Menu
Merve Uygun ile Söyleşi
Söyleşi • Merve Uygun ile Söyleşi

Merve Uygun ile Söyleşi

Selam Merve. Öncelikle söyleşi teklifimi kabul ettiğin için çok teşekkür ederim. Kitabındaki öyküleri karışık bir sırayla okudum. “Saçlara Dolanan Hikaye’yi,” ise üçüncü sırada okudum ve öykünün son sayfasına şu notu düşmüşüm: “Ciğerim Delindi.” Taşıyacak Bizi Rüzgâr’ın atmosferini tam olarak hissettim. Öykünde bir anın içerden anlatımıyla beraber mitler ve masallar var. İki farklı zamanda gidip gelen. Okurun başı dönüyor bazen, anlatıcılar arasında gidip geliyorsun ama öyküden de kopmak mümkün değil. Bir yaraya dokunuyorsun ama bunu kör göze parmak sokar gibi değil, kelimelerinle ince ince göstererek yapıyorsun. Bu anlatımı kitabının genelinde görüyoruz. Bir atmosfer yaratıp okuru içine çekiyorsun. Öyküde atmosfer kurarken nelere dikkat edersin?

Merhaba Fatma. Öncelikle çok teşekkür ederim. Hem bu söyleşi için hem de söylediklerin için. Zaman zaman ben de sırasız okurum öykü kitaplarını. Sonuçta okumak da yaratıcı bir eylem ve her okur, kendi tercihleriyle metni yeniden var ediyor. Yine de okur açısından öykü sıralamasının kritik bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Okurun kitaba devam edip etmeme kararını ilk birkaç öykü belirliyor bence. Kitapla ilgili genel kanıya da bu ilk sıradaki metinler aracılığıyla varılıyor. Bu bağlamda “Saçlara Dolanan Hikâye” ile kitabın atmosferini tam olarak hissettiğini söylemen mutlu etti zira sıralamamın isabetli olduğunu gösteriyor.

Aslında atmosferi nasıl kurduğum üzerine uzun soluklu hiç düşünmedim. Ben bunun eyleyicisiyim, balığın suyu bilmediği gibi icracılar da tam olarak bunu bilemezler diye düşünüyorum. Düşününce bileşenler belli; öykülerdeki nesnelerden, ışıktan, sesten atmosfer oluşuyor. Bunları biliyor olmak iyi atmosfer oluşturacağımız anlamına gelmiyor elbette. Bazen kuramsal olarak konuşsak da bu kuramsal açıklama hiçbir şey ifade etmiyor. Bir başkası bu kuramsal açıklamalardan yola çıkarak hiçbir şey kuramayabilir. Sanatçının yeteneği, deneyimi ve sezgileriyle yapacağı bir şey sanırım. Aksi taktirde kuramsal olarak bildiğimiz her şeyi icra ediyor olurduk. Yoksa eleştirmenler çok iyi ürünler ortaya koyabilirlerdi değil mi?  Ursula Le Guin şöyle diyor: “İçimde anlatılmak isteyen bir hikaye var. O benim amacım. Ben onun aracıyım. Eğer kendimi, egomu, istek ve fikirlerimi, zihinsel çöpümü bir kenarda tutabilir, hikayenin odağını bulabilir ve hikayeyi takip edebilirsem, hikaye kendi kendini anlatacaktır.”


Bu bağlamda hemen sormak istiyorum. Öykülerinde konular ve karakterler başka başka ama bir odaya koysan garip durmazlar, bütünde bir duygu birliği var kitabında. Öykülerini sıralarken nelere dikkat ettin?

Öykülerimin genelinde bir duygu birliği hissetmen çok doğal çünkü bu öyküler iki – iki buçuk sene içinde art arda yazdığım metinler. O nedenle bir ortaklıktan söz edebiliriz. Arka arkaya birbiriyle bağ kurarak yazdığım iki öykü “Fanila” ve “İçdüğüm”. Anne, anneanne ve kızın iç içe geçmiş hikayesi. Sıralamada şimdiden geçmişe gitmek adına daha önce yazdığım “İçdüğüm”ü, “Fanlia”nın ardına koydum. Önce kızın ve hayalet annelerin hikayesi; ardından geçmiş, anneanne ve annenin gençlikleri… Bir de bağlantılı olarak “Bir İlişkinin Dünü, Bugünü ve Ademi” öykümle “Sorry Sir”ü sayabiliriz. Fakat çok farklı zamanlarda yazdığım iki öykü bunlar. “Bir İlişkinin Dünü, Bugünü ve Ademi”ni yazarken eski öykülerimden bir tipin ismini kullanmak istedim, böylece şekillendi. Bu nedenle yine kitapta art arda koymayı tercih ettim.

Bir de büyülü gerçekçi metinlerden daha fantastik olanlara doğru aşamalı bir geçiş oluşturmak istedim. Başta da belirttiğim gibi bence sıralama epey önemli.


Bir öykü fikri aklına geldiğinde nasıl hareket edersin? Aceleci misin?

Anlatmak istediğim şeyi nasıl anlatacağıma dair uzun uzadıya düşündüğüm olur. Asla acele etmem. Bir öykü fikri aklıma geldiğinde ara ara, kesik kesik defterime notlar alırım. Kafamda döndürür dururum. Bu böyle aylarca sürer. Bazen uzaklaşırım ondan, silikleşir. Sonra bir şey okurum, bir şey duyar görürüm; tekrar yüzeye çıkar, âyân olur. Notlandırmaya devam ederken bir yandan metnimi kurmaya başlarım. Fikir/olay bende nasıl belirdiyse onunla birlikte ilerlerim: misal “In the Mood for Love” öyküm görüntülerle gözümün önüne geldi. Başka türlü yazamazdım onu. Bu ekran görüntülerine gerek var mıydı, diye düşünen okurlar olmuştur muhakkak. Fakat benim için gerekliydi, metin zihnimde böyle oluştu çünkü.


Taşıyacak Bizi Rüzgâr ilk kitabın değil. Öncesinde yazdığın üç tane çocuk kitabın var. Öykü yazarlığın ise çocuk romanlarından önceye dayanıyor. İlk öykü kitabına giden yol çok çetin buna hepimiz kaniyiz. Senin hikâyen nasıl gelişti, neden bu kadar bekledin? Taşıyacak Bizi Rüzgâr’a giden yolu anlatır mısın?

Çoğu yazarın aksine matematik derslerinde gizlice kitap okuyan bir öğrenci olmasam da okumaktan daima lezzet aldım. Yazmaya üniversitede başladım. Yazdıklarım ilk olarak 2014 yılında yayımlandı. On senelik bir serüven bu. Ara verdiğim iki üç sene dışında öykü yazmaya hep devam ettim. O aralıkta da çocuk edebiyatıyla uğraştım zaten. Yani yazmayı hiç bırakmadım. Fakat sanırım biraz talihsizim, kendim ve metnim için uygun yeri, noktayı bulmam zaman aldı. Bazı duraklarda boşuna oyalandığımı düşünüyorum şu an. Sonrasında ise tüm yazdıklarımı eledim. Yeniden başladım. Yolum Post Öykü ile kesişti. Editörlük sürecimle birlikte öyküm de şekil aldı, kıvamını buldu. Geçmişe dönünce elimde olmadan gerçekleşen zaman kayıplarım için üzülsem de iyi ki birçok öykümü eledim diyorum. Yazar metninden vazgeçmeyi bilmeli öyle değil mi? Onlar da yayımlanmıştı ve pekâlâ kitaba alınabilirdi. Fakat istemedim. Bu titizliğim için kendimi takdir ediyorum. Böylece iyi bir ilk kitaba sahip oldum. Zira ilk kitap, yazarın etiketi oluyor. Ardından ne yazarsa yazsın oradaki izlekler, metnin niteliği vs. yazarın ismiyle birlikte anılageliyor.


Masalları ve mitleri kullanıyorsun, sıradan bir anlatımın yok, zihnin git-gelleri var metinlerinde. Özenli temiz bir Türkçe inşa ederken nelere dikkat ediyorsun? Ve bu bağlamda metinde sahicilik yazma yolculuğunda nereye tekabül ediyor? Yani temiz ve özenli bir Türkçe metinde sahiciliğe kapı açıyor diyebilir miyiz?

Temiz ve özenli bir Türkçe, öykü için ilk baraj, bu barajı geçememiş bir metin zaten öykü sayılmamalı. Dolayısıyla Türkçenin metnin sahiciliğiyle bir ilgisi yok diye düşünüyorum. Ama her hikaye, kendine ait dili ve biçimi bulmalıdır öyküde. Metnin sahiciliği, bence de çok önemli. Rasim Özdenören’di sanırım, anlatılan bir olay gerçek hayatta bire bir gerçekleşmiş olsa bile metin içinde inandırıcılığı sağlayamayabilir, diyordu. Bunun realist yazmakla ya da olağanüstü ögeler kullanmakla hiçbir ilgisi yok. Modern edebiyat kendi gerçekliğini kendi içinde üretir. Kendini doğurur ve yalnız kendine yaslanır. Sahicilik, inandırıcılık… Ne varsa hepsini metin kendi içinde ve kendisi için üretir. Burada öykü tarzlarının bir önemi yok, her tarzda bu sahiciliği yakalayabiliriz. Nihayetinde okur, kurmaca bir metin okuduğunun farkındadır ama buna rağmen metnin duygusu ona geçer ve kahramanla özdeşlik yaşar. Zaten metnin yapmak istediği de budur. Yoksa sahiciliğin dünyada yaşanmış, yaşanabilecek olmasının bir önemi yoktur. Yoksa masallara niye inanalım ki?


Öykü başlıkların kitabının adı kadar dikkat çekiyor. Öykü başlıklarını nasıl koyuyorsun? Mümkünse bir tanesinin hikâyesini öğrenebilir miyiz?

Aslında başlıklar konusunda çok iddialı değilim. Kitaba ismini veren “Taşıyacak Bizi Rüzgâr” öyküsü dışında diğerlerinin başlıklarını öyküler tamamlandıktan, demlendikten ve üzerinde ince işçilikle çalıştıktan sonra koydum. Başlık seçmek, zaman zaman zorlandığım da bir şey. Başlıklar, metne giriş kapıları. Öyküye dair ilk izlenimi vermeleri, dikkatleri üzerlerinde toplamaları açısından önemliler. Fakat ben başlıkları belirlerken sanırım biraz hislerime göre hareket ediyorum, içime doğan şeyi koyuyorum. Üzerine uzun uzun düşündüğümü hiç hatırlamıyorum. Elbette bazılarını daha kolay bazılarını diğerlerine kıyasla daha zor isimlendirdiğim oldu. “Erbörü” bir kurtadam hikayesi olduğu için beni hiç yormadı mesela, kendi ismini kendi buldu zaten. Deniz, Penelope ve Hz. Hacer olmak üzere üç kadını anlattığım ve deniz yolculuklarının merkezde olduğu “Üç Deniz” öykümü de adlandırmak epey kolaydı.

Ben sanatlararasılığın müptelasıyım.  “Taşıyacak Bizi Rüzgâr” çok sevdiğim Fransızca bir şarkıdan mülhem bu ismi aldı. Le vent Nous Portera. (Zaten öykünün sonundaki karekod şarkıya ve enfes klibine götürüyor okuru.) Öykünün içindeki italik kısımlar şarkının sözleri. Öyküyü yazmadan ismi hazırdı. Kitabımın adı da o oldu, bence çok güzel oldu. Bildiğin gibi “Bu Su Hiç Durmaz” da Bülent Ortaçgil şarkısı. Çağrışımlarla ilerliyor zihnim. Öykünün çağrıştırdığı şarkı benim için muhakkak Bu Su Hiç Durmaz’dı ve metin böylece ismini kazandı. Aynı şey “In The Mood For Love” için de geçerli, aşk merkezde olduğuna göre bu öykü bana, şarkıyı da filmi de getirdi.


Lisede matematik öğretmenliği yapıyorsun. Mesleğini severek yaptığını biliyorum. Öğretmenliğin yazarlığını nasıl etkiliyor, zorlukları ve kolaylıkları neler? Ve asıl önemli olan zihninde matematik ve edebiyatı nasıl bir araya getirdin?

Zihnimin bir sözelci gibi işlemediğinin farkındayım. Lisede matematik fen bölümündeydim, üniversitede de matematik okudum. Bölüm gerçekten çok zordu ve gezmekten, etkinliklere gitmekten, kitap okumaktan dolayı okulu uzattım. Yine de aramıza mesafe girmedi, hep matematiği çok sevdim. Şu anda matematik öğretiyor olmak da beni mutlu ediyor. Yazar tarafıma bir katkısı oluyor mu sorusuna gelince, kurgu açısından bir katkıdan söz edebilirim. Kurgu da matematiksel bir yapı sonuçta. Sarkmaması, boşluklarının olmaması için ince hesaplar gerekiyor. Bu anlamda kurgularımın başarısını, matematiksel düşünmeme bağlayabilirim. 

Öğretmenlik de elbette hikaye toplamak açısından çok elverişli bir meslek. Sosyoekonomik düzey bakımından birçok farklı yapıdan öğrencim ve velim var. Gençlerle diyaloglarımız beni besliyor. Fakat çoklukla bir olaydan ziyade fikirden yola çıkarak öykü yazdığım için bu kısmı biraz es geçtiğimi düşünüyorum. Okuya okuya yazmak çok daha baskın bende.


Karakterlerinin imge dünyaları çok geniş. Öykülerinin altında mitler, masallar, psikanalize kapı açan satırlar ve gürül gürül akan başka dünyalar var. Bu da çok iyi bir okur-yazarla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Okurluğun nasıl gidiyor? Nasıl bir düzende, neler okuyorsun, nelerden besleniyorsun? 

Aslında yukarıda bu soruyu da biraz yanıtlamış oldum. Zihnim çağrışımlarla ilerliyor. Okuduklarım, izlediklerim, anılarım, şarkılar birçok küme var ve bunların kesiştiği yerler benim için çok kıymetli. Çekip çıkarıyorum onları bu kesişim şemaları içinden. Sanatın her dalı beni besliyor. Elimden geldiğince sergileri takip etmeye çalışıyorum, resim üzerine de okuyorum. Müze gezmek, tiyatro oyunlarına gitmek, iyi bir sinema izleyicisi olmaya çalışmak... Hepsi kalemimi besliyor. Yazar dikkatiyle izliyor, dinliyor, adımlıyorum. Bu çok mu pragmatist kaçtı bilmem. Belki de faydacılıktan şu şekilde ayırabilirim, bunları yaparken hakikaten lezzet alıyorum. Salt faydacı biçimde yaklaşmıyorum, öyle olsaydı çekilmez olurdu tüm bunlar.

Okumama dair bir düzenden bahsedebilir miyim, bilmiyorum. Elbette daima okuyorum, daima çantamda bir, yok yok iki kitapla dışarı çıkıyorum. Gerçekten iyi metinler yazmak istiyorsam şahane şeyler okumalıyım ki dil ile neler yapabileceğimi keşfedeyim. Muhakkak kurmaca okuyorum, kurmaca yazmak için kurmaca okumak gerekli zaten. Bu sıralar edebiyat teorisi üzerine de okumalar yapıyorum. Güncel yazarları takip etmek de benim için önemli. Elimden geldiğince çağdaşım öykücülerin neler yazdıklarından haberdar olmaya çalışıyorum.

Son olarak kısa kısa birkaç soruyla bitirmek istiyorum. Bu kısa soruların amacı Taşıyacak Bizi Rüzgâr’ın yazarı Merve’nin dünyasını biraz daha yakından tanımak. 


- Taşıyacak Bizi Rüzgâr’da en sevdiğin üç öykü? 

Hepsi benim evladım. Şimdi bir isim versem ötekinin hakkı kalır. Evlatları arasında ayrım yapmayan bir anneyim sanırım. Bu nedenle bu soruya yanıt vermeyeceğim.


- Karakterlerinden birinin reel dünyaya gelme şansı olsaydı hangisinin olmasını isterdin?

Bu soruyu okuyunca gözlerimi kapayıp öykülerimdeki tipleri tek tek düşündüm ve aslında hepsinin zaten hayatta olduklarını fark ettim.


- Dönüp dönüp okuduğun kitap ve izlediğin film? Neden?

Dönüp baştan sona tekrar okuduğum iki kitap: Yüzyıllık Yalnızlık ve Kara Kitap. Bunların yanı sıra ara ara Tomris Uyar’ın toplu öykülerine dönüp duruyorum. Kitabı açıp rastgele bir öykü okuyup kapatıyorum. Bu Cemal Şakar’ın tüm öykülerinin toplu olarak basıldığı iki ciltlik Bir Avuç Dünya için de geçerli. Öyküye dair aradığım her şeyi buluyorum bu iki kitapta. Tıkandığım an, yol göstericiye ihtiyaç duyduğum zaman bu ikisi can simidim. Marquez’in Anlatmak İçin Yaşamak’ına da göz gezdiririm ara ara. Şiirde de benim için böyle kitaplar vardır, İlhan Berk ya da Lale Müldür mesela, dönüp durduğum şairlerdir. 

Film olarak da Yüzüklerin Efendisi serisini üç dört kez izledim, uyarlamalar içinde en sevdiklerimdendir o. Midnight in Paris’i de defalarca izlemişimdir. 


- En etkilendiğin şehir? Neden?

En’im yok galiba. İstanbul’u çok seviyorum, ilk gelişimde 15 yaşındaydım sanırım. Görmeden de hayrandım fakat görünce tutuldum. Boğaz Köprüsünü uzun uzun izlemiştim. Zaten rahmetli dedemin de hayaliymiş, Boğaz Köprüsünü görmek. Yıllardır içinde yaşasam da hâlâ etkiliyor beni İstanbul. Antalya’dan da etkilenirim, memleketim olduğu için de olabilir tabii. Dağların denize uzanışını ya da ufku seyretmek benim için hiçbir zaman sıradanlaşmadı. Bir de Roma, sahiden çok etkilemişti. Paris’e daha önce gitmiştim ve sanat şehri olması, müzeleri çok hoşuma gitmişti. Fakat hayır, Roma bambaşka. Hem tarihi, mimarisi, hem Akdeniz şehri olmasının getirdiği sıcak renkleriyle atmosferiyle muazzam bir şehir. Bir müddet yaşamak isterdim. 


- Emekli olduğunda -yazarlıktan değil öğretmenlikten- yaşamak istediğin yer?

Bilmiyorum, bunu hiç düşünmedim. Sanırım emeklilik planı yapacak yaşa gelmediğim için. 


- Taşıyacak Bizi Rüzgâr’la ilgili kurduğun bir hayali bizle paylaşır mısın? 

Çok okunması ve hakettiği değeri görmesi. Uzun yoldan geldik birlikte ve kıymet bilen nitelikli okura ulaşması benim için çok kıymetli.


- Masanda neler var?

Masam çok karışık bu sıralar. Yetiştirmem gereken birkaç iş var. Ayrıca kafamda dönen birkaç eleştiri metni ve yeni bir öykü.


- Seni asla yalnız bırakmayan roman kahramanı?

Bir ara Fante’nin Toza Sor’undaki Bandini ile epey takıldık, hala portakal yerken onu hatırlarım. Onun yazma çabası ve parasızlıktan açlığını sürekli portakal yiyerek yatıştırmaya çalışması çok hoşuma gitmişti. Ben Lerner’in Atocha’dan Ayrılış’taki şair karakterini de sevmiştim. Sanırım yazar karakterleri daha çok seviyorum. Ya da beni sahiden etkileyen “kadın” yazarların kaleminden çıkmış çok sevdiğim, öz ablam gibi falan gördüğüm kadın karakterler vardır. Ursula’nın Yerdeniz’indeki Tenar bir de Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak’ındaki Aysel. İkisiyle de uzun sohbetlerim olmuştu. Fakat bu beraberliklerim dönemlik, hep bir arada olduğum bir roman kahramanım yok. 


- Yirmi yıl sonra Merve’yi nerede ne yapıyorken göreceğiz? 

 Bunu da hiç düşünmedim. Az önce dediğim gibi olgunluk çağlarıma dair hiç düşünmemişim. Ama muhtemelen yazmaya devam ediyor olurum. Çok sayıda kitabımın olması hayalini kurmuyorum, nitelikli eserler kaleme almış olmak benim için daha önemli. Birbirinin benzeri, çağrışımlarla ilerleyen bir sürü eser yazılabilir. Mesele başka şeyler denemek, nasıl yazarım üzerine düşünmek gibi geliyor bana. Nitekim ömrünü yazmaya adayan her gün saatlerce çalışan her yazarın idealize ettiği Orhan Pamuk’un bile yetmişli yaşlarında olmasına rağmen toplamda on bir adet romanı var diye biliyorum. (evet, saydım) Dört beş yılda bir roman yazmakla iki üç ayda yazmak arasında ciddi bir fark olmalı bence, sence de öyle değil mi? Bu arada roman yazacağım demedim, yanlış anlaşılmasın. Yazmayacağım da demiyorum tabii. Şu an bildiğim tür öykü. Bakalım zaman ne gösterecek…

Söyleşi teklifimi kabul ettiğin ve güzel cevapların için teşekkür ederim. 

Ben çok teşekkür ederim Fatma. Birlikte nice kitaplara inşallah.

Fatma

Fatma İlhan. Kayseri’de doğdu. İstanbul’da büyüdü, Almanya’da yaşıyor. Dergâh, Hece Öykü, Olağan Hikâye ve Ke dergilerinde öyküleri yayımlandı. Nisan 2023 yılında Dergâh yayınlarından çıkan Teyzeler ve Maymunlar isimli bir öykü kitabı vardır.