İkisi hıçkıra hıçkıra gülerken biri katıla katıla ağlamaya başladı. Odanın üç ayrı köşesini üç ayrı düşünceyle doldurmuşlardı. Yüzleri ve bedenleri birbirine dönüktü. Birbirine bakan vücutları içlerinden geçenleri okudu; güldükçe ağladılar, ağladıkça güldüler. Odadan sesleri dalga dalga yayılarak başka kıyılara vurdu. Gözyaşları ve kahkaları derin bir zevk ile işledi yüzlerine, öyleki birbirlerinin yüz çizgilerinden memnun oldular.
Bir kulakları fıtrata hiç yakışmayan bir dinin ıslık sesleriyle doldu doldu, dışarı aktı. Diğer kulakları özlerinde sıkışıp kalan sesleri duyabilmek için dikildi tüm kaslarını incitircesine, öyle ki kopacak hissi uyandırdı.
Dalgalar başka kıyılara bütün hışmıyla çarpmaya devam ettikçe, odaya başka diyar ve düşüncelerden insanlar akın etmeye başladılar. Anlamsız anlamsız katıla katıla ağlayana ve hıçkıra hıçkıra gülenlere baktılar. “Ne,neden,niçin” soruları ellerde buruşturuldu, şak diye odadakilerin yüzüne çarpıldı. Hıçkıra hıçkıra gülenlerden biri, bir yandan durulmaya çalışarak, kelimeleri zırh yapmayı denedi, ama sorular çok hızlı,yamandı, daha da önemlisi ele alınacak kadar zahirde idiler. Gel gör ki sebeplerse bir o kadar kırılgan, bir o kadar çekingen ve bir o kadar sürreal alemlerin fersah fersah yol katedip gelen, bu dünyada tezahürü olmayan kelebekleriydiler. Ele aldığında kırılıverecekler diye öyle korktu ki, elini kaldırmasıyla indirmesi bir oldu. Sorular her gün olduğu gibi bugun de cevapsız kalacaktı anlaşılan. Karşı kıyılar “Birisi ağlarken nasıl gülebiliyorsunuz?” mukabilinden beylik cümleler kurmaya başladılar, odadakiler senfoniden o kadar memnunlardı ki, kelimeleri bırakıp hıçkıra hıçkıra gülmeye ve katıla katıla ağlamaya devam ettiler.
Bu durum ne kadar sürdü üçü de bilemedi. Bir anda sustular, başlarını öne eğdiler, biri eliyle yüzünü kapadı, biri başını elleri arasına aldı, biri tek kaşını kaldırarak ciddi görüntüsüne büründü. Konuşalım dediler, olmadı. Plak dönmeye başladı. Notalar havada yelkenlerini sonuna kadar açmış, can alıcı bir gelişle ruhlarına dokundu. Arayarak çözüm bulamayacaklarını bu notalarla anladılar. Hayatın tüm meşgalelerini o gece sırtlarına yüklenmişken, nereden çıktı bu başka alemlerin, hiç gerçekleşemeyen hülyaları, nereden çıktı artık son durakların yolcusu iken bu geri dönme isteği, nereden çıktı bu cevapları bilinmeyen ve dile bile gelmeyen sorular... Sanki bir anda yüzlerindeki tüm boyalar döküldü, bir iki cümle mahvetti tüm inanılan yalanları.
Aslında bu haleti ruhiyeye çok uzak değildiler. Ne zaman gecenin koynunda bir araya gelseler, o sıcaklığın gerçekliği karşısında dilleri tutulur, hallerini tasvir etmeye çalışan bir iki cümleden sonra suskunluğa bürünürlerdi. Lakin bu kez daha farklı gelişti herşey. Üstelik beyni meşgul eden bir sürü şey arasında genelde başka alemlerin atmosferine girmeleri zorlaşırken, bu kez akış tersine işledi . Duvarda asılı olan dünya haritasına baktılar önce, küçük dünyanın uzak ülkelerinin gurbet kokuları içlerini yaktı. Lakin gurbet telaşesinden çok, gerçeklerin çölünde ideallerinin bulut olamamasıydı canlarını acıtan. Acıyı yalanlarla şakalaşarak savuşturmaya çalıştılar. Ve yine bu kez, hiçbir gerçek sığmadı dillerine. Bir kelime dahi olsun oturmadı odanın ortasına. Herşey beyinlerde yaşandı ve bir şeyler tersti. İçleri, görüntüleri tersti, şakaları, gerçekleri tersti, odaya girenler, odadakiler tersti. Öyle ki akıllarında düzgün hiç bir anı kalmadı o geceye dair.
Katıla katıla ağlayan gitmeyi tercih etti. Hıçkıra hıçkıra gülenler ise yine tüm rollerini bürünerek, masanın üzerinde duran meşguliyetlerine geri döndüler.
(Endülüs / Nisan 2010)