Menu
DİL ŞİDDET YARATIR MI?
Deneme/İnceleme/Eleştiri • DİL ŞİDDET YARATIR MI?

DİL ŞİDDET YARATIR MI?

Toplumsal pratikte önemli role sahip olan dil, sözcüklerin aracılığıyla zaman zaman şartların ve durumun oluşturduğu bağlam içerisinde bir nevi şiddet uygulaması olabilir. Tarihsel ve toplumsal olarak her dönem farklılıklar arzeden toplumsal ilişkiler şiddeti ve gücü ortaya çıkarıcı, belirleyici rol oynarlar. Egemen iktidarlar tarihler boyunca kendi devamlılıklarının sağlayıcılığını üstlenebilecek dili bir şiddet aracı olarak kullanmışlardır.

Şiddet terimi “Afşar Timuçin’in Felsefe Sözlüğü’nde ‘aşırı korku yaratma, bir toplumun ya da bir topluluğun hatta bir kişinin direncini kırmak için bozgun yaratıcı maddi ve manevi yöntemler uygulama’ olarak geçer.

“Batı dillerinde Latince kökenli violence, Almanca karşılığı olarak Gewalt sözcüğü ‘kaba kuvvet, şiddet, güç ve zorlama’ anlamlarını kapsar.” Gewalt, Fransızca ve İngilizce’de genel olarak violence sözcüğü ile karşılık bulur. Bu sözcük iki anlamı birleştirir; “Şiddet, zorbalık (violence) ve kamu gücü ve otorite.”  “Duden sözlükte Gewalt ‘bir kişi veya bir şey üzerinde güç ve hak tasarrufunda bulunmak’ anlamları ile açıklanarak, kamusal, dinsel, tanrısal, dünyevi, ruhani, yargısal ve ailevi olmak üzere şiddet kavramı geniş bir anlam yelpazesinde sınıflandırılmıştır.”

İnsan bulunduğu toplumun çevresel etkileriyle, kendi doğallığından uzaklaşıp bozulmaya başlayabilir. Fıtratındaki doğal dil, süreç içerisinde bulunduğu toplumdaki kültürün edinimleriyle, o toplumun dilinin özelliklerini benimsemeye başlar.

Şiddet, çok geniş eylem alanlarını kapsayarak, güç ve egemenlik ilişkilerinde her zaman büyük bir yere sahiptir.

Tarihî süreç içerisinde insan, grup ya da toplumların dilsel ve fiziksel olarak şiddet hareketleri türlü türlü ifadelerle zuhur ederek, sürekliliğini hep devam ettirmiştir.

Geçmişten günümüze insan iletişiminde egemen olan söz ve eylemlerde şiddet, her türlü şekilde varlığını sürdürmüştür.

Habermas, “şiddet olgularının ancak karşılıklı anlayış esaslarına dayanan iletişim modeliyle aşılabileceğini” ifade etmiştir. Aksi takdirde şiddet için uygun zeminler oluşması kaçınılmazdır. Şiddet dilinin kullanımında “dilin suistimal edilmesinin etkin rol oynadığını, dilin imkanları ve esnekliklerinden yararlanılmadan, yalnızca güdüleme amaçlı olarak kötüye kullanıldığını” ifade etmiştir.

XVI. Yüzyıl Avrupası

XIV. ve XVII. yüzyıl Avrupa tarihinin sosyal ve dinsel huzursuzluklarının en egemen olduğu dönemdir. Bu dönemde dil, politika ve kültüre egemen olan Avrupa anlayışı özellikle şiddet ve korku içerikliydi. Kilisenin kitlesel korkular yaratmaktaki etkisi büyüktü. Felaketler, savaşlar, ayaklanmalarla dolu şiddet söylemleri tüm Avrupa’ya egemen durumdaydı. Bu yüzyılda egemen olan bu kültür temelinde, şeytan, putperestler, müslümanlar, yahudiler ve kadınlar bulunuyordu.

Delumeau, Martin Luther’in Türk ve Yahudi düşmanlığının arka planında dinî meseleler olduğunu vurgulayarak, Yahudi ve Müslümanlara yapılan şiddet söylemlerinin ortaçağın en yaygın düşüncesi olduğunu ifade etmiştir.

Kadınlara yönelik şiddet dili ise çok eski ve köklü geleneklere dayanır. Kadın suçlu, günahkâr, uğursuz gibi türlü tanımlamalarla adeta şeytanî bir varlık konumuna getirilir.

Bu anlayışın asıl kaynağında ise Havva’nın günahlarının bulunduğunu ifade ederler; “Havva tüm günahların anası ve başlangıcıdır. Cennetten atılmıştır. O günden beri kadın şeytanın silahıdır, yasaların düşmanıdır, yok oluşların kaynağıdır. O, derin bir mezardır, dar bir kuyudur. O, acı bir ölümdür ve onun yüzünden bizler ölüme mahkûmuz.”

Bu dehşet dolu söylemler, Kiener’in dilsel şiddete yönelik, sözlü saldırılarla ilgili analizlerinde 3 ve 4. grupta topladığı kötü niyetli suçlamalar, küçük düşürücü, itham edici söz edimleri grubuna dahildir. Bu dönemde toplumsal çıkar ilişkileri genellikle dinle ilgili söylemler ve tartışmalar üzerinden yürütülmüştür.

Türk ve Müslümanlara Yönelik Şiddet Dili

XIII, XIV ve XV. yüzyıldan itibaren din farklılıkları, Osmanlıların yaptıkları savaşlar, Türk ve Müslümanlar’ın kan dökücü olarak görülmesine, insanları öldüren, yakıp yıkan zalimler olarak tanımlanmasına yol açmıştır. Marco Polo Türklerin tanımını yaparken onları “kaba ve entelektüel olmayan” olarak nitelendirmiştir. Rodos çıkarmasından sonra Türklere karşı artan şiddet dili her yerde (gazete, dergiler, şiir) kendini fazlasıyla göstermiştir. Herder, “İnsanlık Tarihinin Felsefi Düşünceleri” adlı eserinde Türkler’i “Asyalı Barbarlar” diyerek aşağılamıştır. Bu dönemde Kur’an karşıtı kitaplar da yazılarak içerisine şiddet söylemleri yerleştirilmiştir. Kanuni’nin döneminde Libro Uamado Antialcoran adlı eserde Türklerin barbar olarak aşağılandığı görülür; “Eğer Türklere bakacak olursanız bunları beter bir halde görürsünüz; inanç yoksunu, kanunsuz, kibirli, barbar, şehvetli, hayvani, hırsız, katil, gaddar; sanattan ve dürüst bir hayat düzeninden yoksun, Tanrı korkusu olmayan, kanunsuz, edebiyattan ve bilimden yoksun insanlardır; kan ve savaş dostudurlar.”

İstanbul’un alınması ve Viyana’ya kadar süren seferlerin de etkisiyle, dinsel bir fanatik anlayış ve ırkçı yaklaşımlara sahip, giderek şiddetini artıran söylemler, hızını artarak, Avrupa’da yaygınlık kazanmıştır.

Kula’nın Alman Kültüründe Türk İmgesi II adlı eserinde Luther’in şiddet dolu söylemleri ise oldukça dikkat çekicidir; “Türklere ve Sarasenlere, İnsan Bile Denemez, Türkler Neye İnandıklarını Bilemeyecek Denli Cahildir, Türkler En Büyük Eşkıya ve Ahlak Bozucudur, Türklerin Ordusu, Şeytanın Ordusudur” ifadeleri bu dönemin şiddet dilinin ne derece güçlü olduğunu gösteriyor.

Luther kendisinin önünde engel olarak gördüğü her millet ve dine  karşı ölçüsüz ve aşağılayıcı bir şiddet dili kullanmaktaydı. Ona göre Türkler, “Tanrı’nın cezası, şeytanın aracı, inanç düşmanı, düzen bozuculardır.”

Yalnızca söyleyişten ibaret olmayan bu şiddet dilinin ayrıca dua metinlerinde de yer aldığı çeşitli kaynaklarla belirtilmiştir. Bu dua metinlerinde Türkler, Hıristiyanları çoluk çocuk demeyip acımadan öldüren, vahşi, merhametsiz gaddarlara benzetilerek, şiddet söylemlerinin gücü artırılmıştır.

İnsanlık tarihi içerisinde dilsel şiddet son derece etkin ve önemli bir role sahip olmuştur. Dil, şiddet gibi çeşitli unsurları da içinde barındıran sürekli üretmeye yönelik olan hareketli bir varlıktır. Bu özelliğinden dolayı insanlık tarihinde toplumsallaşma süreçlerini etkilemede belirgin bir rol oynamıştır. Şiddet, güç ve egemenlik aracının göstergesi olarak, şiddet söylemleri her zaman egemen olma amacına yönelik kullanılmıştır.

Şiddet söylemlerinden arındırılmış eşit koşullarda gerçekleştirilen çözümlerle insan ilişkilerinin daha tutarlı ve barışçıl bir seviyeye getirilmesine imkan hazırlamak, tarihte yaşananlardan ders çıkartılması, önümüzdeki engellerin aşılmasında bize yardımcı olabilir.

-Dil ve Şiddet İmran Karabağ İkaros-

( Edebistan, Şubat 2011)

SEMİHA

İstanbul doğumlu. Edebiyat alanında, kitap eleştiri, analiz, deneme yazıları yazıyor. Ayna İnsan Kültür ve Edebiyat Dergisi'nin İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Halen serbest düzeltmenlik ve editoryal çalışmalar yapıyor. Star Gazetesi, Yeni Şafak Gazetesi, Karar Gazetesi, Hece Edebiyat Dergisi, İtibar, Şiar, MOCCA Dergisi, Edebistan'da aktif olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Yazarın spesifik portre çalışmaları da bulunmaktadır.

Daha fazla görüntüle