Menu
ŞEYDA KOÇ İLE SÖYLEŞİ
Söyleşi • ŞEYDA KOÇ İLE SÖYLEŞİ

ŞEYDA KOÇ İLE SÖYLEŞİ

Yazmak bir eylem midir, bir sevda mıdır, bir varoluş nedeni midir sizce Şeyda Hanım. Niçin yazıyorsunuz?

Yazmak başlı başına bir eylemdir. Hayata karşı duruşunuzu belirler. Yazmak aynı zamanda aşktır. Herhangi bir kimyada hapsolmamış aşkın kelimelerle vucut bulmasıdır. Kelimeleri onunla giydirirsiniz. Kelimelerin de mevsimleri vardır. Sizin iç dünyanızda bu mevsimler ahengini oluşturur. İnsanların üzerine yağar ya da doğar. Özetle; yazmak, soylu bir eylemdir hayata karşı.

Şeyda Hanım, siz şiir de yazıyorsunuz öykü de, roman da yazıyorsunuz deneme de. Sizce bir yazar tek bir alanda mı kalmalı, yoksa edebiyatın her alanında mı eserler vermeli?

Edebiyatın yelpazesi geniştir aslında. Bir yazar her dalda eserler verebilir. Bu yazarın ruh ve düşünce dünyasının doğurganlığı ile orantılıdır. Bu alanda en güzel örnek Sait Faik ve Peyami Safa’dır.

Yazmak kelimelerle resim yapmaktır bir bakıma. Dil, yani kelimeler kutsal varlıklar mıdır yazarlar için. Türkçeye nasıl bakıyorsunuz bu manada?

Kelimeler mevsimler gibidir demiştik. Kelimeler sihirlidir aynı zamanda. Okuyanları da dinleyenleri de büyüler. Büyü kişiye göre değişkenlik gösterir. Kimi büyünün etkisinden çabuk kurtulur kimi ise bir ömür kurtulamaz. Türkçe korunması gereken bereketli bir lisandır.

Yazarlık bir meslek mi, bir sanat mı, bir yaşama biçimi mi size göre Şeyda Hanım?

Ben yazarlığı hiç meslek olarak görmedim. Bu yaşadığımız ülke şartlarından ve kitap piyasasının gelir olarak yetersizliğinden olabilir. Genel anlamda kitaplarımı ücretli bastırmadım. Ama yine kitaplarımdan herhangi bir doyumluk gelir de elde etmedim. Fikriyatımı ve manevi değerlerimi, hayata dair gözlemlerimi başka insanlarla paylaşmaktan keyif aldım hep. Kalemimi herhangi bir kategoriye sokmadan yazıyorum. Meslek olarak görmüyorum. Öncelikle yazar yazmaktan keyif almalı ki bu okuyucuya da sirayet etsin.

1Şeyda Hanım, ilk kitabınızın üzerinden neredeyse yirmi iki yıl geçmiş. Kaleminizin gelişim serüvenini anlatır mısınız bize. Edebî alandaki gelişiminizde, üzerinizde olumlu etkisi olan yazı ustaları kimlerdir?

İlk kitabımı on sekiz yaşındayken yazmıştım. Onu yazarken lise dönemi ve sonrasında okuduğum edebî eserlerin etkisi muhakkak olmuştur. Ömer Seyfettin, Peyami Safa, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Günbay Yıldız... Dostoevski, Kafka, Wirginia Wolf, Ernest Hemingway... Hatırı sayılır bir okuma listem vardı. Yazmanın ve okumanın ilk adımları daha okumayı öğrendiğimiz senelerde başlar ve ben kendimi bu anlamda çok şanslı buluyorum. Çevremde bana okumayı sevdiren ve meraklı olmanın olağanüstü bir meziyet olduğunu öğreten, öğretmen ve büyüklerim vardı hep. Kalemimde çeviri kitapların etkisi oldukça fazladır. Bunu hem avantaj hem dezavantaj olarak görüyorum. . Avantaj olması devrik cümle şiirselliğinin okuyucuyu daha çok sarması dezavantajı ise az okuyan ve yeterli gözleme sahip olmayan okuyucunun bunu farketmekte zorlanması.

Ben yazarlık hayatımı iki kısım olarak değerlendiriyorum. Birinci bölümde yayımlanan dört kitabım var ve sonrasında ara vermek zorunda kaldığım yedi kocaman sene. İkinci kısımda da dört kitap var. Ve ben ikinci kısmı daha çok sahiplendim. Bu iştiyakımın sebebini yıllar ve tecrübeye bağlıyorum. Bu anlamda kalemim de benle birlikte tecrübe edindi ve yaş aldı!

Siz uzun süredir Türkiye dışında, daha çok Hollanda’da yaşayan bir yazarsınız. Bir yazar için başka bir ülkede yaşamak ve Türkçe yazmak nasıl bir durum?

Yurt dışında yaşamanın resmi zorluklarından bunun kalemime olağanüstü ayrıcalık katacağının çok farkında olmamıştım. Ancak gördüm ki memelketime dışardan bakmak kadar türkçeme ve edebiyat sahasına da uzaktan bakmanın kalemime kazanımları oldukça fazla olmuş.

Altı ve yedinci kitaplarınız birer öykü kitabı: ‘Yalnız Balıklar’ ve 'Sen Tara Saçlarımı’ Öykülerinizde daha çok hangi tema/konulara ağırlık verdiniz?

Öykülerimi insan merkezinde örüyorum. Zira insan, sadece sanatta, edebiyatta değil, bilimde ve modern dünyaya ait her platformda tam anlamıyla, henüz keşfedilmiş değil. İnsanın sosyal yaşam içindeki gerçekliğini işleyen birçok kitap ya da yazar var. Ben insanın sıra dışı olan yönlerini gözler önüne sermeye çalışıyorum. Bir erkeğin zaviyesinden hayatı gözlemliyorum. Ya da depresif bir karakterin rüyalarında geziyorum. Farklı bir ülkenin kültürünü kendi kültürümüzle kaynaştırmayı, şehirlerin sessiz ve mistik kardeşliğini vurgulamayı çok seviyorum mesela. Aslında hayatın birebir içinden ama çoğu edebiyat çatısı altında yazarlardan kaçan konular. Çünkü bayan yazarlar daha çok bayanı erkek yazarlar da kendi hemcinslerinin duygu ve düşünce dünyasını işlemeyi tercih eder. Bende ise empati kavramı oldukça baskın diyebilirim.

Son kitabınız 'Bumerang' bir bilim kurgu romanı gibi adeta. Fantastik bir tarihi gel-gitler yaşıyor okur elinde olmadan. Fantastik bilim kurgu yazma fikri nasıl ve nereden geldi aklınıza?

‘Bumerang’da fantastik kurgu var. Fakat tezgâhında reel dokuma var. Tarihsel şehir efsanelerini nesnelleştirdim. Romanı oluşturan temel omurga fantastik düzlemde ancak kullandığım anlatım uslubu gereği, postmodern bir roman denemesi oldu diyebilirim. ‘Bumerang’ı yazma fikri tamamıyla bir rüya üzerinden gerçekleşti. Herhangi bir format belirlemeden başladığım ve severek yazdığım bir roman oldu.

Günümüz Türkiye’sinde yayın dünyasında yer bulabilmek hiç de kolay değil. Yirmiiki yıllık tecrübenize dayanarak sormak istiyorum: Kitapların basımını ve satışını neler etkiliyor sizce?

Kitapların basımı ve yayını günümüzde çok değişti. Bunda on beş yıl önce yayınevleri daha idealist düşünüyordu. Bu anlamda çizgilerinden ödün vermiyorlardı. Şimdilerde maalesef yayıncının maddi koşulları ön planda düşündüğü, bir kısım yazarın da kitap basmış olarak egosunu tatminden öte gitmediği bir dönem yaşıyoruz. Çünkü popülarite her şeyin önüne geçmiş durumda. Popüler diye adlandırılan kitaplar ise daha çok batılı değerleri baz alan, şuurdan yoksun, kendisi ile barışık olmayan kitaplar. Tabi madalyonun bir de diğer yüzü var. Genç nufusu ağırlıkta olmasına rağmen okumayan, daha çok görsel medya ve elektronik sosyal ağlar ile avunan bir okuyucu kitlesi var. Reklama değil de yazara ya da o yazarın kalemine inanıp parasını veren okuyucu çok az. Madalyonun öteki yüzünde ise yayınevlerinin endişeleri haksız da sayılmaz. Arz talep ilişkisi. Bundan on beş - yirmi sene öncesinde elektronik ve internet gibi baskın bir saha yoktu.

Şiir ve hikâye günleri, okur-yazar buluşmaları, edebiyat atölyeleri türünden etkinliklere nasıl bakıyorsunuz? Genç kalemler üzerine olumlu etkileri olabilir mi?

Bu tür etkinliklerin bizim ülkemizde değeri yeni yeni anlaşılıyor. Oldukça kıymetli çalışmalar. Organize ettiğiniz programlar dolayısıyla en iyi siz bilirsiniz. Bu tür çalışmalar Avrupa da workshop adıyla ya da özel kurslar adı altında hem de ücretli bir şekilde yapılmasına rağmen talep oldukça fazla. İlgili kişi sadece yazar olmak amacıyla başvurmuyor buralara. Eğitim ve iş hayatında dönüşümünün ve gelişiminin daha fazla olacağının bilincinde.

Artık olgun bir kalem / yazar olarak, yazar adayı gençlere önerileriniz nelerdir?

Vizyonlarını geliştirmek amacıyla, yaşları ne olursa olsun, fırsat buldukları her sahada öğrenme arzularını yitirmesinler. Zihinlerini genç ve dinamik tutmak için devamlı okusunlar. Okumanın faydasını ilerleyen yaşlarında daha çok fark edecekler. Kalemden korkmasınlar. Kalem klavyeden daha dürüst ve samimi bir dostur!..

“Sorularınız ve desteğiniz için teşekkür ederim Fahri Bey”.

Estağfurullah. Her şey edebiyat ve dostluk uğruna Şeyda Hanım. Siz de, bir gün sizden genç yazarlara benzer katkılarda bulunursanız ödeşmiş oluruz.