Kimsesizliği hüner edinen yalnızlığımızın
yorgunluğuna vuruyor zaman,
Kaba kaba linç ediyor ,
kavuşan yerlerimizi.
İnce dokunan kaygılarımıza
sık geçiyor vakitler.
Dara düşmüş gönlümüzün
bilmek yükünü devrediyor ,
yelkovan akrebe.
Ki ben ,
zanaatkar olmalıydım,
iş ehli bir ayar ustasına .
Çayın deminden bulmalıydım,
fırçanın ayarını.
Kalem bükülmeliydi ,
kaba ellerim de .
Eğik yazılarıma vurmalıydı ,
sabah güneşinin dik ışıkları .
Sonra bir tren garında ,
bavullar taşımalıydım ayrılıklara.
Hasret ki kolumda
bir altın bilezik olmalıydı,
beyaz mendil kavuşturan
sık avuçlara.
Ki ben,
bir gerdan olmalıydım.
Kırılan boyunlarda.
Süslü şallar gezdirmeliydim,
baş bulmaz omuzlara.
Yün dokuma sevgilerle
örtmeliydim hüzünleri.
Sıcacık bir vuslat bulmalıydı, sarmaşıklar yolumda.
Yolum düşmeliydi,
kelam üstadının yoluna.
Ki ben,
bir gazel olmalıydım.
Hak aşığının
yakıla yakıla sönen o boğazında.