Hayat bir oyundan ibarettir. İnsan şaşırabileceği müddetçe de oyun devam eder. Hâlâ şaşırabiliyorsak, gözümüzden yaş eksik olmadığı halde ümitvâr isek, sokaklarda oyun oynayan çocukları gıptayla, büyük bir özlemle izliyorsak; içimizde bir çocuk var ve bu çocuk hâlâ ümitli, hâlâ sancılı, hâla eksik parçasıyla oyuna; hayata tutunuyor demektir.
Eğer birileri gemileri yakıp arkasına bakmadan iliklerine kadar ıslanmayı göze aldıysa, bilin ki o kişi uçurum kıyılarında korkmadan al gelincikleri toplamaya başlamış demektir. İşte Sibel Eraslan kalemini al gelincikler dolu hokkasına batırıp uçurum kıyılarında matem gülleri yetiştiriyor, kuşlarla hemhal olup sevda kokulu ezgiler söylüyor.
Çocukken acı nedir, sıkıntı nedir bilmezdik. Kimi zaman düştük, küçük sıyrıklarla atlattık. Kimi zaman düştük, yaralandık. Ama acı nedir bilmedik, çünkü sorgulayamadığımız için bir oyun gibiydi her şey ve oyunda düşmeler, yaralanmalar olabilirdi. Herhalde tebessüm etmek insana en çok da çocukluk anında yakışıyor. Büyüdükçe, çocukluktan uzaklaşıp hayatın anlamını sorguladıkça tekrar geçmişe döndüğümüzde boğazımızda bir hıçkırık, gözümüzden yaşlar boşanıyor. Geçmiş bir masal gibi gözümüzün önünden geçince ne kadar saf ve temiz yaşadığımızın farkına varıyoruz.
Büyüdükçe, derin bir nefes alıp gemileri yakamadığımızdan, modern dünyanın önümüze getirdiği, adeta yüreğimizi sürüklediği kargaşadan kurtulamıyoruz, çırpınıyoruz.
Sibel Eraslan, bir serçe misali çırpınıyor, saf ve temiz duygularıyla çamurdan ev yapıp seksek oynuyor, mızıka çalıyor, uçurtma uçuruyor, bilye oynuyor, bisiklete binip çarşı pazar geziyor...
Eraslan, Balık ve Tango’dan sonra çıkardığı ikinci hikâye kitabı Parçası Benden ile hayatta varoloşunu sorgulayan, mihenk taşları ile yolunu aydınlatan, hayatın içinde saklı olan temiz, saf ve narin nağmeleri, sükût çığlıkları dinleyerek ve oyundan kopmadığının da farkına vararak hayata nasıl tutunmamız gerektiği konusunda bizlere ipuçları gösteriyor.
Ne zaman acılar içerisinde kıvranırsak, bitkin bir halde uçurumdan aşağı tek bir kolla tutunmak zorunda bırakıldıysak gözlerimiz güneşi, yüreğimiz mihenk taşlarını arar. Parçası Benden, yaşanılan acılar, sevinçler karşısında iç âleme yolculuk yaptırarak, mihenk taşlarıyla sükûtumuzu nidaya çeviriyor.
Eraslan, çocukluk yıllarından itibaren yaşadığı atmosferi çeşitli hikâyelerle okuyucuyu sıkmadan saf ve bir o kadar da gerçek bir üslupla -kendine has üslubunca- anlatıyor. Kendine has üslubu diyorum, çünkü Eraslan yaşamı boyunca nerede birine haksızlık yapıldığını görse koşmuş, eliyle düzeltmeye çalışmış, eliyle düzeltmediğini yazılarında da geçtiği üzere diliyle, kalbî dualarıyla daima haksızlığa karşı haykırmaktan çekinmemiştir. Nerede haksızlığa maruz kalan bir çocuk varsa, Eraslan oradadır.
Hikâyeler, “sadece yaşlılar mı ölür?” sorusu ile zihni bulanan, hayata karşı bitmek bilmeyen soruları bulunan bir çocuk gibi soru sorarak, insanı tefekkür etmeye vesile kılan hikâyeler… “Maa” diye iç dünyasından haykırarak suya hasret kalmış bir çocuk gibi aşka hasret kalmış, susamış hikâyeler... Jandarmaların kimlik kontrolü yaparken, her gün sınıfta tırnak kontrolü yapan öğretmenden aldığı baskıyla jandarmalara karşı mendil çıkarıp tırnaklarını gösterecek bir çocuk kadar saf, seksek oyununda taşı kırıldığında herkesten önce “parçası benden” diye yüksek sesle bağıran, bağırmadığında oyundan atılan bir çocuk kadar heyecanlı… Bir havari ile bir mezar bekçisi arasındaki farkların kapısını aralayacak kadar gerçek, anneannesi öldüğünde annesinin bir yaz boyu ağlamasıyla annesinin de çocuk olduğunun farkına varan bir çocuk kadar saf ve masum.
Parçası Benden’de bazı cümleler var ki, insan dönüp dönüp okuyuveriyor, hayal âleminde düşlerini ziyaret ederek hakikati arıyor. “Aşkta otuz cüzün hafızıydı o” (sayfa: 84) cümlesi de o cümlelerden. Aşkta otuz cüzün hafızı olmak, ya da Bob Ross’un inanılmak fırçasıyla yaşlı kadınları hayata bağlayan resimlerinde hayatın ışığı olup hayatın kapısını aralamak… (sayfa: 123) Nardan nura, alevden suya yol arayan hasta kadınların arasında ateşi suyla söndüren bir nar olmak… (sayfa: 126)
Eskilerini hiç atmayıp, her an baskın olacakmış havasından kurtulamayarak eşyalarını her gece yatmadan önce bavula dolduran bir nine kadar gerçek ve saf bu hikâyeler.
Yüreğinde saflığı ve öze dönüş yolunu aramakta çırpınan serçeleri, siz okurlarını bekliyor.
Hayatın bir oyundan ibaret olduğunun farkına varmaya vesile olarak, sizi seksek oynamaya davet ediyor.
Derin bir nefes alarak gemileri yakmanızı, yakınca da hayata tutunabildiğiniz zaman nasıl mutlu olabildiğinizin resmini çekiyor şipşak fotoğraf makinesiyle.
Eraslan, çorbadan alınacak bir bandırmalık tat kadar da olsa parçası sizden bir sese çağırıyor okurları masum ve saf sesiyle…
Parçası Benden
Sibel Eraslan
Dergâh Yayınları
(Yolcu Dergisi, Sayı: 50)