Menu
duran çetin'le söyleşi
Söyleşi • duran çetin'le söyleşi

duran çetin'le söyleşi



-Tarihe not düşmek bakımından, yazı serüveninizi konuşabilir miyiz?

-İlk yazım İki Eylül Gazetesi'nde (Eskişehir,1990) çıktı. Bu bir köşe yazısıydı. Uzun zaman devam etti. Halen de Konya’da bir bölge gazetesinde devam ediyor. Gazetelerin dışında yazılarım ve öykülerim Yedi İklim, Berceste, Ay Vakti, Edebiyat Otağı, Irmak, Son Çağrı, Ribat, Müsvedde, Dergah, Hece gibi basılı, Edebistan.com40ikindi.com, gibi edebiyat portallarında ve yerel gazetelerde yayımlandı. Öykülerim sürekli olarak Edebistan’da yayımlanıyor.

-Hikayeleriniz romanlarınız yayınlandı.Elan yayımlanma aşamasında kitaplarınız var. Kitaplarınızı konuşalım biraz?

-Evet, ilk kitabım daha çok çocukların kalbine yol bulmayı amaçlayan Bir Kucak Sevgi’ydi (Öykü). 2000 yılında yayımlandı. Bu ilk kitabım olmasından mıdır, nedir benim için çok önemli.

2. olarak Güller Solmasın (Öykü) isimli hikaye kitabım yine aynı yıl yayımlandı. Bunların 2. baskıları da yapıldı. Üçüncü kitabım 5 ya da 6 yıl kadar yazımı süren romanım oldu yıl 2002 idi ve ilk romanım yayımlandı: Bir Adım Ötesi (Roman). Bir öğretmen öyküsüydü romanın işlediği belki de bendim.  Sonra devam etti kitap yayımlanma serüveni. 2003'te Kırmızı Kardelenler (Öykü), Yolun Sonu 2004, Portakal Kızım (Roman), 2005, Sana Bir Müjdem Var (Öykü),  2006, Gözlerdeki Mutluluk (Öykü), 2007 Toprak Gönüllüler (Roman), 2008.

Evet her yıl bir kitap yayınlamaya çalışıyorum. Münavebeli olarak düşünüyordum bir öykü bir roman. Bazen buna uyamıyorum.  Bu Eylülde iki kitap planlıyoruz. Bu da bir ilk bizim için. İkisi de öykü. Biri dergilerde yayımladığım son zamanlardaki öykülerden oluşuyor. Diğeri yine benim tarzım dediğim ve bile isteye yazdığım öykülerden oluşuyor. Bakalım zaman ne gösterir. Tabi yayımlanmaya hazır öykü, roman, makale ve gezi yazılarım da var. Sayısını söylemek zor ama epeyce fazla diyebilirim.

-Hikaye ve romanlarınızda çocuk edebiyatına yaklaşık duruyorsunuz. Hatta bazı kitaplarınız çocuk merkezli bile sayılabilir. Bunu nasıl görüyorsunuz? Bu bir karmaşa mı; yoksa bile isteye oluşturduğunuz bir dil mi acaba?

-Beni çocuk edebiyatçısı olarak ananlar var. Bundan gurur duyarım. Çocuklara yazmak özen ister, emek ister. Diğerlerinde de aynı ama bunun üzerine birazcık çocuk hassasiyeti göstermeniz gerek. Bu da işin ayrıcalıklı olduğunu ortaya koyuyor. Onu ifade etmek için söyledim. Bunda bir karmaşa yok. Ben öykülerimi üçe ayırıyorum. Çocuklara yönelik yazdıklarım, sanat ağırlıklı olanlar ve doğrudan doğruya fayda amaçlı yazdığım öyküler... Hatta bir çocuk romanım da yayına hazır ama ne zaman çıkar, çocuklarımıza ne zaman ulaşır onu bilemiyorum. Yaptıklarımın hepsini bilerek yapıyorum. Bana “ne güzel yazmış desinler” diye bir şeyin peşinde değilim. Faydalı olmak öncelediğim bir şeydir. Yazıyorsam iyiyi güzeli öncelemeliyim, düşüncesi hâkim bende.

-Yalın, anlaşılabilir bir diliniz var; anlatıların sonunda sıklıkla sürprizlere açık durmuyorsunuz. Bunu okura ulaşmak açısından nasıl görüyorsunuz. Dezavantajları da oluyor mu zaman zaman? Tepkiler nasıl yani. Okurunuzun nabzını tutabiliyor musunuz?

-Ben dezavantajı  olduğunu düşünmüyorum, aksine sadeliği ile okumayan Türkiye’de birilerini okuma bilinci kazandırabilirsem kendimi bahtiyar addederim.. Neyi niçin yazdığım, önemli olan. Bazen eleştiriler de oluyor muhakkak. Edebiyat ve sanatı öncelikli kabullenen dostlarımız bu konuda daha sanat içerikli yazmamın iyi olacağını söylüyorlar. Ben zaten bunu da yapıyorum ama onları kitap olarak hiç yayımlamadım. İlerde belki diyorum.

Abdullah Harmancı’nın sizinle yaptığı bir söyleşiden mülhem, hatta Harmancı’dan alıntılayarak soralım: Yazdıklarınızda mesaj endişenizi onaylıyor, kendinizce bunu tartışıyor musunuz?

Daha önce de söyledim. Mesaj benim için önemlidir. Aslında yazmaya başlarken illa ki şu mesajı vermeliyim gibi bir peşin kanaat söz konusu değil, ama genel itibarı ile yazdıklarımın bir yere dayanması gerektiği düşüncesinden de uzak kalamıyorum. “Hayır” söylemeyi, “iyi insan” olmak uğrunda yapılması gerekenleri yazmaktan hoşnut olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. İnsanın sorumluluklarının olduğunu, sorumluluklarını yerine getirirken hayatın gerçekliğinden uzaklaşmadan yaşamanın da bir hedef olduğunu hatırlatmak, güzellikleri unutturmamak, hatalı davranışlarının nelere mal olduğunu göstermenin gerekliliği ve bunun yapılmasının görev olduğunu düşünerek böyle bir tercihim söz konusu. Herkesin bu şekilde yazması gerekmiyor. Bunun da edebiyatımızın ayrı bir güzelliği, ayrı bir zenginliği olarak görüyorum. Mesaj derdi/kaygısı taşımadan da yazılar kaleme alınır.

Aslında bu düşüncenin yazılarımın tamamını kapsadığını  söyleyebilmek de çok güç. Bazen kendiliğinden gelen, kendiliğinden oluşuveren düşünceler olabiliyor. Bu güzellikleri, edebiyatın güzelliğiyle birleştirmenin önemli olduğunu düşünüyorum.

-Bir de yazdıklarınızda, eleştiri aşırılaşmıyor, eleştiride çok olumsuzu sergileyip geri çekilme var olay ya da durum anlatımlarınızda. Bu sarsmaz mı sizce hikaye ya da roman yazarını?

-Anlatmak sarsıntıyı yok edecek mi peki? Etmeyecek.  Yazdıklarımda eleştiri de var, teşvik de var, yönlendirme de var. Ama zaten benim hayatımda aşırılık yok, aşırılığa yer de yok. Bende olmayan bir şeyi dikkat çekme adına yapmam da çok doğru olmaz. Mutedil olmayı öğütlerken bunu ben aşarsam, yaptığım işin anlamı kalmaz, diye düşünüyorum. Kendime yapılmasını istemediğimi başkasına yapmamalıyım ve örneklik teşkil etmesine de sebep olmamalıyım.

-Yazmada zaman sorunu yaşıyor musunuz Duran Bey? Ah yetmiyor vakit, dediğiniz oluyor mu?

-Hayır. Hiç böyle bir sıkıntım olmaz benim. Benim için zaman ve mekan da özellikli değil. Her zaman ve her yer olabilir. Yazmak gerekirse her yerde yazarım. Benim için özel bir zaman söz konusu değil. Genellikle evimin balkonunda yazmayı tercih ediyorum. İnsan azmettikten sonra her şeye vakit bulur. Yetmez bahanesi boş olanlar içindir, diye düşünüyorum. Belki yoğunluğum oluyor ama zamansızlık asla. Eğer istiyorsan gece kalkar okursun ve yazarsın, ya da insanlar piknikteyken oturup yazabilirsin bu irade meselesi. Bir de inanmış olma diyorum. Yazmanın gerekliliğine inanmış olmalısın, hepsi bu kadar.

-Oğlunuzun şiire ilgisinden rahatsız oluyor musunuz? Ya da onun şiirden çok hikayeye yönelmesini ister miydiniz? Böyle bir ukde taşıyor musunuz sahi?

-Muhammed Enes, şiir yazar, yazmaya devam ediyor, hikâye de yazıyor. Aliye Büşra da öyle. Benim şiirden koparma diye bir derdim yok. Ama benim gibi öykü yazmaları hoşuma gider. İkisi de istediği alanda yazabilirler. Şu an önemli olan okumaları. Zaman onların önünde yollar açacaktır muhakkak. Bekleyeceğiz ve göreceğiz.

-Çocuklar için tiyatro düşündünüz mü hiç? Tarzınızın oyun yazarlığına yakın olduğunu düşünüyorum, ne dersiniz?

-Düşünmekse evet. Ama düşünmek yetmiyor. İcraat lazım. Düşünceleriniz doğru. Ben de hissediyorum bunu. Henüz bir girişimim olmadı. Bir senaryo var elimde onu bile tamamlayamadım. İlerde belki kim bilir. Bu alanın da bir hayli boş olduğunu, ihtiyaç hissedildiğinin farkındayım.

Son söylemek istedikleriniz?

Size ve dünyabizim portalına teşekkür ediyorum. Çok güzel bir site. Aktif canlı, cıvıl cıvıl, düzeyli… Başarılar diliyorum.

Duran Çetin kimdir

1964 yılında Konya/Çumra/Apasaraycık Köyünde doğdu. İlkokulu köyümde imkansızlıklar içinde okudu. Orta öğrenimimi yatılı olarak Çumra’da tamamladı. 1986 yılında Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. Aynı yıl evlendi ve öğretmenliğe başladı. Eskişehir, Turhal, Kulu, Çumra’da öğretmenlik yaptı. Elan Selçuklu Adnan Hadiye Sürmegöz İlköğretim Okulunda öğretmenlik ve idarecilik yapıyor.

(BU SÖYLEŞİ, www.dunyabizim.com SİTESİNDEN ALINMIŞTIR)