Menu
HÜSEYİN ALEMDAR’LA SÖYLEŞİ
Söyleşi • HÜSEYİN ALEMDAR’LA SÖYLEŞİ

HÜSEYİN ALEMDAR’LA SÖYLEŞİ

Hüseyin Alemdar'ı edebiyatla ilgilenen hemen herkes bilir ya da tanır. Uzun yıllar gerek bu alan için gerekse sinema ve özellikle de kurucusu olduğu Orhan Murat Anburnu ödüllerinin nasıl bir emektarı olduğunu bilinir ve takdir edilir. Varlık, Adam Sanat, Hürriyet Gösteri ve Milliyet Sanat dergilerinin şairi Alemdar geçtiğimiz aylarda, ilki verilen Attilâ İlhan Şiir Ödülü'nü "Vakitler İncelikler" yapıtıyla kazandı. 1037 başvuru arasından, "biçim, içerik, üslup bakımından ve şiirlerinin çoğunun özgün ve ilginç olmalarının yanında, geleneksel şiirle modern şiiri yeniliklerle bağdaştırmadaki ustalığı" sebebiyle jüri, büyük ödülün Alemdar'a verilmesini kararlaştırdı. Bu nedenle söyleştiğimiz Hüseyin Alemdar'a şiirinin doğumunu, temel taşlarını, öncüllerini sorduk, 'iki dayak arasında eğreti duran bir hayat'ını, şiirlerinde de geçen, bütün kelimelerinde gezinen Hüseyin'in ta kendisini anlattı.

-Harf ve ironi tutkunu şairliğine, şiirde var olduğun yere, çıkış noktana gidersek; şimdiye dek yayımlanmış 6 kitap vardı ve şimdi de, 7'nci kitabın olan 'Vakitler İncelikler'in 'dosya' olarak Attilâ İlhan Şiir Ödülü'ne değer görüldü. Duygunun ve vefanın şairi olarak kendini nasıl tanımlarsın?
-Açıkçası şiire politik yıllarda başladım. Politik dönemlerde harfler birer taş gibi geçilir. Ben, içine beyazperdenin siyahı düştü düşeli meczup ve mecnûn U harfi bir adamım! Kapağımı biri açsa, ya kendime ya aşka düşerim. Şiirde iki doğumum var: İlki 'Toplanmış Sevgi Ölüleri'yle 8o'lerde olmuştu, ikincisi 'Vakitler İnceliklerle şimdiki zaman olacak. Şiire 8o'lerde başlamış olmama ve üstelik önemli iki kitabımı bu yıllarda yayımlamama rağmen, 80 şiiri içinde adımın fazla anılmaması karşısında, aslında beni kurtaran bir ödül oldu Attilâ İlhan Şiir Ödülü. Kurucusu olduğum ve yalnızca şiir kitabı yayımlayan Hera ile yine kurucusu olduğum Orhon Murat Anburnu Ödülleri'ndeki emeğim de cabası. Jürinin bu yanımı da düşünerek 'pekiştirme' anlamında da olsa, ödülün bana verilmesine karar vermesi, ödülün gerekçesi yanında bu karara da saygı duyarım. Ama her şeye rağmen çok sıkı ve sağlam, 'gizli başyapıt'ım diyebileceğim bir dosyayla jürinin karşısına çıktığımı söylersem, umarım ukalalık yapmış olmam. Şairler için böyle yapıtlar on yılda yirmi yılda bir gelir. Ayrıca yaklaşık yirmi yıldır bende yaşayan bir dosyaydı 'Vakitler İncelikler'; saygın bir yayınevi için hazırladığım sırada ödülün duyurusuna denk gelmesi de bir şans açıkçası. Vefanın ve inceliklerin şiirini söyleyen bir şair olarak, bu kanaldan biraz daha akacağımı göstermesi açısından 'Vakitler İncelikler'i önemli yapıtlarımdan biri olarak görüyorum. Kitap olarak da hakettiği yeri bulacak diye düşünüyorum.

-Şairliğin kutsadığı harf, kelime oyunu senin şiirlerinde de bir hayli karşılaşılabilir bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Böyle bir paralellik kurarak kendini yakın hissettiğin ya da şairliğinde tuzu olan isimler olarak kimleri yad edersin?
-Varlık, Adam Sanat, H. Gösteri ve Milliyet Sanat dergileri şâiri olduğum yıllar; tam anlamıyla 8o'ler. Bastırılmış devrimci kişiliğimle ellerimin parmaklarını iki uzak ses ceplerimde kırdığım yıllar. Toplumculuğu saf ve coşku kırığı yaşama isteği. Nâzım Hikmet'ten Pablo Neruda'ya, Hasan Hüseyin'den Nikola Vaptsarov'a, Rıfat İlgaz'dan Attilâ Jözsef'e, A. Kadir'den Yannis Rjtsos'a toplumculuk ateşiyle kendimi kavgama mıhladığım ilk gençliğim. Aşkı Beyoğlu'nun arka yakalarında ya da Yüksekkaldırım'ın çıkmazlarında bölük pörçük yaşama sekanslarım. Geriye dönüp bakıyorum da, hepsi hepsi ovalharf gri soğuk hayat kırıkları... İlk iki kitabım 'Toplanmış Sevgi Ölüleri' ve 'Gecede Gülümseme'deki şiirler o kırıklıkların izdüşümleri. Üstelik o yıllarda 'Duvar', 'Sisler Bulvarı', 'Yağmur Kaçağı' ve 'Belâ Çiçeği' ile Attilâ İlhan şiirinin dublörüyüm bir bakıma geceleri. Öğrencisi olduğum dergi ortamları ve o dönemki ahilerimiz sanki İkinci Yeni şairlerini yasaklamış bize. Edip Cansever, Turgut Uyar, Oktay Rifat, Ece Ayhan, Cemal Süreya, Tevfik Akdağ, Ercüment Uçarı şiirleri henüz girmemiş(ler) hayatıma. İlk iki kitabım, güna-hıyla sevabıyla Yeşilçam melodramı bir buruklukla Türkiye şiirinin sayfalarına saçmış beni; kendi adıma iyi ki de o yılları yaşamışım. İlk doğumum orda! Adımın başharfı şiirimin ve hüznümün başlangıcı aslında. İki dayak arasında eğreti duran bir hayat, Hüseyin'in ta kendisi aslında!?
-Şiir yazma serüvenin yalnızca kağıt ve kalemle ilişkili değil, toplumdan ve kalabalıkta yer alan kendinden beslenerek var edilmiş bir poetika aslında. Geçmişe dönük git geller arasında bir bakıma bugünün yüzeyselliğinde konumlandıramadığın şiirlerini nereye dahil edersin?
-Toplumculuğun dayattığı politik duruş poetikamı oluşturmamı geciktirmiş biraz. U harfinin şaşı bakan haliyim biraz da. 'Aşk ve Prelüdler' poetika dersine hazırlık kitabımdır bu yüzden. Hayatın ve evliliğin acı çekiciliği bu yıllarda inmiştir içime. Kırk yaşıma kadar içimde kalacak, yirmi beş yaşımın gri kurşunuyla. O yıllarda iki şair iki dizesiyle allak bullak etmiş hayaümi: Rene Char "güneşi gördüm alçaktan uçuyordu"/ Oktay Rifat "en akıllı yanımdır balıkla deniz tutmak". Şiiri somut değil soyut imgelerle kurma çabası, felsefik derinlik kaygısı, retorik, dize kurgusuy-la biçimde yetkinlik (tek çırak kalmadığım yer burası galiba), geleneksel olanı evrenselin içinde eritmek işlevselliği. Yasımı ve yalanımı yanıma alarak İkinci Yeni'ye ve modern şiire kaçışım bu yıllara denk gelir. Tuhaftır, şiirimi burada da yine bir Rene Char dizesi kanatır: "ah, karlar acımı bilmiyor!" İddia ediyorum ki, bu yıllarda Edip Cansever'in 'Mendilimde Kan Sesleri' şiirini benim kadar yaşayan olmamıştır.

-Sinema ile de ilişkiler kurabildin. Söz ve görsellik arasında seni yakınlaştıran bağ neydi? ?-Kurucu olduğum ödül, Antalya Altın Portakal Film Festivali heyecanı, kısa ve uzun bir sürü film bilinçaltımda öyle bir yer etmiş ki o gün bugündür tedavim bir türlü mümkün olmamıştır. Başlarda mükemmel bir film arayan ben, şimdi dokümanter bir filme bile razı hale gelmişim. Ne var ki, elim de kalbim de hiçbir şeye gitmiyor. Uzak ustam Jean Cocteau "sinema nedense bir türlü şairlerin eline geçmemiştir, eğer birgün geçerse orda takılır kalır" demiş. Ne acıdır ki o bile istediği sinemayı yapma fırsatını bulamamıştır. Sinema ile şiirin gizli ilişkisi Nâzım Hikmet'ten küçük İskender'e, Ercüment Behzat Lav'dan Murathan Mungan'a, Orhon M. Arıburnu'dan bendenize, Attilâ İlhan'dan Hüseyin Peker'e, Kâmran Yüce'den Ömer Erdem'e kadar bir sinemacı-şair dehası yaratamamıştır maalesef. Benim bu hasta ve karanlık sularda tek kazancım yine de şiirim olmuştur. Sinemaya adanmış bunca şiir yazan başka bir şair var mıdır? 'Sinema Kitabı'm eksiktir, hâlâ da eksikliğini koruyor. Bir kitabın eksik olması yaşamasıdır, ilk kitap hariç benim tüm kitaplarım o anlamda eksiktir.

(BİRGÜN GAZETESİ, 30.01.2008)