Benim çay bardağımda senin gözlerin olur
Sezai Karakoç
Çayın geçmişte ve bilhassa bugün yaşantımızda nerede durduğunu, vazgeçilmez bir alışkanlık olduğunu çoğumuz fark etmişizdir. Günlük yaşantımız içinde çaya “baş köşe”yi verişimiz biz Doğulu uluslara has bir ritüeldir. Mükellef bir sofrada ağırlandıktan sonra çay ikramı unutulduğu için “oğul bir bardak çay bilem vermediler” serzenişinde bulunan Erzurumlunun tavrı, Doğu’lu bir fenomendir. Öte yandan, “Ellerinin uzandığı her masada” keklik kanı gibi çay bulmayı/ görmeyi arzulayan bir sanat ve edebiyat dünyamız vardır. Bu bağlamda, çayın aynı zamanda sanatın ve estetiğin mülhimelerinden biri olduğu söylenmelidir. Dahası, çayın bir dünya görüşünün simgelerinden olduğu, bir felsefesi olduğu tartışılabilir.
Nitelikli okur nezdinde neredeyse bir klasik eser kıymetinde olan Çayname’nin yıllar önce Türkçe’ye tercüme edildiğini biliyordum. Fakat şimdiye kadar bulup okumak kısmet olmadı. Okakura Kakuzo’nun yazdığı kitabın yeni baskısını Ayşegül Seç çevirmiş (İstanbul: Arion Yayınevi, 2006, 109 s.). Kitabın redaksiyonunu yapan Dr. Kriton Dinçmen, baş taraftaki kısacık yazısında, Çayname’de “Doğunun felsefi cephesini bulacaksınız” diyor. Tam da bu cümlede ifade edildiği gibi, az bildiğimiz bir âlemin gizemli kapılarını açan bir yapıt Çayname. Ama ilk/ bilinen anlamıyla bir çay kitabı değil.
Eser, Çay Fincanı, Çay Ekolleri, Taoculuk ve Zen, Çay Odası, Sanattan Anlamak, Çiçekler, Çay Ustaları başlıklarını taşıyan yedi kısma taksim edilmiş. Çayın, Doğulu milletlerin yaşantısında önemli bir yer tuttuğunu söyledim. Ne ki, bu yeşil bitkiden yola çıkılarak bir felsefe ve duyarlılık geliştirilmesi, estetik bir disipline ulaşılması az şey değildir.
Çay felsefesinin temeline estetizm yerleşmiştir. Müellife göre “Çayizm”, bir külttür, estetik bir tavırdır. İğrenç dünya gerçekliklerinin içindeki/ arasındaki güzelliğe hayran olma kültü. Temelinde güzele meyletme, onu tanıma, sevme felsefesi vardır. Çay kültü sadelikten ve bir bakıma saf ilkellikten yanadır. Çokluğu ve tamamlanmışlığı dışarıda bırakır. “Boşluk her anlamda güçlü olandır; çünkü gerçekten kapsayandır” ilkesine inanılır. Sınıflandırmadan kaçınılır. Çünkü ayırdıkça aldığımız keyif azalmaktadır. Bu bakışta, estetik olanın bilimsel sergileme metoduna kurban edilmemesi gerektiği düşüncesi egemendir.
Çay ekollerinin her biri (Kaynamış çay, Çırpılmış çay, Demlenmiş çay) bir varoluş ve tavır alışı temsil ediyor. (Bu arada çayın tarihine, bulunuşundan bugünkü hâle/ deme gelişine kadar uzun bir yolculuğa çıkıyoruz.) “Demlenmiş çay” safhası, mütekâmil bir zevki de tefhim ettirmektedir. Bununla birlikte bu üçüncü merhale, insanın arınışıyla özdeş bir makamdır.
‘Çayizm’in özünde Taoizm’in “tebdili kıyafet hali” bulunduğundan, Taoculuk ve Zen, kitapta geniş yer tutmaktadır. Zen’in çayla ilişkisini bilenler için bu beklenen bir durum olabilir. Fakat benim gibi Zen’i tanımayan okur için iştah kabartıcı detaylar bunlar.
Çayname, yer yer sanat ontolojisine dönüşüyor. Bu bağlamda, dinlemeye değer bir hikâyecik anlatılır: “Bir gün Soshi bir arkadaşıyla beraber bir nehir kıyısında yürümektedir. Soshi ‘Balıklar suyun içinde nasıl da zevk içinde eğleniyorlar’ der. Arkadaşı ‘sen bir balık değilsin, onların eğlendiğini nereden bileceksin?’ diye sorar. Soshi, ‘Sen de ben değilsin, balıkların eğlendiklerini bilmediğimi nereden bilebilirsin?’ diye karşılık verir.” (s. 50-51)
Geçmiş dönemlerde Japonya’da, bizdeki kıraathanelerin/ kahvehanelerin işlevini gören ve içine o dönemin estetik ihtiyacını karşılamak için yerleştirilmiş basit bir objeden başka bir şey konmayan “Çay evi” adı verilen mekânlar inşa edilmiştir. Bir çeşit toplanma ve sohbet evleri gibi, bir tarikatın tekkeleri gibi. Çay evi, aynı zamanda bir ‘Hayal Evi’dir, çünkü şiirsel bir gücün barınması için inşa edilmiş soyut bir yapı olarak düşünülebilir. Çay evi ‘Asimetri Evi’dir. Çünkü yarım kalanı hayal gücüyle tamamlama oyununu oynayabilmek için bir şeyler kasten bitirmeden bırakılmıştır. Bu evler vasıtasıyla, insanın mekânla (bir bakıma, mutlak varış yeri olan toprakla) bağdaşlığı koparılmamış olur.
Hayatın içindeki güzelliği katledenlere zarif bir uyarış olabilir Çayname. Ya da içimizden ikide bir başını kaldırıp duran kötücül düşüncelerin, duyguların ehlileştirilmesi yolunda zarif bir adım, uyarıcı bir esinti. Saksıda çiçek yetiştirme bencilliğine icbar edilmiş kişioğlu için yenidünyalar keşfi için geniş bir ufuk. Kendini güzelleştirmek bu sayede güzelliğe yaklaşma hakkını kazanmak isteyene mütevazı bir fırsat. “Güzellikle yaşayan güzel ölebilir” düşüncesine inananlara bir dinleniş durağı.
Kitabın editörü Dr. Dinçmen’e kulak verirsek, “Günü gün etme’nin, ucuz çıkarcılığın, basit kafa’nın, düşünmeme’nin geçer akçe olduğu bugün’ün yaşamında, ruhumuzu serinletecek tertemiz bir damla su...”dur Çayname.
(Bu güzel eserin içeriğiyle mütenasip biçimsel özellikleri ve baskı tekniği konusunda da bir iki cümle söylemek gerekir. Kitap kapağı, sayfa düzeni, hurufatı, kâğıdı, zarif desenleri velhasıl her şeyiyle bir “estetik nesne” olmaya değer şekilde okura sunulmuş. “Su içer gibi okumak” için bütün görsel kolaylıklar temin edilmiş. Muhterem büyüğümüz Recai Güllapdan’ın arzu ettiği ve kolayca okunabilecek nitelikleri haiz bir kitap. Ayrıca, böyle güzel bir kitabı okumam konusundaki tavsiyeleri için de kendisine teşekkür erdim.)