Bir ırmak serinliği, biraz geçmiş zaman düşleri, çocuk sesleri ve dünyanın ortasında adı memleket olan bir sevdaya tutulmuş bir şair Mustafa Uçurum. Sadece şair değil elbette. Şiir kadar nesre de tutkun, dizelerle birlikte cümlelerin de kalbine dokunmak isteyen bir yeni zaman seyyahı. Anadolu’da olmanın bereketini sonuna kadar kullanıyor. Dergiler, kitaplar, gazete yazıları ve öğrencileri. Hepsine gönül rahatlığıyla yetiştiğine şahit oluyoruz. Şimdilik sekiz kitabı var. Şiir, öykü, deneme, çocuklar için hikâyeler. Özellikle 2015 yılında çıkan iki kitabı merkeze alınan bir söyleşi yaptık Mustafa Uçurum ile. Onun dünyasına da göz atan bir söyleşi oldu bu. İyi okumalar.
-Şiir, öykü, deneme, çocuk edebiyatı ve düzenli olarak kaleme aldığınız köşe yazılarından tanıyoruz Mustafa Uçurum’u. Bu çeşitlilik sizi dağıtıyor mu yoksa toparlıyor mu? Kendinizi ait hissettiğiniz ya da en azından diğerlerine nazaran daha yakın bulduğunuz bir tür var mı? Var ise hangisi?
-Yazmak, başlı başına bir ifade tarzıdır. İnsan yaşar ve yazar. Ben bu yazma eyleminde kendimi ifade etmek isterken herhangi bir kısıtlamaya girmek istemiyorum. Bazen bir şiirin dizesinde karşılık buluyor söylemek istediğim, bazen bir öykünün düğümünde kendini dile getiriyor. Kendimi rahat hissettiğim için de bu bir zenginlik olarak bende kabul görüyor. Bu çeşitlilik arasında kendimi şiire daha yakın buluyorum. Şair olarak anılmak iç huzurum anlamında da beni mutlu ediyor. İlk olarak şiirler yazdım. Bu uzun süre devam etti. Daha sonra denemeler yokladı cümlelerimi. Köşe yazıları girdi daha sonra hayatıma. Elbette öyküyü de unutmamak gerek. Son yıllarda öyküye hem kuramsal açıdan vakit ayırıyorum hem de öyküler yazıyorum. Bütün bunların yanında ilk göz ağrım şiirin yerini her zaman özel tutuyorum.
-Geçtiğimiz yıl iki kitabınız yayımlandı. “Deneme Çekimi” ve “Konuştukça Memleket”. Yazarlık mütemadiyen üretmek midir? Bir duraklama devri, bir es, beslenme molaları var mıdır? Kendi okur-yazarlık serüveninizi bu bağlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Yazmak zorlamayla olacak bir fiil değil. İç dinamikler insanı harekete geçiriyor. İçimden geldiği için, söyleyecek sözüm olduğu için yazıyorum. Ben yazma işlevimi akışına bırakırım. Geldiği zaman, cümleler beni çağırdığı zaman gönül rahatlığıyla yazarım. Elbette gazete yazılarımı bundan ayırmak gerek. Gazete, devamlılığı olan bir çalışma. Her pazartesi köşemde yazım olmak zorunda.
Okumak için daha çok vakit ayırırım. Dergileri satır satır okurum. Yeni çıkan kitapların yanında başucu kitaplarım vardır. Onlarla soluklanmayı sürdürürüm.
-Henüz denemediğiniz bir tür olarak romanı görüyoruz? Romanı ve Türk Edebiyatında romancılığı nerede görüyorsunuz? Yakın tarihte Mustafa Uçurum imzalı bir roman görebilecek miyiz?
-Şimdilik şunu net olarak söylüyorum. Yazma serüvenimde roman görünmüyor. Olmayacak gibi de. Kendimi uzun soluklu bir yolculukta düşünemiyorum. Roman farklı bir dünya. Girdap gibi. Ben öykülerimle mutlu olmaya devam edeceğim.
-Romanı önemserim. Anlatım zenginliği, okuyucuyu içine çeken uzun soluklu ifade tarzı romanı her zaman rağbet gören bir edebi tür haline getirmiştir. Tanzimatla birlikte dünyamıza giren roman, varlığını günümüzde de hissettirmeye devam ediyor. Şiir kadar, öykü kadar yoğun olmasa da roman hâlâ ilgi görüyor. Günümüz insanı her şeyi çabuk tüketen bir ruh haline sahip. Belki de bu yüzden roman diğer türlere göre biraz geride kaldı gibi görünüyor. Sayfa sayısı olarak ve anlatım yoğunluğu olarak romanlardan uzak duruyor yeniçağın hız tutkunu okuyucuları.
-Bir yazarı besleyen kaynaklar nelerdir? Kaynakların çeşitliliğini eserlerde gözlemlemek mümkün müdür? Yaşadığı sosyal-fiziki çevre yazar üzerinde ne denli etkiye sahiptir? Hem şiirlerinizde hem öykülerinizde yer alan pastoral unsurları bu düzlemde değerlendirebilir miyiz?
-Yazarın elindeki en büyük kaynak yaşadıklarıdır. Yoğun yaşamak yazar için cümlelerine sindirebileceği iç içe geçmişlikler silsilesidir. Yaşarken biriktirmek, duyarken, görürken biriktirmek. Elbette okudukları önemli bir yere sahiptir kişinin. Okumak, görmek, gezmek, ruhunu ve bedenini bir seyyah eylemek. Benim elimdeki en büyük cevherim bunlar. Her fırsatta gezerim. Sınır tanımadan, nefesim yetene dek gezerim. Yeni yerler görmek, yeni kalplere dokunmak, yeni bir coğrafyada uyanmak. Bütün bunlar benim içimi onarır.
Özellikle doğanın en nadide köşelerine çekilmeyi severim. Bir dere kenarını, bir ırmağın serinliğini şatafatlı mekânlara değişmem. İster istemez yazdıklarımda bunlardan izler kendine yer bulur. Bu da kaçınılmazdır zaten. Böyle olmasından dolayı da son derece mutluyum.
-Dergi konusuna gelmek istiyorum. Mustafa Uçurum ismi dergilerle iç içe. Kimi zaman yeni soluk alan bir dergiye ağabey dokunuşu, kimi zaman köklü bir derginin müdavim yazarı olarak karşılaşıyoruz. Yazın çeşitliliği kadar yazdığınız dergilerde de geniş bir yelpaze göze çarpıyor. Bazen bir öykü, bazen bir şiir, bazen de bir söyleşi ile okurlarınızın karşısına çıkıyorsunuz. Mustafa Uçurum’un dergilerle kurduğu bu ünsiyeti anlatabilir misiniz? Dergiciliğin ve özelde dergilerle ilişkinizin kökleri, bu günü ve geleceği hakkında neler söylemek istersiniz?
-Dergisiz bir edebiyatı düşünemeyeceğim gibi dergilerle irtibatı olmayan bir yazar ya da şairi de edebiyatla irtibatlı olarak düşünemiyorum. Dergiler edebiyatımızın can damarı. Edebiyatımızın yaşayan yüzü dergiler. Heyecanın, sürekliliğin, var olmanın en sağlam duraklarındandır edebiyat dünyamız için. Ben çıkan her yeni dergiyi bir umut ışığı olarak görürüm. Birçok dergi çıkardım. O heyecana aşinayım. Yeni bir dergi çıktıysa umut devam ediyor demektir. Bu yüzden dergilerde yazarım. Ayırmadan hem de. Onun dergisi bunun dergisi olmasına bakmam. Söyleyecek sözüm varsa yeter ki ulaşsın birilerine. Ulaşır da. Çünkü dergiler çıkarırken de dergilerde yazarken de değişmez kıstasım şuydu; “Bizler ucu bucağı belli olmayan bir azınlığa sesleniyoruz.” Biz sözümüzü söyleyelim. Gün olur ulaşacağı kalbi bulur sözümüz.
Günümüzde dergilerimiz çok iyi durumda. Sanal aleme ve teknolojiye meydan okuyarak sıkı sayılarla çıkmaya devam ediyor dergiler. Yeni editörler, yeni yapılanmalar dergilerdeki heyecanın devam ettiğini gösteriyor.
Bugünün ustaları nasıl ki zamanında dergilerde yetişerek günümüze kadar geldi, bugünün gençleri de dergilerle sıkı ilişkiler kurarak başaracak bunu.
-Şiir dinletileri, imza günleri, söyleşiler… Sık sık Tokat’tan yola çıkıp, farklı şehirlerde farklı mecralarda okurlarıyla buluşan bir yazar görüyoruz. Bu yolculuklarda Mustafa Uçurum’a ne/neler yol arkadaşlığı eder? Bavulunda ne taşır, elinde ne taşır, zihninde ne taşır? Yeni yerler, yeni insanlar bir yazarın yazarlık serüveninde nasıl bir öneme sahiptir?
-Yeni yerler görmek, bedenimi ve ruhumu yollara salmak bana tarifsiz mutluluk veriyor. Her fırsatta gezecek bir yerler bulmaya çalışırım. Şükür ki çıkıyor da. Yolculukları mola olarak görüyorum ben. Kendime vakit ayıracağım molalar. Çantamı omzuma atmayayım yeter ki. Sınırsız bir serüvene açılabilirim. Küçük not defterim olsun, mutlaka fotoğraf makinem ve ben. Zihnimde ve gözümde bana kalacak servetler biriktiririm yollardan. Şu da bir gerçek ki seyahat etmek bir anılar defteri tutmak gibidir. Yazarlar ve şairler iyi birer seyyahtır aslında. Seyyahlardan da iyi yazar ve şair olur. Göz ve gönül zenginliği gerek cümlelerin üzerine serpeceğimiz. Bunu da en iyi yollar veriyor bize.
-Edebiyatın ve edebiyatçının geçmişten günümüze, en azından tanık olduğunuz yakın tarihteki serüvenini nasıl değerlendiriyorsunuz? Değişen dönüşen bir sanatçı duruşundan söz edebilir miyiz? Dava adamlığından edebiyatçılığa bir evrilme söz konusu mudur sizce?
-Geçmişi yâd ediyoruz içimiz acıya acıya. Şair, yazar ve dava adamı. Bu üç özelliğin bir kişide bulunması günümüzde imkânsız gibi. Kendi kabuğuna çekilmeyi tercih ediyor edebiyatçılar. Kendilerinin edebiyatını yapıyorlar. Bireysellik had safhada. Bir kişinin elinden tutmak, yol yordam öğretmek gibi bir derdi yok birçoğunun. Kendi grubunun, kendi ekibinin ihyasıyla meşgul çünkü çoğu. Bu yüzden sadece şiir yazan, öykü yazan en çok da kendisi için yazan edebiyatçılarla karşı karşıya kalıyoruz. Bu da edebiyatımızı kendi içinde çırpınıp durmaya mahkûm ediyor.
-Yayınevleri, yazarlar ve kitaplar… Her geçen gün sayı artıyor. Okuma listeleri kabarıklaşıyor. Bu çeşitlilik arasında kendi okuma takviminizi nasıl ayarlıyorsunuz. Yazar olmanın dışında sıkı bir okur olarak okuma alışkanlıklarımız ya da seçimlerimiz üzerine tavsiyeleriniz nelerdir?
Okumada sınır tanımıyorum. Elime geçen her yeni kitabı, dergilerin yeni sayılarını soluk soluğa okurum. Necip Fazıl’a atfedilen meşhur biz sözdür; “Yazmaktan okumaya fırsat bulamıyorum.” sözü. Benim yazdıklarımın temelini okuduklarım oluşturuyor. Okumak ve yazmak için müsait bir işim var şimdilik. Çok sıkı bir okuma takvimi uygulamam. Gönlüme göre. Keyfim nasıl isterse. Elim bu yüzden hiç boş kalmaz. Bir öykü okurum, onun ardından bir dergiden bir şiir, bir makalenin satır aralarına sızarım. Okudukça içimdeki yazma arzusu zapt edilmez bir hal alır. Fakat ben yazmak için genelde sabahın o duru vakitlerini beklerim. Zihnimin en sakin olduğu, beynime birikmiş cümlelerin hücum ettiği vakti.
-“Konuştukça Memleket” adlı şiir kitabınız 2015 Nisanında okurlarıyla buluştu. Şiirlerde bir çeşitliliğin yanı sıra, içinize sinmiş bir Anadolu’nun, Tokat’ın, memleketin, Türkiye’nin kokusunu duyuyoruz. Mustafa Uçurum’u şiirleriyle nereye konumlandırabiliriz? Şiirlerinde didaktik unsurlar, bir dünya görüşü var mıdır? Varsa şair bize nereden seslenmektedir?
-Konuştukça Memleket üçüncü şiir kitabım. Bu kitapla birlikte daha net bir şekilde söyleyeceklerimi söylüyorum. İlk kitabımdaki bireysellik Dünya Telaşı kitabımla birlikte sesini biraz çoğaltmaya ve yükseltmeye başlamıştı. Bu kitapta artık söyleyecek sözü, derdi olan bir şair olarak dizeler kurdum. Belki de yaşımın artık ağırlık gerektirdiği bir kıvama gelmesinin bir devinimidir bu. Şiir, gücünü hikmetten almalı. Peygamber Efendimiz ’in şöyle bir hadisi vardır; “Resulullah (sav)'a, bir bedevi gelir. Dikkat çekici bir üslupla konuşmaya başlar. Efendimiz (sav): "Şurası muhakkak ki beyanda sihir vardır, şurası da muhakkak ki şiirde de hikmetler vardır." buyurur. Söze hikmet vermek için hikmetli kaynakları rehber edinmek gerek.
Şiirlerim artık kalabalıklara dur diyen, memleket denen cennet vatanın kadrini kıymetini hissettiren ve mümin bir duruşu temsil etmeye gayret eden şiirlerden oluşuyor. Bunu yaparken de tebliğ için değil şiirin ruhunu incitmemek için yapıyorum. Şiir sözdür ve gün gelir bir yüreğe tesir edebilir. Allah’tan korkarım birilerinin şiirimle kalbinde küçük bir yanlış leke bırakmaya. Hassas davranırım, her dizeyi ince ince dokumaya gayret gösteririm. Şiir yapalım derken göz çıkarmaya gerek yok.
-2015’in ikinci kitabı “Deneme Çekimi” aynı zamanda sizin ikinci deneme kitabınız. Deneme kaleme almanın sizde ayrı bir yeri olduğunu söyleyebilir miyiz? Deneme türünün sınırları ya da sınırsızlığı yazarlara ve okurlara ne gibi imkânlar sunmaktadır? Kitabınızda yer alan denemeler üzerinden konuşmak gerekirse bu çeşitliliğin yazarlara sunduğu fırsatlar nelerdir?
-Şiirden sonra en keyif alarak yazdığım tür, deneme. Kendimi deneme yazarken gayet özgür hissederim. Sınır koymam cümlelerime. Şiirin ruha şifa söyleyişini de alarak denemeler yazarım. Hatta bazen şiirimin arka planını bana sunma imkânı verdiği için şiirli denemeler yazarım. Bu bağlamda önemlidir deneme.
Mevsimlerden, şehirlerden, çocukların kalbinden ve kitaplardan geçer denemelerim. Rengârenk bir bahçe gibi görüyorum ben denemelerimi. Her okuyanın kendinden bir renk ve ses bulabileceği bir bahçe. Umuyorum ki böyle olur.
- Bu güzel söyleşi için teşekkür ederim.
-Ben de teşekkür ederim.