Menu
EZANSIZ İFTARLAR
Deneme/İnceleme/Eleştiri • EZANSIZ İFTARLAR

EZANSIZ İFTARLAR



Dinî hayat örneklik ister. Örneksiz bir dinî hayat inşa edilemez. Dinî hayat şeâirle kâim ve cemaatle daimdir. Sadece namaz değil, dikkat edilecek olursa oruç, zekât ve hac ibadetleri de cemaatle ifâ edilen,asıl mânâ ve makasıdını ancak cemaat içinde tecellî ettiren ibadetlerdir. Her ibadetin enfüsî ve âfâkî veçheleri vardır. İbadetin iç ve dış şartlarından herhangi birindeki halel ondan beklenen makasıdın ya hiç gerçekleşmemesi ya da eksik gerçekleşmesi sonucuna yol açabilir.

Ramazan ibadeti oruç bireysel bir perhiz değil toplumsal bir arınma, aydınlanmadır. Maddî ve manevî, bireysel ve toplumsal bünyenin yıllık bakım ve ayarıdır. “İhdinâ’s-sırâta’l-müstakîm” duasının kabul olunmuş bir tecellîsidir.

Ezansız topraklarda dinî örneklik meselesi:

Din ve vicdan hürriyeti başka, dinî şahsiyetin inşası başkadır. Birincisi hukukun ve siyasetin; ikincisi dinin ve sosyal bilimlerin konusunu teşkil eder. Siluetini minarelerin çizmediği, semalarını günde beş vakit ezanların çınlatmadığı, Ramazan gecelerini mahyaların, bayram sabahlarını tekbirlerin süslemediği ülkeler ve beldelerin birçoğunda da din özgürlüğü cârîdir. Bugünkü dünyanın eriştiği medenî uzlaşma ve uylaşmalar hemen her yerde din özgürlüğünü az çok temin etmektedir. Fakat asıl mesele un, şeker ve yağın teorik olarak mevcudiyetinden çok helvanın pratik olarak yapılması ve karılan, pişirilen helvanın kıvamı meselesidir.

Bir hadis-i şerifte her doğan çocuğun fıtrat üzere doğduğu, sonradan anne-babası tarafından Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yapıldığı beyan buyrulmuştur. (Müslim) Başta anne-baba olmak üzere yakın çevresinin çocuğun şahsiyeti üzerinde kesin bir etkisi vardır.

Din sosyologları en güçlü imanın küçük yaşta telkin yoluyla edinilen iman olduğunu tespit ederler. Öyle ki çocuk dini aynen dağ, deniz, ırmak gibi coğrafyanın bir parçasıymışçasına, içinde yetiştiği çevreden edinmektedir. (Berger ve Luckmann)

Avrupa’daki dinî hayatın en önemli meselesi dinî örneklik ve dinî önderlik meselesidir. Bu mesele her boyutta ve her seviyede kendini kuvvetle hissettirmektedir. Hamuru İslam mayası ile yoğrulmuş bir kültürün ve medeniyetin içinde Müslüman olarak yetişmek, namazı, orucu, zekâtı ve haccı daha derinden idrâk etmek mümkün gözükebilir. Bununla birlikte her nimetin bir külfeti olduğu gibi her zorluğun bir kolaylığı da vardır.

Türkiye’de ezan sesi işitmek için genellikle özel bir gayret sarf etmenize gerek yoktur. Oysa Avrupa’da Türk ve Faslı Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Hollanda’nın Rotterdam şehrinde Cuma ezanını dinlemek için Mevlana Camii’nin eteklerine sokulmalısınız. Bazen hanımlar toplanıp sırf ezan dinlemek için cami civarına giderler.

Yahya Kemâl “Ezansız Semtler” makalesinde Müslümanlığın çocukluk ruyasını görerek ancak Türk ve Müslüman olunabileceğini yazar. Çocuğun ezan dinlemesi, iftarı beklerken minare şerefelerinde yanan “kandil”leri gözlemesi, mahyalarla bezenmiş camilere teravih namazı için koşuşturması, camide bir mevlid-i şerif dinlemesi gibi bizzat kendisinin katılımıyla gerçekleşen, kendisinin bir parçasını teşkil ettiği aktivitelerle dinî toplumun bir parçası oluvermesi dinî şahsiyetini inşâ eden yapı taşlarındandır.

Din yaşanan bir hayat, bizzat tecrübe edilen bir manevî hazdır. Ramazan bu manevî hazzın doruk noktasına ulaştığı mevsim… Nasıl ki dışarıda kar ve fırtına olduğunda balkondaki çiçekleri salona taşırız; ezansız beldelerde de camilerimiz birer manevî sera gibi bizleri ısıtıp besliyor, kuruyup solmaktan kurtarıyor.

Birinci nesil zaten Türkiye’den gelmişti. İstisnaları müstesna dini hayatları arttı, azalmadı. Kimliklerini muhafaza edebilmek için dinlerine sarıldılar. İkinci nesil bozulmasın, mayası sağlam olsun diye ya ilkokulu veya hem ilk hem orta öğrenimi Türkiye’de tamamladı… Üçüncü nesilden itibaren burada yetişmeye başladı gençler… Şimdiki endişe bu yeni neslin dinî aidiyeti, heyecanı ve pratikleri üzerinde odaklanıyor. Anne babalar daha kötülerine bakarak kendi yavrularının nispeten iyi olduğu tesellisine sığınıyorlar. Yeniden üretilmeyen dindarlık kadit olmuş, müzelik olmuş demektir.Yeniden üretilen dindarlık ise eski neslin pek âşinâsı olmadığı yeni bir dil konuşmaktadır.

Avrupa şehirlerinde Ramazan çadırları:

Ramazan çadırları artık sadece Üsküdar’da, Eyüp Sultan’da, Şişli’de değil Rotterdam’da ve Hollanda’nın başka şehirlerinde de kuruluyor. Şimdilik bir ay boyunca değil, sadece mübarek Ramazan ayının son günlerinde kurulan bu çadırlarda çeşitli kültürel programların yanı sıra, Müslüman ve gayrimüslimler hep birlikte iftar edebiliyorlar.

2005 yılından itibaren Ramazan festivali adı altında konferans, sergi, iftar gibi programlardan oluşan seri faaliyetler kamu kurumlarının, üniversitelerin, sivil toplum kuruluşların ve özel teşebbüsün desteğiyle ve yüzlerce gönüllünün iştirakiyle organize ediliyor. www.ramadanfestival.nl

2007 Ramazan festivali kapsamında AT5 televizyonu tarafından günlük özel Ramazan bülteni yayımlanmış. Metro gazetesinin eki olarak ücretsiz 590 bin tirajlı Ramazan festivali gazetesi dağıtıldı. Gazetede “Avrupalı Müslüman Olmak” kitabının yazarı Tarık Ramazan, Amsterdam belediye başkanı Cohen ve uyumdan sorumlu bakan Vogelaar’ın birer yazısı da bulunuyordu… Hollanda genelinde festival kapsamında toplam 175 iftar organize edilmiş. İncil Müzesi’nden öğrenci derneklerine kadar birbirinden ilginç mekânlarda düzenlenen iftarlar genellikle kısa bir sunum veya müzik programı da içeriyor.

Müzik demişken sanatla dini buluşturma noktasında yapılacak çok şey olduğunu hatırlamakta yarar var. “İslâm’ı asrın idrâkine söyletmek” biraz da kültür-sanat alanında var olmaya bağlı. Kültür ve sanat pazarının sadece alıcısı, tüketicisi değil satıcısı, üreticisi de olmalı Müslümanlar.

Yerli kültürle ilişki içinde; ama kendi özgün katkısını da sunan kültür, sanat, edebiyat açılımları gerçekleşmeli. Avrupa’da Müslüman kimliğinin mevcudiyeti ve bekası biraz da dile, edebiyata, sanata, müziğe mal olmaya, bu alanlarda yer edinmeye bağlıdır. Hem geleneksel sanatlarımız tanıtılıp yaşatılmalı, hem de modern sanat içinde Müslümanlar kendi duruşlarıyla bir yer ve ekol sahibi olabilmeli. Ramazan çadırları ve festivalleri gibi etkinlikler Avrupalı Müslüman sanatının icra edildiği, sergilendiği, tanıtıldığı fırsatlar olarak da görülebilir.

Avrupa camilerinde teravihlere ilgi azalıyor mu?

Son birkaç yıldır Avrupalı Türkler, teravihlere eski ilginin kalmadığından yakınıyorlar. Birinci nesilden olanlar, “bizim zamanımızda” diye başlayan cümleler kurarak gecelerin çok kısaldığı, günlerin uzadığı, birkaç saat içinde hem iftarın hem sahurun yapıldığı Ramazan gecelerine teravihleri de sığdırdıklarını anlatıyorlar. Yeni neslin teravih heyecanını kendi zamanlarındaki gibi coşkuyla yaşamadığını düşünüyorlar.

Yürüttüğümüz akademik bir araştırma kapsamında 15–21 Haziran 2008 tarihleri arasında Rotterdam ve çevresinde görev yapan 5 imamla yaptığımız derinlemesine mülakâtlarda bu gözlem de tartışıldı. Görüşülen imamlar “dindarlığın azalmadığını” özellikle vurguladılar. Hipotezlerimizden biri olan “Avrupa’da dindarlığın giderek bireyselleştiği” gözlemini ise doğruladılar. Buna göre teravihler önceleri mutlaka camide ifa edilmesi gereken bir ibadet olarak algılanırken, artık gittikçe daha yaygın bir şekilde zorunlu olmayan, evde de cemaatle veya tek başına kılınabilecek, 20 rekât değil 8 veya 12 rekât olarak da ifa edilebilecek, bazen terk edilebilecek bir ibadet olarak algılanmaya başlanmıştır. Önceleri teravih için camiye koşan cemaatin bir kısmı şimdi iftar ettikleri evlerde veya vakıf, dernek gibi yerlerde kendi aralarında cemaat olarak teravih kılmaktadırlar. Dolayısıyla, imamların gözlemine göre Hollanda’da yaşayan Türk Müslümanların dinî hayatında bir gerilemeden değil çeşitlenme, bilinçlenme ve bireyselleşmeden söz etmek daha isabetlidir.

Ayrıca bizim gözlemlerimize göre önceleri zorunlu olmadıkça sadece Türk camiinde namaz kılan Avrupalı Türkler arasında Somali, Fas, Surinam, Pakistan gibi farklı ülkelerden gelen ve kendi camilerini oluşturan Müslüman grupların camilerinde teravih kılma eğiliminden sayıca az da olsa söz edilebilir.

Yeni Ramazanlar:

Her Ramazanda eski Ramazanları anmak adettendir. Ama artık yeni Ramazanlar da kendi rengini bulmaya başlıyor Avrupa’da da... Ramazan sadece anılardaki bir motif değil, esas olan ibadet boyutunun yanında, yaşayan ve her yıl yeniden üretilen bir kültür...

Geçtiğimiz yıllarda bir Ramazan yazısında, Yahya Kemal’in iftar telaşını anlattığından söz açan bir yazar, kendisinin Nişantaşı’nda iftar saatinde insanların iftar değil de indirimli alışveriş telaşında olduklarını gözlemlediğini belirterek artık, Sezai Abi’nin tabiriyle “betonları kıran oruç”un yavaş yavaş hayatımızdan çekilip gittiğini ima eden bir üslup kullanıyordu. Bizce bu bir 'kıyas maa’l-farık’tır; yani elmalarla armutları toplamak… Hiç Nişantaşı’yla Üsküdar kıyas edilir mi? Yahya Kemal o telaşı “Valide Atik’ten İnen Sokakta” gözlemlemiş ve “böyle duygularım kaldı” diye şükretmişti. O devirde de Nişantaşı’nda, Tatavla’da iftar telaşı gözlemlenemezdi. Orada telaş görmek isteyen Aralık ayının sonlarına doğru uğramalı.

İşte yeni Ramazanlar bütün ihtişamıyla kaç yıldır yeniden gençleşerek geliyor ve Türklerin “Müslümanlığının çocukluk rüyaları”ndaki yerini alıyor. Çocuklarımız bu rüyayı görüyorlar ve Müslüman olarak yetişiyorlar. Belki hayatlarının bir döneminde araya fasılalar giriyor; fakat kulaklarına okunan ezan sesini, çocukken gittikleri teravihi, teravih sonrasında Alman Çeşmesi’nden içtikleri nar şerbetinin tadını, seyrettikleri Karagöz’ün yüzlerce yıldır letafetini koruyan esprilerini hiçbir zaman unutmuyorlar.

Bu ruyayı Avrupa’da da görmeye başladı çocuklar… Yine de yerinde görmek başka. Avrupa’da gülü saksıda görüyorsunuz, Türkiye gülzârımız… Ramazan-ı Şerif’in yaz tatiline denk gelmesiyle birlikte bu mübarek mevsimi Türkiye’de veya bir başka İslam ülkesinde geçirme eğilimi artacaktır… Gurbette her ne kadar kendinize ve ailenize bir havuz oluşturmaya çalışsanız da zaman zaman ırmağa, göle, deryaya, okyanusa karışma ve tazelenme ihtiyacı hissediyorsunuz. Irmak cami, göl Ramazan, derya İstanbul, okyanus Hicaz… Mekke ve Medine…

Biz ol mahîleriz ki derya içre olmasak da, deryayı içimizde taşırız.

(*)VU Amsterdam Universitesi, Teoloji Fakültesi öğretim elemanı. [email protected]

Diğer Yazıları