Menu
ALEMİN VE ZAMANIN EZELİLİĞİ VE EBEDİLİĞİ
Deneme/İnceleme/Eleştiri • ALEMİN VE ZAMANIN EZELİLİĞİ VE EBEDİLİĞİ

ALEMİN VE ZAMANIN EZELİLİĞİ VE EBEDİLİĞİ

Dikey ve Yatay Külli Hükümran Işıklar Hakkındaki Bahsin Tamamlanması, Alemin ve Zamanın Ezeliliği ve Ebediliği

Hükümran ışıklar Bir Olan Işık’la, yani Işıkların Işığı ile sevinç bulduklarından, zatlarındaki muhtaçlık sebebiyle kendilerinden bir berzah hasıl olur. Unsuri varlıkları  gerektiren hükümran ışıkların mertebesi, yüce berzahların efendileri [feleklerin akılları] olan yüce hükümran ışıklardan aşağıdadır. İlk zikrolunan hükümran ışıklardan yüce berzahlara boyun eğen ve onlardan tabiatları g ereği etkilenen berzahlar doğar. Bu aşağı berzahların farklı suretleri kabul eden ortak bir berzahları vardır.

Ortak maşukları olan Işıkların Işığı’na benzemek istediklerinden dolayı bütün feleklerin hareketleri dairesellikte ortak iken, diğer yandan başuklarının, yani hükümran ışıkların farklı olmasından dolayı hareketleri yön itibarı ile birbirinden farklıdır. [Işıklar alemindeki] ortaklıklarla göklerdeki veyeryüzündeki ortaklıklar ve dahi farklılıklarla farklılıklar arasında tam bir paralellik vardır. Böylece taşmanın yönleri çok ve orantılı olur.

Hükümran ışıklar arasındaki öncelik zamansal değil aklidir. Hiçbir beşer onların sayısını bilmez ve sıradüzenlerini tespit edemez. Onlar sadece dikey olarak sıralanmış değildirler; bilakis onlardan bazıları birbirine denktir. [Dikey sıradüzendeki] yüce ışıklar pek çok ışıklı yöne sahip olduklarından ve birbirleriyle etkileşimde bulunduklarından, kendilerinden denk hükümran ışıklar sudur edebilir. Bu olmasa [cismani alemde] denk türler ortaya çıkamazdır. Bir yüve hükümran ışığın Işıkların Işığı’nı ve [kendi üstündeki] diğer bütün yüce ışıkları müşahede etmesi yönünden kendinden hasıl olan hükümran ışıklar, o yüce hükümran ışık üzerine düşen ışıldama ışınları yönünden kendisinden hasıl olan hükümran ışıklardan üstündür [çünkü müşahede yönü ışıldama yönünden üstündür]. Işınlar arasında da farklı tabakalar ve mertebeler vardır. Dolayısıyla hükümran ışıklar iki tabakadır/sınıftır: İlk tabaka sayıca az dikey sıradüzenli ve asıl ışıklar olup bunlar cevherleri ve ışınları ile aracılardır. Bunlar ana ışıklardır. İkinci tabakada ise yatay [ve denk sıradüzenli, yani birbirlerinin illeti olmayan] hükümran ışıklar olup birinci tabakada yer alan aracı ışıkların pek çok tabakaları olan ışınlardan hasıl olmuşlardır.

Zaman, öncesi ve sonrası aklıda birleştirilen hareketin ölçüsüdür. Hareket, günlük hareketle tespit edilir, çünkü günlük hareket en apaçık harekettir. Bir işi yapmakla gecikir ve bu gecikme o işi erken yapmamız halinde elde edeceğimiz bir şeyi elden kaçırmaya sebep olursa, bir şeyin elden gittiğini sezeriz, ki o şey de zamandır. Zaman hareketin miktarı ve ölçüsüdür. Zaman bir miktar ve ölçüdür çünkü, çünkü [her ikisi de zamanın bir cüzü bir gün ile bir saat arasında] fark olduğunu görüyoruz. Zaman hareketin ölçüsüdür [çünkü zaman da hareket gibi] sabit değildir ve sürekli akar gider.

Zaman, bir zamansal başlangıç olacak şekilde [ezelde] kesintiye uğramaz [zaman ezelidir/kadimdir]. Aksi takdirde zamanın “sonrası” ile birleşmeyen bir “öncesi” olurdu. Bu “önce”, yokluk [zamanın yokluğu] değildir, çünkü bir şeyin yokluğu [ancak zamanın varlığından] sonra olabilir. Bu “önce” sonrasına bağlanan sabit bir şey de değildir [çünkü zaman hiç durmayan hep akıp giden şeydir]. Bu durumda o sabit şey de zamansal bir öncelik olur ve [ondan önce bir başka zaman, ondan önce bir başka zaman… şeklinde] bütün zamanlardan önce bir zaman olur [ve sonsuz bir silsile ile olur] ki, bu da muhaldir. O halde zamanın bir başlangıcı yoktur.

Zamanın başlangıcı olmadığı şu şekilde de ispatlanabilir: Bilindiği gibi hâdisler birlikte bulunmayan / eşzamanlı olmayan sonsuz illetler ve dolayısıyla [ezelde ve ebedde] daimi bir hareket gerektiriler. Şüphesiz bu kareket kuşatıcı feleğin hareketidir ve bu hareketin daimi [ezeli] olduğunu bir başka delille açıklamıştık. [Bütün varlığı kuşatan feleğin hareketi ezeli ise bu hareketin ölçüsü olan zaman da ezeli olmalıdır.]

Zamanın kesintisi de olmaz [zaman ebedidir]. Çünkü  böyle bir kesintinin varlığı kendisinin “sonrası”nı gerektirir. Onun “sonrası” da yokluğu değildir. Çünkü yokluk önce de olabilir. O sonra sabit bir şey değildir. Nitekim bu, [zamanın ezeliliği bahsinde] ifade edilmişti. Buna göre zaman kesildiği [ve sonlandığı] takdirde, bütün zamanlardan sonra olan bir zamanın olması gerekir ki, bu da muhaldir.

Öncelik ve sonralık, bir defada olup biten itibari / vehmi bir âna göre belirlenir. Zaman da ânın iki yanında olandır. Geçmişin o âna yakın cüzleri “sonra”, uzak cüzleri de “önce”dir. Gelecek ise bunun tam tersidir [Öncelik ve sonralığın tespitinde itibari bir ân belirlenmese] benzeşme güçlüğü doğar, geçmiş ve gelecek birbirine karışırdı.

Taşma edebidir. Çünlü fail [Zorunlu varlık] değişmez ve yok olmaz. Dolayısıyla alem de Onunla birlikte devamlı var olur. Taşmanın [alemin] ebedi olması halinde taşmanın Yaratıcısı ile eşit olacağı iddia edimektedir. Oysa taşmanın ebediliğinden böyle bir sonuç çıkmaz. Bilindiği gibi bir ışık kaynağı ışınlarla [zamanla değil Zat’la] öncedir. Işınların varlığından ve yokluğundan ışınların kaynağı olan şeyin ışınlardan önce var olduğu veya yok olduğu –eğer yokluğu mümkün bir ışık kaynağı ise- sonucu çıkarılsa da malul zatında illeti ile eşit olmaz. Bilakis malul illetinden var olmuştur ve illeti ile vardır.

[Başlangıcı olmayan ezeli hareketleri çürütmek ve dolayısıyla alemin hâdis olduğunu ispatlamak sadedinde söylenen] “[Geçmişteki sonsuz] hareketler varlıkta birleşmişlerdir / eşzamanlıdırlar, çünkü her bir hareket var olmuşsa bütün hareketler de var olmuş olur” argümanı doğru değildir. Çünkü birbiri ardına gelen hareketlerin birleşmesi [ve aynı anda var olması] muhaldir. Bundan da hareketlerin sonsuz olduğu sonucu çıkar. [Arka arkaya gerçekleşen] hareketler bir bütün oluşturmazlar. Çünkü onlar var olduğu gibi yok da olurlar. Sonluluğun zorunluluğuna dair burahn, bireylerin birlikte / eşzamanlı var oldukları ve sıradüzenli oldukları hallerde geçerlidir. Oysa hareketler [eşzamanlı olmadıklarından onlar] için böyle bir durum söz konusu değildir. Muhallik yönüne bir şeyin dayanması için muhalin varsayılmanın yanlış olduğunu biliyoruz. [Hâdislerin illetlerinden sayıca] sonlu olması zorunlu illetler, [hareketler değil] sabit ve taşan zatlardır [çünkü hareketler sıradüzenli ama eşzamanlı değilken, sabit ve taşan zatlar eşzamanlı ve sıradüzenlidirler ki, bu yüzden sayıları sonludur].

Hareketlerin sonsuz olması halinde, her hâdis hareketin sonsuz bir şeyin varlığa gelmesine bağlı olacağı, bu yüzden hiçbir hâdis hareketin gerçekleşmeyeceği argümanı yanlıştır. Çünkü bir şeyin sonsuz olana bağlı olarak gerçekleşmesinin imkansız olması için, sıradüzenli sonsuzluğun henüz gerçekleşmememiş olması gerekir. Binaenaleyh, henüz var-ol-mamış-sonsuz-olana bağlı olarak var olacak bir şey hiç var olamaz. Ama bu hâdisin varlığının kendisine bağlı oldğu sonsuz geçmişte var olmuş ve ardından hâdis zorunlu olarak var oluyorsa –işte tartışma konusu olan budur.

“Şimdi” geçmişin sonu olduğundan, geçmişin sonlu olduğu iddia edilmiştir. Bununla “şimdi”nin geçmişin sonu olup ondan sonra bir sonun bulunmadığı kastediliyorsa, bu söz doğru değildir. Fakat kastedilen “şimdi”nin son olup ondan başka deirlerin olduğu ve o devirlerden her birinin kendinden önceki devrin sonu olduğu ise, doğrudur. Çünkü “şimdi” bir başlangıç olarak kabul edilirse, geçmişin sonu ve geleceğin başlangıcıdır. Şimdinin her iki yanındaki zamanlar, yani geçmiş ve gelecek, sonsuzdur.

Bu kimseler, çoğu kez, tek tek bireyler hakkında geçerli olan hükmü bütün hakkında da geçerli sayar ve örneğin, “Her bir hareket yokluk tarafından öncelenmiştir. O halde bütün hareketler yokluk tarafından öncelenmiştir” derler. Fakat biz böyle bir sonucun çıkmayacağını biliyoruz. Çünkü bu iddiaya şöyle cevap verebiliriz: “Siyahların her bir bir bireyi şu mahalde belli bir zamanda var olabilir, denilebilir. Ama bütün siyahlar o belli zaman içinde o mahalde bulunabilir, denilemez”. Dolayısıyla her bir birey için ayrı ayrı geçerli olan hüküm, bütün hakkında geçerli olmayabilir.

SÜHREVERDİ, İŞRAK FELSEFESİ [HİKMETÜ’L-İŞRAK], ÇEVİREN: TAHİR ULUÇ, İZ YAYINLARI, İSTANBUL 2009, S: 170-174