Menu
ÖMER LEKESİZ'LE SÖYLEŞİ
Söyleşi • ÖMER LEKESİZ'LE SÖYLEŞİ

ÖMER LEKESİZ'LE SÖYLEŞİ


Hocam, isminiz edebiyatımızın eleştiri alanında önemli bir boşluğu dolduruyor. Sizi eleştiriye çeken şey nedir?

-Edebiyat ilgisi, sağlam ve düzeyli dostlukları beraberinde getirir. 70’li yılların sonunda Ankara’da Mavera ve Aylık Dergi’de yazan Ramazan Dikmen, Cemal Şakar, Yusuf Ziya Cömert, Recep Yumuk, Yusuf  Yazar, Ali Sali, Ahmet Şirin, Mustafa Yılmaz gibi kendi kuşağımdan arkadaşlarla tanıştım; çocukluğundan beri süregelen edebiyat ilgim onlarla pekişti, okumalarım onların okumalarıyla birlikte ciddi bir yön kazandı.

Yine bu arkadaşlarla birlikte Atasoy Müftüoğlu, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Yaşar Kaplan’la mutad olarak görüşüyorduk; onların kültür ve yazarlık birikimlerinden yararlanma imkanı da kendiliğinden oluştu.

Gerek yazar ağabeyler, gerekse arkadaşlarım öykü, şiir, deneme türlerinde yazıyorlardı. Ben herkesin yaptığı şeyi yapmayı pek sevmem; üstelik mizacım da sanatçılıktan çok araştırmaya, incelemeye, eleştiriye yatkın bir mizaçtır. Bir de çocukluğumdan beri, okuduğumu iyi anlamak, iyi değerlendirmek ve iyi özümlemek şeklinde bir eğilimim hep var olmuştur. Tüm bunlar birleşince bana eleştiride karar kılmak düştü sanırım.

Genelde öykü eleştirisinde yoğunlaştığınızı görüyoruz, bunun özel bir nedeni var mı?

-Yıllar yılı süren okumalarımda edebiyat türlerinin kökenini, kültürel aidiyetlerini hep önemsemişimdir. Diğer bir söyleyişle, önce Müslüman olduğumu hep göz önünde tutarak, edebiyat ilgimi ve yazı maceramı bunun içinde konumlandırmaya çalışmışımdır. Buradan bakarak şirin ve hikayenin bizim medeniyetimizle birebir örtüştüğünü, kültürümüzün bu iki türle inşa edildiğini fark ettim. Bir diğer konu, edebiyatın gündelik hayatımızda sürekli var olabilmesini yolu da yine bu iki türle mümkün görünüyordu. Okumanın yaygınlaştığı ve okuma mekanlarının çok çeşitlendiği bir zamanda okur-metin ilgisi ancak bu türler üstünden etkili olarak yürüyebilirdi. Öykü eleştirisi konusunda yoğunlaşmamın pratik nedenleri bunlardır ama bir de asıl onun hakim bir anlatma biçimi olması çok etkilidir. Şöyle ki, Sadece Rabbimizin hikayesi yoktur ve sadece o hikaye anlatmaz. Oysa ki yarattığı her şeyin bir hikayesi vardır ve hikaye anlatma nimetinin tek muhatabı olan insan sayesinde şeylerin hikayeleri ortaya çıkmaktadır. Hikayenin bu ontolojik konumu ve hiçbir boşluk bırakmaksızın hayatımızın tümünü kuşatmış olması beni çok cezbettiğinden, “hikayenin edebi olanı” diye tanımlayabileceğim öykü üstünde yoğunlaştım.

Nasıl eleştirmen olunur? Eleştirmen olunur mu veya bu aynı zamanda bütün yazarların görevi midir?

-Nasıl felsefeci olunursa öyle de eleştirmen olunur. Yani eleştirinin edebi kamunun da benimsediği kimi olmazsa olmaz yöntemleri, şartları vardır ki, bunların öğrenilmesi zorunludur. Ancak eleştiri öğrenilerek yapılmaz, eleştiri yapılarak yapılır.

Eleştiri son tahlilde birikim ve yöntemle birebir ilişkilidir; o birikim sağlayacak, o yöntemi oluşturacak herkes eleştirmen olabilir ama bu öyle kolay katedilecek bir mesafe, bir zorluk da değildir.

Eleştiri yazmak eleştirmenin görevi olmalıdır, yazar da sanatını yapmalıdır, zaten sanat yoksa eleştiri de yoktur. Sanatçıların yaptıkları eleştiriler edebi kamuya değil, kendi sevenlerine, onların görüşüne kıymet veren küçük bir topluluğa mahsus eleştirilerdir; çoğunlukla da öznel olduğundan eleştirinin yerini tutmayacaktır.

Eleştirinin olası sonuçlarından bahseder misiniz? Yani eleştiri bir edebiyat ürününe ne katar, ne alır?

-Teknik bir söyleyişle sanat / edebiyat başkalarının fark etmediğini fark etme ve fark ettirme çabasıdır. Eleştiri ise, sanatçının bu çabasını görünür kılmakla birlikte, buna ilişkin tüm süreçleri, kurguları, dil yapılarını, söyleme biçimlerini, dolayısıyla bunlar arasındaki bağları, tutarlılıkları ya da tutarsızlıkları belirleyen bir okuma ve ifade etme biçimdir. Hal böyle olunca eleştiri adına gerçekleştirilen bu okuma ve yazma edebiyat için asli bir değeri de yüklenmiş olmaktadır.

Eleştiri ile polemik zaman zaman karıştırılıyor. Eleştirinin bir ölçüsü var mı? Sınırları nasıl çizmeliyiz?

-Eleştiri akıl ve birikim işidir; felsefe, tarih, sosyoloji, vb. tüm sosyal disiplinlerle dirsek teması içindedir.Polemikse daha çok zeka ve söyleme kabiliyetiyle ilgilidir. Eleştirinin ölçüsü kendisi ve edebi oluşudur. Polemikse gündelik tepkiye ve tüketime yöneliktir, yazma kabiliyeti olan herkes tarafından yapılabilir.

Eleştiri edebiyatımıza nasıl yön vermeli? Diğer ülkelerle kıyaslandığında eleştiri alanında ne düzeydeyiz?

-Eleştiri yapısı ve işlevi gereği edebiyata yön verir ancak eleştirmenin böyle bir amacının olup olmayacağından kuşkuluyum. Kendi adıma söyleyecek olursan benim böyle bir derdim hiç olmamıştır; ben oturup eleştirimi yazarım, o eleştirimin edebiyata yön verip vermediği okurun daha genel söyleyişle edebi kamunun düşüneceği bir şeydir. Ben sadece gerek kendim gerekse onu okuyacaklar için okuduğumuiyi değerlendirmeye ve son tahlilde iyi eleştirmeye çalışırım, gerisi beni kesinlikle ilgilendirmez.

-Eleştirisizliğin sonuçları yakın zamanda edebiyatımızı nereye götürür?

-Eleştiri edebiyat ortamını dinamik, zinde tutar. Ancak, eleştiri yerine tanıtımların, reklamların, medyatik desteklerin öncelendiği bir zamanda yaşıyoruz. Eleştiri tek başına edebiyatı iyi bir yere götüremez; sosyal, siyasal ve ekonomik şartları da bununla birlikte düşünmek gerekir. Oysa ki bu şartlar son yıllarda edebiyatın lehinde işlemediğinden, eleştirinin lehine zaten işlemiyor.

-Son olarak eleştiri alanında ürün vermek isteyenlere tavsiyeleriniz nelerdir?

-Eleştiri alanında ürün verecek olanlar, özellikle akademisyen değil de alaylı olarak bunu yapacaklarsa, iyi okur olmanın, hayatı, sanatı iyi algılamanın, yaşamanın ve düşünmenin hakkını en iyi şekilde vermenin eleştiriden geçtiğini, ancak yaptıkları işin, her şeyin maddiyatla, kazançla, şanla, şöhretle değer kazandığı günümüzde tipik bir “enayilik” hali olmaktan öteye gitmeyeceğini çok iyi bilsinler yeter.

(www.ayburcu.com ; Nisan 2009)