Menu
SU SAMURLARI VE KEDİGİLLER
Öykü • SU SAMURLARI VE KEDİGİLLER

SU SAMURLARI VE KEDİGİLLER

1-Kız

Paydos saati.

Mantosunu omuzlarına alıp merdivenleri indi. Göbeğinin üzerinde sinsi bir kaşıntıyla yol boyu yürüdü. Camekânların tozlanmış vitrinlerinde güzel giyimli mankenlere baktı bir süre. Omuzları vatkalı, kırmızı bir ceketi gözüne kestirdi. Bu ayki bütçe açıklarını zihninde yokladı. Otuz saniye içinde, aslında kırmızı bir cekete çok da gerek duymadığını anlamıştı. Yürüdü. Kimsenin görülmek istemediği, herkesin ilgisiz bakışlarla herkesi gördüğü otobüs duraklarında, şehrin bir günlük nöbetinin bitiş saatini izledi. Yol boyunca gördüğü çamurlu su birikintilerine benzetti her şeyi. Bir halı üzerinde geleneksel desenlerin tekdüzeliğine. Bir dolabın açılıp kapandıkça, açılıp kapanmaktan gevşemiş gıcırtılı kapaklarına. Olmayacak bir şeyi deneyecekti bugün. Telaştan, koşuşturmadan unutuverdi. Gömleğinin bir düğmesi kopunca ceplerinden birine atmıştı. Cebini yokladı, bulamadı. Çantasını karıştırdı. Yırtık astarın içine daldırdı elini. Silgi tozlarının,  küflenmeye yüz tutmuş simit susamlarının, irili ufaklı ataşların arasından yuvarlak bir taneciği seçip çıkarttı. Düğme buydu. Dört küçük deliği vardı üzerinde. Her bir deliğe dikkatle baktı. Gözlerini kapatıp tekrar açsa, sanki bütün durak insanları dört deliğin içine doluşup evlerine dağılacaktı. Şehrin bütün büyüsü bozulacaktı o zaman. Bütün keşmekeşi son bulacaktı. Nihayet diyecekti içinden; nihayet öldürebildik, insanın ruhunu diriltmeyen şeyleri…

Annesinin dizi dibine oturup, âdâb-ı muâşeret gereği dizlerini birbirine değdirerek, komşu 
kadınların örgü şişlerini izlediği günleri  hatırladı. Okul hayatı boyunca Matematik hocalarından nasıl titizlikle tiksinip, kar yağınca nasıl kestane kokusu aldığını burnunun… İkindi saatlerini çok seven birini hatırladı. Ablası mıydı, annesi mi, alt sokağın kavruk kızı Yasemin mi, bilemedi. Ama sonuçta seviyordu ikindi saatlerini. Bunu hatırlayabildiğine sevinmeli. 
İnsanların telaşlı hüzünleriyle oturmayıp ayakta durmayın seçtikleri için boş kalan banka iki kuş kondu. Biri diğerine nerede kaldığını sordu. Sustu beriki. Cevap vermedi. Gagasının sol yanından akan bir damla suyu ufak diliyle yalayıp kaldırıma indi. Siyah şapkalı bir kadının ayakları dibinden geçerken dönüp ardına baktı. Öteki çoktan uçmuştu. Silkelendi yerdeki. Ayak parmaklarının arasına giren toprak parçalarını gagasının ucuyla ayıkladı. Yolun pazara çıkan sokağında, esrik adımlarla kayboldu. Durağa bir düğme yanaştı. Biri önde, biri ortada, biri arkada üç delikli düğme. Orta deliğinden girdi içine düğmenin.

Ne demişti şâir: “Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız.”


***

2-Anne

Sokak lambaları evler içindir. Bunu size öğreteceğim. Sokağı evinize taşıdığınızda, gereksiz ışık yığınından kurtulup ağır bir loşluk altında hoşça kalabilmeyi seveceksiniz. Güvenin bana. Bu iyi gelecektir. Ya da evet, bu iyi gelecektir. Ama siz yine de güvenmeyin bana. Aklım sık sık gidip gelir. Bilincim olmayan durumlar yaratıp, olabilecek diyaloglara girer kişilerle. Şu veya bu kişilerle. Dedim ya, güvenmeyin bana. 

Bugün yine banyonun her zamanki köşesinde ölü taklidi yaptı örümcek. Bacakları 
alabildiğine uzundu. Tüyleri vardı üzerinde.  Kıskanmadım değil. Karşılıklı bir anlaşmayla selâmlaştık önce. Beni her zamanki yerinde beklediğine sevindim. Ama ölü taklidi meselesinden sıkıldım artık. Bana bir şeyler öğretmeye çalışıyor gibi. Eğilip gözlerine baktım bugün. Bir örümceğin gözlerine baktınız mı hiç ? Saydamdır. Bakmıyor gibidir. Ama gördüğünden emin olur, sonra da memnun kalırsınız görüldüğünüzden. İnsanlar yalnız bakmayı bilir. Görmek onlara çok uzak. Bu yüzden insanlara soramadığım şeyleri onlara sorarım hep.


Eğilip baktım gözlerinin içine. Ölü taklidine devam etti. Bacaklarından birine dokunup uyandırdım onu. Baksana dedim. Canlan ! Ben geldim. Bana cevap ver ! Psikanalizden anlar mısın ? 
Freud’u ne kadar sevmezsin mesela ?
Ne kadar istemezdin, sana biçilmiş bir ömrün biçimsiz kaftanı olmayı ?
Hoşnut musun örümcek olmaktan, ya da ister miydin benimle beraber balkondaki sokak lambamın altında oturup iki sigara tellendirmeyi ?Hayır mı ?
Yazık…
Oysa ben ne çok isterdim, senin gibi hızla koşup kaçabilmeyi. Uzun, diri bacaklara sahip olmayı ne kadar isterdim. Şaşırdın tabii… Yerinden memnun değilsen eğer, şaşır derim. Saat 18:03. Biraz sonra gelecekler. Seni uykuna bırakıyorum. Ölü taklidi yapmaya gidiyorum.
Hoşçakal.


***


3-Anne ve Kız

Anahtarın kapı kilidinde döndüğünü duyuyorum. Her dönüş bir sarsıntı. Açıldı kapı.. Anahtar, holdeki dolabın üzerine fırlatıldı. Her günki gibi. Geniş omuzlu bir gölge geçti salonun önünden. Mutfağa girip dolabı açtı.

- Çorba yok mu bu akşam ?


Bilmiyorum. Her akşam olur muydu çorba ? Selma, her akşam çorba ister. Bazen yanına 
salata. Uzun zaman oldu çorba yapmayalı. Selma her akşam çorba yok mu diye sorar. Ben her akşam televizyondaki programı izlerim. Su samurlarıyla kedigiller söyleşir ekranda. Biz Selma’yla konuşmayız. Kedigilleri sever Selma. Ben su samurlarını. Gelecek haftaya doktor randevum var. Kalkıp not etmeliyim duvara. Hastanenin yerini çizdiğim krokiyi de bulmalıyım. Selma aldı kuşkusuz. Bir gün gidip sormalıyım. Bir gün gidip sormam için, her gün bir şeyimi saklar Selma. Her gün gidip sormam gerekenlerin listesini ayrıca tutmalıyım. Bir gün gidip sormak için.

Karşı dairenin kapısına üç kez vuruldu. Üç keskin baston ucu darbesi. Bastonun ucu kapıdan 
ayrılmadan açıldı kapı. Refik Bey, evine buyur edildi. Üzerinden ceketini alıp vestiyere astı karısı. Soyunup dökündü Refik Bey önce. Sonra mutfakta hazır olan masanın başına oturdu. Kızı yine revani yapmıştır. Bugün Cuma. Her Cuma babasına revani yapar Refik Bey’in kızı. Refik Bey’in kızı, Selma’nın iş yerinden arkadaşı. Hafta sonları beraber sinemaya giderler. Bazen evde izlerler filmlerini. Refik Bey’in kızı uzun, seyrek saçlıdır. Oturduğu kanepeye saçları dökülür hep. Ben, onun gitmesini beklemeden toplarım kanepeden saçları. Selma, her saç toplayışımın ardından bir sigara yakar. Bir tane de bana yakar. Sigaram bitene kadar oturup dinlerim onları. Bazen, Cuma’dan kalma iki parça revaniyi de getirir Refik Bey’in kızı. Ben sevmem. Her defasında fazla kaçırıyor yumurtasını.

Selma revani yapmayı bilmez. Bu evde yemekleri ben yaparım.

Yapar-dım.

Refik Bey taş plağını çalıştırdı. Yine Selim’in Sûz-ı Dilârâ’sı çalıyor. Demek ki saat on 
buçuk. Benim uyku saatim. Ölü taklidi yapmaktan, yarı ölüm hâline terfî ediyorum. Uyku hâlinde, Antik Yunan’ın yarı ölümlü Tanrılarına benziyor insan. Her şeyi yapabilecek kudrete sahip irade, artık hiçbir şeyi yapmayacak durumdaki bedeni ele geçiriyor. 

Selma, birkaç gecedir uykumda yanıma geliyor. Eski ayakkabılarımı, kitap ayraçlarımı, yeni 
aldığım fincan takımlarını sakladığı yeri bir bir söyleyip odasına çekiliyor. Ben her sabah unutuyorum söylediği yerleri. Her akşam gelip yeniden hatırlatıyor.

Hatırlatmasa bitecek her şey. Bitmiyor. 

Selma her akşam, çorba yok mu diye soruyor.

TUĞÇE

Ben, Tuğçe Gök. 7 Eylül 1994 Gönen doğumluyum. İlk ve ortaöğretimi Gönen’detamamladıktan sonra 2012’de Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili veEdebiyatı bölümünü kazandım. Üç yıl burada eğitim aldıktan sonra ailevî sebeplerleKahramanmaraş’a taşınıp lisans eğitimime Adıyaman Üniversitesi’nde devam ettim. 2019’daburadan mezun oldum. Edebiyata ve sanata ilgim lise yıllarımdan beri devam ediyor.Yazmaya da aynı yıllarda başladım. 2011’de Ömer Seyfettin öykü yarışmasında GöldekiBeyaz Yaprak isimli öykümle üçüncülük aldım. Daha önce Şarkî edebiyat ve sanat dergisindeiki öyküm yayımlandı. İki çocuk annesiyim, okumaya ve yazmaya devam ediyorum.

Daha fazla görüntüle