2 ARALIK SALI, 1884:
Yahya Kemal, karanlığın yerini aydınlığa terketmeye hazırlandığı vakitlerde Üsküp’te büyükannesinin konağında dünyaya gelir. Doğduğu gün Üsküp’te o zamana kadar pek nadir görülen bir kar yağar.
1889:
“rabbiyesir vela tuassir rabbitemmim bi’l hayr”
(Rabbim kolaylaştır, güçleştirme. Rabbim hayırla tamamlat.)
Okumak yani bir çocuğun okula başlaması birçok kültüre göre kutsal bir olaydır. Şark kültüründe de bu kutsallığın ehemmiyetini hissettirmek için çocuğun mektebe başladığı ilk günde şekerli bir kutlama yapılırmış. Beyatlı için de böyle tatlı bir tören yapılmış. Şair bu töreni şöyle anlatır:
“Mektebe başlayışım tamamen eski geleneğe uydun oldu. Erkenden muallim i evvel Sabri ve Gani Efendiler bizim selamlığa geldiler. Çarşıdan bana savatlı bir divit, boyundan geçirilir, sırmalı bir cüzdanlık alınmıştı. Gani efendi bir rabbiyesir yazdı. Sonra üstüne şeker döktüler; bana o yazının mürekkebini şekerli şekerli yalattılar.”
Unutmadan, bu kutsal günün davetlileri de vardır, onlara da şerbet ikram edilir. Ayrıca çocuğun mektepte yeni tanışacağı arkadaşları da çocuğun evinin önüne giderek onu ilahilerle karşılar.
Beyatlı, o gün hissettirilmeye çalışılan bu ehemmiyeti öyle çok hissetmiş ve anlamış olacak ki hayatı boyunca ilmin peşinden koşmuştur.
YALANCI BAHAR, YALANCI SEVDA; PARİS:
Annesinin ölümü hayatını değiştirir. Selanik’te, Üsküp’te orta öğrenimini tamamlayamayınca İstanbul’a gönderilir. İstanbul’a geldiğinde Galatasaray Sultanisine kayıt yaptırmak ister, ancak kayıt zamanı geçmiştir. Bir yıl İstanbul’da oyalanır. Bu arada Servet-i Fünunculardan etkilenir. Bu öylesine bir etkileniştir ki; sanki güneş o günlerde sadece Avrupa semalarına doğuyor, memleketse zifiri karanlıklar içindeymiş gibi düşünüyordur. Güneşe olan açlığı o kadar çoktur ki ona tek kelime Fransızca bilmeden Paris’e kaçmak gibi bir çılgınlık yaptırır.
Paris’e gidince biraz sefalet çeker. Daha sonra babasıyla haberleşir ve babası ona her ay para vereceğine dair söz verir. Parası olduktan sonra çeşitli edebiyatçılarla görüşür. Bir yıl devam ettiği Meaux Kolejinde Fransızcayı öğrenir. Daha sonra Fransa’da siyasal bilgiler okur bu sıralarda Jön Türklerin arasına katılır. O sıralarda her ulusun kendi bağımsızlığı için çalışması dikkatini çekmiştir. Bu onun bocalamasına sebep olur: Öğrencisi bulunduğu ünlü tarihçi Albert Sorel’in şu sözlerinden etkilenir:”Dünyada keşfedilmemiş iki şey vardır: Coğrafyada kutup; tarihte Türklük.”Bundan sonra Malazgirt ten başlayarak Türk tarihini araştırır. Bu konuda yazılmış yabancı ve Türkçe kaynakları inceler.
“ONU BANA SORMAYINIZ. BEN NASIL BİLEYİM.”
Paris’te başlayan tarih merakı onu ömrü boyunca bırakmaz. Türk tarihi onun dostu olmuştur. O dostunu o kadar çok içselleştirmiştir ki onu eserlerinin baş tacı yapmıştır. Sadece Beyatlı mı onun için mi bir şeyler yapmıştır. Hayır. Bir mülakatında ”Aşk nedir?”diye sorulur ve şu cevabı verir:”Onu bana sormayın ben nasıl bileyim.”belki de bu dost ona, sevgilerin en yücesini, aşkı, tattırmıştır. Bu aşkı her okuyuşunda insanı ürperten dehşete düşüren şu muazzam dizeleri daha iyi anlıyoruz:
“Gelmek’çün ikinci bir hayata
Bir gün dönüş olsa ahiretten
Her ruh açılıp da kâinatta,
Keyfince semada bulsa mesken;
Talih bana dönse nazikane;
Bir yıldız verse malikane;
Bigane kalır o iltifata,
İstanbul’a dönmek isterim ben.
Bin bir tepe yükselen Boğaz’dan
Baktıkça vatan görünsün engin;
Her yıl, bir ömür boyunca, yazdan
Yelkenler açılsın ufka gergin
Lakin bu ikinci varlığımda
Son devre de, ihtiyarlığımda
Artık çekilince söz ve sazdan
Ömrüm iç erenköyünde geçsin
Sadece bu kadar değil tabi Yahya Kemal’e kazandırdıkları ve onun aracılığıyla da bize. Mesela Beyatlı’nın milliyetçilik yorumu farklıdır. Ona göre Oğuz Boyu’nun özü Türkiye’dedir. Bunu da şöyle açıklar: Rusya Orta Asya’daki Türkleri sarsabilmesine rağmen Türkiye Türklerini sarsamamıştır. Ona göre Türklüğü tam anlamıyla yaratan Anadolu dur. Malazgirt ten bu yana Anadolu’yu yurt edinmemiz: Burada oluşturduğumuz musiki, mimari, güzel sanatlar, hepsi bizi yaratan değerlerdir. Bu arada şunu belirtmeden geçmeyelim: Beyatlı’nın Malazgirt öncesi Türk tarihiyle uğraşmayışının nedeni o dönemlerde bu tarihe ait çok sağlam bir belge bulunmayışındandır.
“BEYAZ TÜRKÇE’NİN ŞAİRİ:”
Yahya Kemal’in şiir anlayışının oluşumunda Paris çok etkilidir. Şair o zamana kadar oluşan şiir anlayışlarını pek beğenmiyordur. Ona göre divan şiiri çok süslü anlaşılması zor; hatta sıkıcı; Servet-i Fünun şiiri sırf imaj yapılmak için yapılan şiirlerdir. Bununla beraber, ona göre, divan şiirini ondan sonra çıkan anlayışlar her ne kadar yerse de hiçbiri divan şiirini geçememiştir. Bu düşüncelerden hareketle Paris’te bir anlayış içine girer ve Heredio’nın şiirlerini okur. Onu okudukça Latinceyi şiirlerinde ne kadar katıksız kullandığını fark eder ve şiirlerinde beyaz Türkçeyi yakalamaya çalışır. Bundan hareketle şiirimize birçok yeni kelime katar. Ancak ne onun kattığı kelimeler ne divancılar gibi Arapça, ne de Servet-i Fununcular gibi Fransızcadır. Birçoğumuzun konuşurken kullandığı kelimelerdir, ancak o zamana kadar şiirde kullanmak kimsenin aklına gelmemiştir. Mesela “aklın ve sonsuz” kelimelerini o güne kadar şiirde kullanan tek şair olarak bilinir.
YAŞARKEN BİR TEK KİTABI DAHİ YAYINLANMADI:
Şair 1912’de İstanbul’a döner. Bir tek şiiri dahi okunmadan şiirliğiyle tanınır. Tevfik Fikret bu konuda şunu söyle.”Evvelce şiirleri vardı, şairleri bilinmez, şimdi ise şairler meşhur vardır lakin şiirleri bilinmiyor.”Beyatlı bu şöhretini kendine sorulan sorulara verdiği nükteli cevaplardan alır. Bunlardan bir kaçı şöyledir
“Bir genç için hem şiir yazıyor, hem resim yapıyor; Lakin acaba hangisini tercih etseydi diye sormuşlar. Yahya Kemal
—Resmi tercih etsin deyince! Deyince
—Ama siz daha resimlerini görmemişsinizdir, demişler
Yahya Kemal de
—Evet, resimlerini görmedim, ama şiirlerini gördüm.”
“gayet çekingen, korkak bir adam olan ve ne basit şeyleri söylerken gizli bir eda olan M.Ali Tevfik için Yahya Kemal:
—Kızılcık reçeli yese, bir ay onu sır diye söylemez demiş.”
ONUNLA ŞİİRE ŞİİR OKUMAYA DAİR
Beyatlı şiirlerinde tarih, İstanbul, aşk, tabiat, ölüm, musiki, deniz, rindlik temalarını işler. Divan şiirimizle yeni şiir arasındaki köprüyü kurar. Şiirleri azdır.” Sözü az söyle, güzel söyle” kuralına bağlıdır.
Beyatlı’ya göre “Halis bir şiir fena okunabilir, ancak sahte bir şiir iyi okunamaz.” Mesela birisi eğer şiiri çok iyi anlamışsa onu çok iyi okuyabilir ancak anlamamışsa iyi okuyamaz. Ancak sahte bir şiiri çok iyi okuyana da verseniz yine okunamaz.
...
1957’li yıllarda hastalanır. Yakasını bir türlü bırakmayan bağırsak kanaması sonucu 1 Kasım 1958 sabahı 09.50 de vefat eder. Rumelihisarı Mezarlığına defnedilen Yahya Kemal’in mezar taşında kendi şiirinden alınan şu mısralar kazılıdır:
“ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde,
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde,
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.”