Suretin uzak olanı yaklaştırdığını ya da daha ziyade manayı uzak tutan yakınlık olduğunu söyleyelim.
Bu yakınlık yalnızca izahta değil, ayrıca gayb ve uzaklıkta da açıktır.
Sonsuz keşf ve gayb arasında, suret ve mana arasında, yakınlık ve uzaklık arasındaki bir cedelle mütekamil olur.
Sanki düşünce, aydınlık ve karanlık arasındaki ayırıcı çizgi gibi olan suret ve mana arasındaki ayırıcı çizgide hep şekil almış gibidir.
Ancak insan her zaman mana ya da nura çekilir.
Bunun sebebi, görmenin tanımlamada bulunup yaratmamasıdır.
Dolayısıyla görme, ileride yatan bir şeye eşikten daha fazlası değildir; yani sırdır.
İnsan en yoğun gördüğü anda henüz görmemiş olduğuna yönelik susuzluğun daha da yoğunlaştığını fark eder.
Görme, sonsuz şeylerin hareketidir; ulaşma noktası onun ne kadar yakın olduğundan ziyade, ne kadar uzak uzak olduğunu keşfettiğimiz, susuzluğumuzun giderilmesinden ziyade halen ona ne kadar susamış olduğumuzu keşfettiğimiz noktadır.
Yakınlık, mesafenin daha da uzak göründüğü bir ışık parıltısıdır ve yakınlığın en uç noktası ölümdür: bu dünyada hayatı tesis eden ölüm.
Diğer hayat ötekini gölgeleme açısından –bu dünyayı; ne var ki ışığa nispetle hayattır- ölümdür. Yani sonsuz yaşamdır.
Ancak burdaki geçmiş, geçen ya da tükenen bir nokta olmayıp, insanın önündeki köken ya da köktür.
Bu anlamda geçmiş, gelmiş olan gelecektir ve şu an ise geçmekte olan gelecektir ve gelecek ise gelecek olan gelecektir.
Zaman, gizli-açık varlığı ölçen bu gölge-aydınlık hareketidir.
Varlık gizli-açık, açık-gizli’nin (zahir-batın, batın zahir’in) karşıt güçlerinin sürekli hareketinden daha fazlası değildir.
İnsan bizatihi ara bir halde (berzah), gölge ce aydınlık arasındaki bir köprüdedir ve varlığı aydınlığa giden geçidin merkezinde yatar.
Hayatı geçmek için sürgit bir sabırsızlıktır.
O, iki sınır arasında var olmakla zuhur eder: sınırlarını gizleyip önünde olan yokluk olmaksızın yaşayamaz, ancak paradoksal olarak gördüğü ve sırla kendisini nasıl birleştireceğini izhar eden bir suretle olmaksızın hayata doğru hareket edemez.
Sır insanı aşar.
Bununla birlikte eşzamanlı olarak etrafını kuşatır, onu kuşatır ve hareket ettirir.
Varlığının sadece ona doğru yolculukla idrak edilebileceği ufuktur; yolculukta bulundukça sır yaklaşır, ancak yaklaştıkça daha uzak görünür ve ölüm için, yani doğum için olan derin arzusu nuradan gelir.
(ADONİS, SUFİZM VE SÜRREALİZM, ÇEVİREN: NURULLAH KOLTAŞ, İNSAN YAYINLARI, İSTANBUL 2012; SS:114-115)