Menu
BEN NE ZAMAN BİR GÜL KOKLASAM / ELİMDEKİ GÜL DAHA ÇOK GÜL OLUR
Deneme/İnceleme/Eleştiri • BEN NE ZAMAN BİR GÜL KOKLASAM / ELİMDEKİ GÜL DAHA ÇOK GÜL OLUR

BEN NE ZAMAN BİR GÜL KOKLASAM / ELİMDEKİ GÜL DAHA ÇOK GÜL OLUR

Yazımın başlığına iki güzel dizesini koyduğum Sedat Umran adeta şiir soluyan, o çok bilinen ifadeyle şiirle nefes alıp veren bir adamdır. Allah sağlıklı ömür versin 82 yaşını ikmal etmek üzere. Muhtemelen ömrünün her anında bir şekilde şiire bir yol bulmuş, onunla bir an geçirmiş olmalıdır. Bu ömrün bir saati yok ki şiirsiz geçmiş olsun. O şimdilerde ahir ömründe sessiz sedasız yaşıyor. Gözlere nihan, sanki unutulmuş gibi.

Şiir yaşını tamamlamış birçok şair gibi, Sedat Umran da evvelce yayımlanan kitaplarından ürünler seçerek yeni kitaplar oluşturuyor. Bu seçmelerin arasına yeni ürünler koyup koymadığını bilmiyorum.) Şiirlerinden -şüphesiz beğendiklerini- seçerek bir araya getirdiği ilk kitabı Sedat Umran’dan Seçmeler (Ötüken, 1995) adıyla çıkarmıştı. Bu yıl da Devin Uyanışı (Kartal Belediyesi Kültür Yayınları) adlı yeni bir seçkiyle kendisini hatırlattı.

Şairimizin ilk seçmeler kitabını okuduğumda, defterime sıcağı sıcağına şu satırları yazmışım: Kestirme bir yargı olacak ama Sedat Umran vasatın üstünde bir şair. İyi şiire yaklaşan ürünleri var. 517 şiirinin içinden seçip bize sunduğu 152 örneğin bende oluşturduğu kanaat bu. İyi bir şiirini hatırlıyorum “Gittin Taş Atarak Denizlerime”, bu seçkiye almamış. Bu kitaptaki ürünlere bakarak şu denebilir: Sedat Umran ‘küçük şeyler’ şairi. İğne, makas, fermuar, düğme, vida, mum, pergel, sabun, astar, musluk, paspas, semaver gibi hayatımızın önemsiz yanlarını dolduran “eşya”yı ve kimi nesneleri şiirine konu etmiştir. Bir de hayvan(cık)ları: Kırkayak, kelebek, karınca, ateş böceği, yarasa, pire, hindi, kuğu, manda... Ahmet İnam’ın çok doğru bir deyişiyle dünyanın [siz buna ‘yaşama’nın deyin] en şiirsiz yerlerinden şiir emmeye çalışmıştır. Bir de “eşyanın yorgun üfürükçüsü” diyor onun için İnam.

Devin Uyanışı, bir önceki seçmelerden bazı örneklerin çıkarılması ve yenilerin eklenmesiyle oluşturulmuş. Tabiatıyla yukarıdaki belirlemeler, Umran’ın bu kitabı için de geçerlidir. Dahası, Sedat Umran şiiri bağlamında da yukarıdaki hükümleri ihtiyatla söyleyebiliriz.

Umran, sembolist bir şairdir; eşyanın dilini arayan. Hemen her şiirinde teşhise başvurarak eşyanın sezilmeyen gizemini (ruhunu mu demeli) keşfetmeye, ona can katmaya, nesnelerin ve hayvanların bize duyuramadıkları sessiz dilini dile getirmeye çalışıyor. Nesnelerin ürperten sesini, üşüten yankısını iletmeye uğraşmak az şey değildir. İnancımıza göre, “bütün varlıkların kendilerine has bir hayatı, bir canlılığı vardır; hatta taş ve maden gibi ‘cansız’ cisimler bile böyledir. Ve her varlık, kendisini Yaradan karşısında (kulluk) vazifesini yerine getirir.” Başka bir deyişle, her varlık lisan-ı hâlince Yaradan’ını anar, onu tesbih eder. Bununla birlikte, insan eliyle imal edilen ‘eşya’nın da bir “lisan-ı hafî” ile bize bir şeyler fısıldadığını düşünenler ve bunu duyanlar az değildir. Sedat Umran, iktidarınca işte bu “gizli dili” sese/ söze kalbetmeye çalışıyor. Yer yer bunun fevkalade üstesinden geliyor da. Tanpınar’ın Ahmet Haşim için söylediği “eşyadaki gizli mutabakatları yakalayan ve tabiatın cevherini sızdıran” tavsifi, Sedat Umran için de rahatlıkla kabul edilebilir.

Sedat Umran’ın gözüyle bakınca eşyaya ya da hayvanata veyahut varlıklara şunları görmek olasıdır: Tren, istasyonların şımartılmış çocuğudur. Aşk yerine parmak uçlarımızın sıcaklığını duyan daktilo, fısıltımızı yüreğinin kanıyla yazmıştır. İğne çıplak gövdesiyle utanarak yaşamıştır. Karatahtanın içi ak tebeşirin çizgisiyle ışıldar ve bir silgi ara sıra yüzünü okşadığında toz halinde dökülür iğreti sevinci. Sakız ezile ezile incelir ama yine de kopmaz. Balonlar hafifliğin gemileridir gökyüzünde yüzen. Toz sessizliğin kuluçkası, delik ayıbın keskin gözüdür. Kaplumbağalar kaderi sırtlarında bir yük gibi taşırlar, arıların damarlarında kan yerine çiçek kokusu dolaşır; kimsesiz böceklerin cenaze kaldırıcıları olan karıncalar sabrın dolambaçlı yollarında yalnızca kendilerinin bildiği bir gizi kulaktan kulağa fısıldayarak yürürler. Güller sessizliğin diliyle şiir okurlar.
Şair, her gün içinde bin umut parçalandığı için (mi) sesinden hüznü eksik etmez. Örneğin “Leke” şiirini şu dizelerle bitirir: “sevincimin kumaşında parlayan/ üzüntü lekeleridir/ silip de bir türlü çıkaramadığım/ içimin dökülen mürekkebidir.” (s. 64) Umran’ın şiirinde hüznün en çok ölümle birlik yoğunlaştığını görmekteyiz. “Kara Işıldak “ ölüm, her insan teki gibi, Sedat Umran’ın da kurtulamadığı bir düşüncedir. “Heykelin Düşü” bile bu düşünüşten/ duygudan nasibini alır. Yine bu bağlamda “Unutulan Ölü”nün feryadı hazindir: “Ben ölüyüm/ eldivenlerimde kaldı sıcaklığı ellerimin/ gözlerimdeki korku aynalarda/ gülüşümden uçurtmalar yaptınız, ama uçuramadınız/ sevincinizin göklerinde.”

Umran, genel yaşayışta çokça aksayan insan yanlarımızı görmeyi de ihmal etmez. Bu bağlamda “Dilenciler” ve “ “Topal” şiirleri iki iyi örnektir. Şu dizelerde bir insanın yazıklanışıyla birlik toplumun ahenksizliği de hissedilir:
Denedim yıllar yılı sallanmadan gitmeyi
Adımlarım ufaldı, ben büyüdüm ayakta
Biriktirdim eksik kalan yürüyüşümden
Atmaya kıyamadığım adımlarımı... (s. 110)

Öte yandan, çok uzaklardan, korlu bir aşkın küllenen ocağından kıvılcımlar düşer Sedat Umran’ın şiir kitabının sayfalarına:
İÇİMDEKİ İLKBAHAR
Uzak ırmaklar gibi gözlerin
Yansıtır ışıltısını bakışlarıma
Ben kaç bahar, kaç yaz sığdırdım
Sen yanımdayken kışlarıma... (s. 21)

Bir başka şiirinde de “Canan İçin” şu dizeleri okuruz:
Bir serinlik yayılır saçının ormanından
Kalbimin ateşini körükler gibi olur
Boğulsam da ne çıkar mutluluk dumanından
Ruhum hava yerine güzelliğini solur... (s. 38)

Yer yer taassuba varan biçimcilik (bilhassa kafiye tutkusu), Sedat Umran şiirinin karabasanıdır desek, abartmış olmayız. Öyle örnekler var ki, şiiri boğan kıskacına ve yapaylığına rağmen, şair kafiyeden vazgeçmemiştir.
Şairin gençlik yıllarında zihninde yer eden, kulağında kalan kimi seslerden (Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Ziya Osman, Cahit Sıtkı, Behçet Necatigil) bazı ürünlerinde yer yer izler görülür. Bu ustaların edasından, kimi örneklerde tümüyle uzaklaşmış değildir.

Bir de benim gördüğüm, bir rubai şairi gibi, asıl düşüncelerini sona saklıyor Sedat Umran. Bu sebepten olsa gerek şiirlerinin daha ziyade son kısımlarını beğendim.

Hâsılı, Sedat Umran Devin Uyanışı’yla bir demet şiirini okura sunmuş ve ondan teveccüh beklemektedir. Eşyanın dilini, varlıkların ruhunu keşfetmek isteyenler, onlara bir de Umran’ın gözüyle baksınlar.

(Bu arada, Kartal Belediyesi’ne teşekkür etmek gerekir. Belediyelerin çeşitli faaliyetler gerçekleştirerek kültüre, sanata, edebiyata destek vermesi artık insanların beklentileri arasındadır. Edebiyatın gücü ve güzelliğiyle zihinlerin aydınlatılması, beğenilerin yükseltilmesi yolunda belediyeler de üzerlerine düşeni yapmalıdır. Kartal Belediyesi de bu sorumluluğun gereğini yapmıştır. Ne ki, Devin Uyanışı, nesnel özellikler bakımından daha bir özenle basılabilirdi.)

Diğer Yazıları