Menu
OSMAN ALAGÖZ'LE SÖYLEŞİ
Söyleşi • OSMAN ALAGÖZ'LE SÖYLEŞİ

OSMAN ALAGÖZ'LE SÖYLEŞİ

Son zamanlarda üretkenliğini artıran ve üç kitabı kısa aralıklarla okuyucuya ulaştıran Osman Alagöz’le bir söyleşi gerçekleştirdik. Yazarı ve eserlerini daha yakından tanımanızı sağlayacağını düşündüğümüz söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.

-Unutma Beni, Osmanlı Sırlı Dünya ve Sürpriz Golcü adlı kitaplarınızı nerdeyse birden yayımladınız. Bir yazarın birkaç kitabı yakın zamanda yayımlamasını nasıl buluyorsunuz? Okur bu durumu nasıl karşılıyor?

-İşin doğrusu ben de böyle olsun istemezdim. Ama ne yapsak boş, her kitap kendi kaderini yaşıyor. Yazılma zamanları farklı farklı. Unutma Beni, yayınevine çok önce gönderildi. Yayınlanma sırasını beklemeye durdu. Yayınevinin de haliyle bir yayın politikası var. Osmanlı Sırlı Dünya daha sonra yazıldı. Araştırma dâhil yaklaşık sekiz ayda bitti. Olacak ya, iki kitap da kargodan aynı gün elime ulaştı. Ben de bu hale sadece tebessüm ettim. Sürpriz Gölcü’ye gelince, o zaten çocukluğumun bana hediyesiydi. Yazmak zor olmadı. Bir içim su gibi.

-Tarihten beslenen bir yazarsınız. Kitaplarınızdan bazıları doğrudan tarihî hikâyelerden oluşuyor. Bir yazar için tarihin önemi nedir?

-Tarihin gizemli dünyası sonradan gelenler için her zaman bir merak unsuru olmuştur. Geçmişe uzanmanın, ya da maziyi yanı başımıza getirmenin ayrı bir kışkırtıcılığı var. Çoklar gibi biz de o kışkırtıcılığa belki bir manada cazibeye kapıldık diyebiliriz. Fakat burada söylenmesi gereken bir şey var ki, nedense tarihte bir türlü objektiflik yakalanamıyor. Kısır tartışmalar arasında sürüp giden bir tarih algısı var. Herkes kendi açtığı pencereden bakıyor tarihe. Belki de olması gereken budur. Ama rahatsız edici bir tarafı var gibi geliyor bana. Hal böyle olunca bizim de akıl, kalp ve vicdan ekseni etrafında karınca kararınca dünden bu güne yansıtacağımız şeyler oluyor. Bilinmesini istediğimiz, diri kılınmasını arzuladığımız şeyler. İşte onları yazmaya çalıştık. Yazarken gördüm ki, tarih keşfedilmeyi bekleyen gizli hazineler sandığı. Belki bir bohça. Çöz çöz, yeni şeyler çıkıyor karşına. Keşfedilenlerin her biri bir roman bir hikâye konusu. İnsan da geçmişle gelecek arasında bir an’ı yaşıyorsa, tarih de iyi bir malzeme oluyor o zaman yazar için. Ömer Seyfettin bu durumu iyi değerlendirenlerden mesela.

-Sürpriz Golcü adlı kitabınızla günümüzün popüler konularından biri olan futbola yöneldiniz. Anadolu’nun bir köyünden başlıyor hikâye, İstanbul’da bitiyor. Bu kitabın hikâyesi nedir, devamı gelecek mi, çocuklar futbolla ilgili bir kitaba futbola duydukları ilgiyi gösterdiler mi?

-Yayınevinden edindiğim bilgilere göre kitaba ilgi var. İşin doğrusu bu kitap benim için de sürpriz oldu. Ansızın gelen bir fikirdi. Editörüm Said Türkoğlu’nun kışkırtmasıyla yazıldı. Bir sabah Üsküdar Kızkulesi sahilinde karar verilmiş bir kitap. Diyeceksiniz yahu, o romantik ortamda da böyle bir kitabın yazılma fikri nasıl gelir insanın aklına? Geldi işte, ötesini sormayın. Kendi çocuklarımın futbola olan ilgisi, ki hemen her erkek çocukta olur, bu kitabı yazmamda etkili oldu. Güle oyna onlarla beraber oluşturduk. Onlar da heyecanlandılar. Bana fikir verdiler. Ben şu oyuncu olayım sen şu ol gibilerinden bir eğlenceye dönüştürerek tatlı bir süreç yaşadık. İlk büyük oğluma okuttum. Fikirlerini aldım. Sonra düzeltmeler yaptım. Aslına bakarsak yer yer kendi çocukluğumdan da izler taşıyordu. Köyde geçirdiğim günler mesela, güzel günlerdi benim için. Dopdolu, cıvıl cıvıl, tabiatla iç içe.  Ve serin yaz ikindilerinin vazgeçilmezi futbol maçlarımız. Köyler arası maçlar. İçimdeki çocuk kendini ifade etmeye çalıştı her halde.

- kitabınızı (Sürpriz Golcü) çocuklar için yazdınız. Çocuklar için yazmak nasıl bir duygu? Geçişte bir zorlanma oldu mu? Çocuklar için yazmaya devam edecek misiniz?

-Benim için farklı bir deneyim oldu. Az önce de ifade ettiğim gibi, kendi çocuklarımla aramda bir vasıta oldu. Çocuklarım bu kitapla birlikte benim yazarlığımı daha bir kabullendiler. Daha bir yakından gördüler. Kitabın çıkmasını dört gözle beklediler. Yapılacak çizimleri merak ettiler. Büyükler için yazılan kitaplardan sonra çocuklar için yazmak beni pek zorlamadı. Daha sade bir üslupla ve bir de merak ve akıcılığı yakalayabildiğinizde problem olmuyor. Ya da ben öyle zannediyorum. Bundan sonra çocuklar için yazıp yazmayacağım meselesine gelince, o kapı benim için her zaman açık kalacak gibi görünüyor. Her an her şey olabilir. Ama benim için çok önemli olan “hikâye”den taviz vermeden tabi.

-Bildiğim kadarıyla yeni kitabınız Piri Reis ile ilgili. Bu kitabınızın içeriğinden söz eder misiniz?

-Piri Reis’in o meşhur haritasının çiziminin 500. yıl dönümündeyiz. Bu vesileyle haritaya dikkat çekmek için uzun hikâye tarzında bir çalışmamız oldu. Haritanın yazıldığı dönem, haritanın özellikleri ve Piri Reis hakkında bazı bilgileri içeren polisiye tarzında bir eser ortaya çıktı. Amcası Kemal Reis’in ölümünden sonra Gelibolu’ya dönen Piri Reis, bir süre orda kalır. Bu zaman zarfında hem notlarını gözden geçirir hem haritayı çizer. Adeta Piri Reis’le beraber çizdik haritayı. Ya da o çizdi, ben kapı aralığından baktım. İşte öyle bir eser…

-Bir Leylâ Düşlemesi deneme türünde bir kitabınızdı ama sonradan hep hikâye ile ilgilenmek?

-Evet deneme çok sevdiğim bir türdür. Hala da zevkle okurum. Fakat zaman içerisinde gördüm ki hikâyelerle kendimi daha rahat ve daha hızlı ifade edebileceğim. O yüzden hikâyeye yöneldim. Benim hikâyelerimde yer yer bir deneme tadı hissedilir. İyi de bir deneme okuru olmaya özen gösteririm. Deneme olsun şiir olsun, has edebiyatın önemli damarlarındandır ama günümüzde ne yazık ki roman ve hikâye karşısında birkaç adım geride kaldılar.

-Yağmur ve Sızıntı dergisinin yazarı olarak tanıdık sizi. Merkezî edebiyat dergilerinde pek görünmediniz. Bunu neye bağlıyorsunuz?

-Yağmur ve Sızıntı’da evvel görünür olmamız biraz da kişisel dostluklara bağlı. Benim ilk yazım üniversite yıllarında Sızıntı’da yayımlandı. Zaman içerisinde edebiyat dünyasını da tanımaya başladık. Belki uzaktan uzağa sevdik. Arada sırada Hece Öykü’de yayımladığım çalışmalar oldu. Yedi İklim’de şöyle bir görünüp kaybolduk… Bundan sonrası nasıl olur bilemiyorum. Belki zaman içerisinde az da olsa başka yerlerde görünme olabilir.

-Şu sıralar sizi daha üretken görüyoruz. Yazarın üretkenliği neye bağlıdır?

Edebiyatı hayatınızın olmazsa olmaz bir parçası olarak görmeye başladığınızda zannediyorum üretkenlik de ardından geliyor. Ciddi bir yoğunlaşma oluyor bazı zamanlar. Sosyal hayatın dışına çıkıyorsunuz. Belki antisosyal görülüyorsunuz. Edebiyatın iklimine girip diğer iklimlerden diğer libaslardan sıyrılıyorsunuz. İhtimal ben de şu birkaç yılda benzer duyguları sıkça yaşadım. Dış dünyadan olabildiğince soyutlanarak okumaya ve yazmaya yöneldim. Rabbimin de lutfu olunca eserler kendini yazdırmış oldu. Biz ne kadar plan yaparsak yapalım tutmuyor bazen. Bizim istediğimiz değil de kaderin hakkımızda biçtiği oluyor. Bizler cüzi irademizle işin içindeyiz ancak. Ben bunu son zamanlarda yaşadım. Onun için diyorum ki, hikmeti anlamaya çalışıp susmaktır en iyisi.

-Bir denemeci olarak hayata ve olaylara bakışınız ile hikâyeci olarak bakışınız arasında bir fark var mıdır? Kendinizi daha çok denemeci mi yoksa hikâyeci olarak mı görüyorsunuz?

-Evvelinde denemeci olarak görüyordum da artık hikâyeci olarak daha baskın görüyorum. Evet olaylara bakışınız değişiyor. Sadece düşünce eksenli değil işin içine bir de kurguyu katıyorsunuz. Malum, bazen hayatın gerçeğiyle hikâyenin gerçeği birbiriyle örtüşmüyor. Bu farkı da dikkate alarak kendime bir algı geliştirdiğimi düşünüyorum. Kafamda hayaller, hadiseler, ihtimaller, neden sonuçlar dolaşıp duruyor. Bir yığın kurgu bir yığın sonuç… Yani anlayacağınız hikâyelerle yaşıyorum. Yazılmaya beni ikna edebilen, ete kemiğe bürünüp hikâye diye gün yüzüne çıkıyor.

-“Unutma Beni” son hikâye kitabınız. Bu kitapla vermek istediğiniz özel mesaj nedir? Okurun unutmasını istemediğiniz nedir?

-Akıp giden zamanın içinde -ki bazen düşünmeye, hayal kurmaya, güzel şeyler söylemeye bile vaktimiz olmuyor- bir an durup hatırlamamız gereken ne çok şey varmış diye düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum. Farkına varamadığımız ya da kıymetini bilemediğimiz şeylerin farkına varmayı, kıymetini bilmeyi hikâyelerle hatırlatmak istedim. Öylesine çok şey var ki unutulmaması gereken. Vefa, aşk, fedakârlık, sağlık, dostluklar, çekilen sıkıntılar, verilen nimetler…

-Osmanlı, günümüz okurunun ilgisini çeken bir dünya. Siz de Osmanlı - Sırlı Dünya adlı kitabınızla bu dünyaya yöneldiniz. Okur bu kitapta Osmanlı’nın hangi sırlarına ulaşabilecek?

-Elimden geldiğince kılcallara inmeye çalıştım. Yani bir bakıma mikro tarihçilik yapmaya gayret ettim. Bunda ne kadar muvaffak oldum bilemeyeceğim. Mesela bazılarının kendince karakterize ettiği Hürrem’den farklı bir Hürrem Sultan var benim kitabımda. Ve Kanuni’nin sevgili kızı Mihrimah Sultan’ın hayırseverliği… Çoklarının her fırsatta eleştiri oklarına tuttuğu Kösem Sultan’ın unutulan, belki unutturulmak istenen özellikleri var. Tılsımlı gömleklerin sırrına az da olsa ayna tutmaya çalıştım. Cariyelerin azad edilme hakkı olarak bilinen “çerağ” hakkının ne olduğunu hikâyenin imkânlarıyla vermeye çalıştım. Anıların izinde Harem’in ne olduğuna değinmek istedim. Bir padişah cenazesi nasıl olur, yeni padişahı neler bekler, o kısacık zaman diliminde teneşirle taht arasında neler yaşanır? Daha buna benzer bir yığın şey sayabiliriz.

-Osmanlı dünyasından devşirdiklerinizden yeni bir kitap gelecek mi?

-Hep aynı yerde durmak istemiyorum. Bir yazar için tehlike gibi geliyor bana. Tarihe eğilmiş olsam da çok farklı yönlerden eğildiğimi düşünüyorum. Kadın kahramanlar, çocuk kahramanlar ve şimdi de Osmanlı. Ama yine de her şeye rağmen Osmanlı üzerine bir şeyler yazmayacağım diyemem. Bazen çok farklı duygular gelip yazmaya zorlayabiliyor. Kapıyı yine de açık bırakıyorum. Yer yer aklıma yeni projeler gelmiyor değil ama dedim ya hep orada kalmaktan korkuyorum. Yoksa şu an bile aklımda birkaç çok güzel proje var. Kaleme de nefes aldırmak lazım biraz, farklı iklimlerde dolaştırarak.

-Milli Mücadelede Kınalı Eller adlı kitabınız epey bir okura ulaştı. Okurlarınızdan bir enerji alabildiniz mi? Kitaplarınızın yankısı size ulaşabiliyor mu, yoksa sağır bir okur kitlesinden siz de yakınıyor musunuz?

-Evet Milli Mücadelede Kınalı Eller, çok farklı bir kitap oldu. Yayınevimin de ciddi desteğiyle çok geniş bir okur kitlesine ulaştı. Hala da okunmaya devam etmekte. Alanında ilk olmasının da herhalde bunda etkisi var. Okurlardan çok güzel değerlendirmeler alıyorum. Beni o kitapla tanıyan birçok okurum oldu. O hikâyelerden ders kitabına giren oldu. Öğretmenler özellikle sahip çıktılar kitaba. Okullarda öğrencilerine okutup sınav yaptığını söyleyen öğretmenler oldu. Sağ olsunlar. Ne kadar teşekkür etsem az. Bu bağlamda uygun zaman ve zemin olursa okurlarımız duygu düşüncelerini bize iletiyorlar.

Diğer Yazıları