Menu
EŞİKTEKİ ŞİİRİN ÇOKSESLİ ÖZGÜRLÜĞÜ
Şiir • EŞİKTEKİ ŞİİRİN ÇOKSESLİ ÖZGÜRLÜĞÜ

EŞİKTEKİ ŞİİRİN ÇOKSESLİ ÖZGÜRLÜĞÜ

Modern Türk şiirinin gerek oluşum aşamasında gerekse olgunluk döneminde uğraştığı en sancılı konu kuram ve teorik altyapı konusudur. Kuram bir fiilin, işin veya yapının nasıllığı hususunda oluşturulan düşünce sistemidir. Şiir için bu durum genellikle poetika olarak adlandırılmıştır. Poetik çalışmalar özellikle modern bir karakter taşıyan şiir çalışmalarının vazgeçilmez unsuru haline gelmiştir. Modern Türk şiiri de bu poetik harekâtın bir yanından tutmuş, modern şiirle iç içe olan şairlerimiz şiirlerini oluştururken aynı zamanda kuramsal çalışmalar yapmaktan da geri durmamışlardır. Bu durum son zamanlarda daha da bir hız kazanmış, yapılan poetik çalışmaların yanında çeşitli manifestolar hazırlanmış ve akımlar oluşturulmuştur. Son dönemde adını sıkça duyuran kuramsal yaklaşımlardan biri de Hayriye Ünal’ın dillendirdiği “Çok Sesli Şiir” kuramıdır.

Hayriye Ünal işe rahatsız olduğu noktaları dile getirmekle başlar, “hesaplaşma” onun poetikasında merkezî bir yere sahiptir. Zaten Çoksesli Şiir kuramı da belirli bir sıkıntının üzerine gidilmesiyle oluşmuş bir kuramdır. Ünal edebiyatımızın bağımsız bir işleyişe sahip olmadığını iddia eder. “Pratikte tek tek bireylerin yazdıklarının toplamı olması gereken ancak kanonik veya kuramsal bir kimlik olarak bu toplamdan fazla olması gereken edebiyat kendini bağımsız bir işleyiş olarak kuramadı. Bunda şüphesiz toplumda nüfuzu olan kesimlerin 1856’yı takip eden yıllarla birlikte giderek heterojenleşen yapısının payı olduğu kadar bireysel bilincin işareti olan ve edebiyata akılla yaklaşmayı öngören düzyazı göreneğinin zayıf olmasının da etkisi vardır.”  (20) Ünal’a göre edebiyatımızın bağımsız bir işleyişe kavuşamamasının başlıca sebeplerinden biri düzyazı alanında yeterli bir konumda olamayışımızdır. Düzyazı, Ünal’ın vurguladığı gibi, düşüncenin daha geniş boyutlarıyla sergilendiği, anlatmaya ve açıklamaya dönük, akli yapının daha güçlü olduğu bir yazın alanıdır. Dolayısıyla düzyazının gelişmiş olduğu bir yapı kendini diğer unsurlardan daha rahat ayırır ve muhafaza eder. Bu da tabi olarak bir bağımsızlık çemberi meydana getirir.

Hayriye Ünal’ın rahatsız olduğu bir diğer konu bugüne kadar kabul görmüş, kural haline gelmiş, üzerine fazla gidilmeden benimsenmiş, kıyasıya bir eleştiri süzgecinden geçmemiş düşüncelerdir. Ünal bu noktadaki düşüncelerini şöyle ortaya koyuyor: “Kanıksanmış her düşüncenin bir güvenlik alanına çekilmiş olduğundan şüphe duymalıyız. Belki bu son yargıdan da şüphe duymalıyız. Kalıcılığı değil değişken alanları hedeflemek, muhkem bölgeleri değil tedirgin edici geçiş alanlarını seçmek, sırt yaslayacak birikimleri değil tarihsel bir paranoyayı bir kez deneyimlemek neden olmasın? Niçin edebiyat tarihi alışılageldiği şekilde davranacak olsun ki?” (23) Demek ki Ünal için alışılmıştan, benimsenmişten çok kıyıya itilmişten, çekinilenden, ele alınmamıştan başlamak Çoksesli Şiir için önemli bir unsurdur. Bu durumu “eşikte olmak” şeklinde tabir eden Ünal, eşikte olmanın geniş imkanlarını da işaret eder: “Eşik her zaman dönüşümlere gebe bir konum olduğu için, anın açık uçluluğunu, zamanın doğurganlığını da içinde taşır.” (333) Eşikte olmak, çift taraflı bir konum özelliği taşır. Hiçbir tarafa ait olmamakla birlikte iki tarafla da ilişkili olmak, iki tarafın da kokusunu duymak eşikte olmanın bir imkanıdır. Ünal bu minvaldeki düşüncelerine şöyle devam ediyor: “Arada kalmanın, eşiklerde oluşların, yarımlılıkların, eksikliklerin bir dili varsa –ki biz var olduğunu düşünüyoruz- şiir bunu tasavvur edebilir.” (143-144) Hayriye Ünal yıkmaktan, tedirgin etmekten, şaşırtmaktan, değiştirmekten, terse yatırmaktan yanadır. Bu manada “Büyük yıkımcı” (157) tabiri onun bulduğu ve çok sevdiği bir tabirdir. Çünkü Ünal’a göre büyük bir yıkımcı olan aynı zamanda büyük bir yeniden yapıcıdır da.

İsyancı bir tutuma sahip olan Ünal başıboş, fütursuz tavırlardan da hoşlanmaz. Genç edebiyatçıların nasıl davranması gerektiği üzerine fikir yürüten Ünal şu uyarılarda bulunur: “Akl-ı selim sahibi emekli veya malulen emekli genç edebiyatçının aşırılıktan kaçınan mutedil tavırları… Buna karnımız tok. Aşırılığı başlı başına bir şey zanneden irili ufaklı Bihruzlara, velet Karamazoflara da.” (84) Ünal’a göre önemli olan yeni, farklı, klişeden uzak, varlık hallerini eğip bükmeden oluşturulacak bir dili şiirde yakalamaktır. Oturmuş, artık söylediği şey çokça tekrarlanan, deyiş yerindeyse tüketilmiş üslup ve konuların karşısındadır Ünal. Bu yüzden şiirde klişenin karşısına deformasyonu çıkarır. “Klişe bir dili kullanan şairlerin davranışında belli bir kitle üzerinde bu dilin etkili olduğunu müşahede etmeleri rol oynar; deformasyona yönelen şairin davranışı ise daha çok muhayyel bir okuyucu üzerinde yaratılacak bir etkinin hayalidir.” (9) Şiirde deformasyonu alelade uygulanan bir yöntem olarak değil; bilinçli, şiir dilinin imkânlarını geliştiren bir hamle olarak algılamak ve uygulamak gerekir. Özellikle genç şairlerin ilginçlik ve dikkat çekmek için başvurdukları dilin genel yapısını bozan fakat neticede hiçbir şey söylemeyen çalışmaları yukarıdaki açıklanan noktanın dışında tutulmalıdır. Deformasyon sadece dil üzerinden yapılmaz, içerik de zaman zaman deformasyona tabi tutulabilir. O ana kadar belirli bir düzlemde işlenen bir konu bambaşka bileşenlerle çok farklı bir yapıya büründürülerek alışılmış konumundan öte noktalara gelebilir.

Şiir Ünal’a göre dünyevi bir uğraştır. Öyle ki bir metnin şiir olmaya doğru yaklaşması onun daha çok dünyevi uğraşı haline gelmesiyle mümkündür. (220) Dünyevi olmak yaşamanın bütün görüntüleriyle yaşamanın içerisinde ondan kopmadan onunla ilgili olmaktır. Bu anlamda şiire bir üst veya yan bir alanda bir tutamak, dayanak belirlemek gereksizdir.

Hayriye Ünal’ın Çoksesli Şiir poetikası postmodern açılımlarla dirsek teması olan bir kuramdır. Fakat tamamıyla postmodern bir kuram olarak tarif etmek de zor. Ünal bu noktayı şöyle izah ediyor: “Çoksesli şiir, kurguyla ilişkilidir ve felsefi bir içerikten çok güncel malzemeye odaklıdır. Dolayısıyla postmodernizmin edilgen bir ürünü değilse bile postmodern tekniklerle iş görmeye de yatkındır.” (10) Postmodern teknik herhangi bir ön kabulden, bağlanmışlıktan, keskin kurallar bütününden, sınırlamalardan hareket etmez. O daha çok bir tespit, bakış açısı ve tasavvurla alakalıdır. Bu özellik postmodern dile oldukça geniş bir alanda hareket etmesini sağlarken aynı zamanda hiçbir hedefin tutturulamaması da sıkça karşılaşacak bir durumdur. Zaten postmodern tutumun da tutturmak gibi bir kaygısı yoktur. Bu postmodern duruş Hayriye Ünal’ın şiir düşüncesine şöyle yansımıştır: “Şiir, yazılmaktayken kendi doğasını da üretir. Herhangi bir şeyi temsil etmemektir bu. Şiirdeki her öğe bir diğeri için bir şeyi temsil etmemeyi esas alarak sadece ilişki kurar; ama bu ilişki sürekli bir temas halidir. Belirli kavşaklarda ilişki halinde oluş şiirin yegâne mekânıdır.” (71) Şiirin içyapısına bu şekilde yaklaşan Ünal, şiiri algılama, şiir tutumları üzerine de yukarıdaki yaklaşımına benzer bir görüntü çizer. Onun için edebiyatın edebiyat dışı kurallara ihtiyacı yoktur. Hatta edebiyatın kadük bir hale gelmesi onu kendisi dışındaki öğelere yaslamakla oluşur. Hayriye Ünal bu hassasiyetini şöyle dillendiriyor:  “Bir şiir anlayışını, edebiyat dışında bir yargılayıcı kurallar bütününe nasıl teslim edebilirim? Şiiri dizginlemeye veya bir yöne doğru çekiştirmeye yönelik her türden yargılayıcı üst bakışın tam karşısındayım. Şiir tam da eleştirilmeye çalışıldığı şekilde ben ile öteki arasındaki belirsiz mıntıkada arıyorum. Yaşantıların serimlenerek savunulabileceğini değilse de en azından şiirde ayrıksı bir var oluş alanını açabileceğini –ki bunun gerekliliğini de vurgulayarak- savunuyorum.” (117-118)

Çoksesli olmak, gerçeğin bir tek görünüşünün ve tasavvurunun olduğunu değil çok çeşitli biçimlerin, çok yönlü anlatımın bir diğer ifadesidir. Hayriye Ünal bu kuramı oluştururken olumsuzlama ve değiştirme eylemlerine çokça başvurur. Mesela onun için gelenek, birikim, ustalık ve benzeri kavramlar aşılması, değişik algılanması, kokusuzca eleştirilmesi gereken kavramlardır. Ona göre her oluşum durup durup, hatta durmadan yeniden başlamalıdır. Bu yaklaşım yeni bir soluk getirmesi ve sınırları biraz daha geliştirmesiyle birlikte aslında bir başka geleneğin de devamcısı niteliğindedir. O geleneğe “isyan geleneği” ismini verebiliriz. Zaten kendisi de kitabının sonunda aynen şu cümleleri sarf ediyor: “Sahi biz, ‘otorite anlamların mahkûmları’ olmaktan başka bir tiranın tebaası olarak kurtulmayı hayal ediyor olabilir miyiz?” (372)

NOT: Bu yazıdaki tüm alıntılar Hayriye Ünal’ın Eşikteki Özgürlük-Çoksesli Şiir kitabından, Hece Yay. Ankara 2011. Sayfa numaraları parantez içinde metinde verilmektedir.

(AŞKAR DERGİSİ, SAYI: 20)