Tarçın. Bir de deniz feneri vardır. Kayıp balıkçılara ve denizkızlarına işaret oluyordur. Upuzun saçlı, soyu deniz kızlarına uzanan birinden bahseder sonra. İsmi Aylan. Bu çocuğun erkek olduğunu söylemesiyle Yunus dikkat kesilir, biraz da kıskançlıkla konuyu kapatmaya çalışır. Tarçın, Aylan’ın yalnızlığından, ailesi tarafından yosundan bile değersiz görüldüğünden, yakında kendini denize atmak istediğinden bahseder. Yunus, bize ne, diye kestirip atar. Geri dönmek üzere küreklere asılır. Birkaç gün de gezdirmeye çıkarmaz Tarçın’ı. Aklınca kırıldığı için ceza kesmiştir.

Yunus bir gün balıktan dönerken sabaha karşı kayığı teslim edeceği esnada, ayazın kestiği vakitlerde, deniz kenarında uzaktan bir karartı görür, incecik bedeninden tanır onu. Kıyıda yalnız başına bekleyen kişi Tarçın’dır. Yunus endişeyle yanına koşar ve endişelendiği kadar vardır, duruşundan, sözlerinden korkar. Ölecek gibi hisseder. Tarçın sırılsıklam hâliyle karşısında durmaktadır. Aylan’ın yalnızlıktan bunalıp denize atladığını söyler, kaçıp gitmek istediğini. Kendisine benzeyen birini bulma umudundan bahseder. Ailesinin arayıp bulamadığını anlatır. Yunus Tarçın’ı ikna edip eve götürmeye çalışırken “Ben o yeri biliyorum, götür beni oraya der.” Akıl kârı değil ama ikna edemez, sonunda Tarçın’ın yeşil gözlerine uyar. Gecenin ayazında yine Ayvazovski’nin resmindeki gibi çıkarlar yola.

(Ayvazovski, Gece Karadeniz, 1870)

Hasan Amca’nın kayığıyla uzun bir yolculuk yaparlar. Öğlen vakti yemek molasında ne kayalıklar vardır ortada ne başka bir işaret. Yunus bilerek gidebildiği kadar gitmiş, Tarçın’ın gerçekleri görmesini istemiştir, Tarçın’ınsa hiç sesi çıkmaz. Zeytin hikâyeleriyle ilgili ataların yalan söylemeyeceğini hatırlatır anlatıcı. Belli ki başlarına bir iş gelecektir.

Bir aralık avare gezen, kökünü arayan zeytin dallarının etraflarında dolaştığını hisseder Yunus. Zeytin kokusu sarar havayı. Tarçın o sırada çoktan hikâye anlatmaya başlamıştır, dalların onlara zarar vermemesini Tarçın’ın konuşmasına bağlar Yunus, hikâyesi de uzadıkça uzuyordur. Bunu fırsat bilip kıyıya dönmek için asılır küreklere ancak kıyıya yaklaştıkça zeytin kokusu da artmaktadır. Güvenli bölgenin sınırında Tarçın’ın arkasındaki kayalıkları fark eder. Göz hizasında ufacık belirmişlerdir. Tarçın tekneyle devam edemeyeceklerini, kayaların kimisinin keskin olduğunu söyler. Kendisi yüzerek gidecektir. Yunus engel olmaya çalışsa da Tarçın yardım için geldiklerini hatırlatır. Ellerinin arasından sıyrılıp kendini suya bırakır. Yunus için tedirgin bekleyiş başlar. Tarçın sakin sakin yüzüyor, gittikçe ufalıyor, görünmez hâle geliyordur. Derken kayalar da yavaşça uzaklaşıp gözden kaybolur. Yunus telaşla ne yaptıysa fayda etmez.

Zeytin ağaçlarından bu kadar nefret eden başka bir çocuk daha var mıdır kim bilir der anlatıcı, Yunus için. Metnin sonunda öğreniriz ki bu köyün meşhur denizkızı hikâyelerinin atası Yunus’tur. Eskiden balıkçı, şimdi belki yüz yaşında. Hikâyeler uydurur, kimi bulursa durmadan anlatır, suya, rüzgâra, ağaca ama sözlerine pek itimat edilmez. Aynı akılda gerçeği de hayali de yoğurur, anlattıklarının hangisi hakikat hangisi düş belli değildir. Köye yatırım olsun diye yapılacak olan deniz fenerine en çok o karşı çıkar. Ataların sözlerini, zeytinlerin uğursuzluğunu hatırlatıp durur.

Öykü böylece sonlanırken bu metni de deniz fenerinin inşasından sonra deniz kızlarının kıyıya gelmesi, onların konuşmalarıyla uyanan zeytin ağaçlarının, köyün başına getirdiği felaketi resmeden, alternatif sona işaret eden bir tabloyla bitirmek isabet olacaktır.


(Claude Joseph Vernet, Akdeniz Sahilinde Fırtına, 1767)


Feyza

1995 yılında Sinop’ta doğdu. Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesinden mezun olduktan sonra Ondokuz Mayıs Üniversitesinde dilbilim ve Türkçe eğitimi alanında yüksek lisans yaptı. Türkçe öğretmeni olarak görev yapıyor. Yazdığı öykü ve denemeleri Söğüt, Post Öykü, Hece Öykü, Geçerken, Daima Edebiyat ve Edebice dergilerinde yayımlandı. Halen Söğüt dergisi yayın kurulunda editoryal faaliyetlerini sürdürüyor. Anlatı sanatının bir diğer dalında, çizimleriyle farklı ifade yöntemleri ortaya koymayı amaçlıyor. Çizerliğini yaptığı çocuk kitaplarıyla birlikte kapak tasarımı ve dijital eserleriyle de grafik alanında çalışmalarına devam ediyor.

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları