kadın bir gece sinesinde bir ağırlık ve yüzünde sini büyüklüğünde bir ay’ın beyaz soluğuyla uyandı.
her gece karanlık göklerde bir hayal gibi dolaşıp durduğu söylenen o güzel selene, ona, upuzun yeleleri hızdan uçuşan bir atın çektiği, gümüş tekerlekli arabasını ödünç vermeye gelmişti. gökyüzünde değil, ama yalnızca yeryüzü sularında üç gün dolaşabilecekti ve bundan kimseye söz etmeyecekti.
o gece, araba kadını peşinde yaldızsı izler bırakarak babasına götürdü, babasının gözleri su rengiydi. ondan, toprak dolu, kiremit rengi bir saksısı oldu. babasına, “bu saksıda hiç çiçek olmamasının özel bir anlamı mı var?” diye sordu, babası, ona “güzel kızım,” de¬di, “bu saksıda çiçek yok ama kökler var. ipincecik kılcallarıyla toprağının derinliklerine yayılmış içindeki suyu ve havayı emen! onları eksik etmezsen bir gün mutlaka çiçek verir!”
kadın gün doğmadan babasıyla vedalaşıp dönmek üzere yola koyuldu.
ikinci gece, araba kadını hiç tanımadığı ama görür görmez, onun olmak istediği bir yabancıya götürdü. yabancının kelebek dokunuşlu, güçlü elleri vardı. ondan gelincik rengi düşleri ve gözyaşları oldu. bu düşlerin ve gözyaşlarının gelincik rengi olmasının özel bir anlamı olup olmadığını sorduğunda, artık yabancı olmayan yabancı “elbette hayatım!..” dedi,
“bilirsin. gelincikler hassas ve ömürsüzdürler, ama renklerinin bıraktığı iz, onların ruhunu sonsuza kadar unutulmaz kılar.”
kadın, yabancının yanından tan ağarana değin ayrılmayı bir türlü başaramadı.
üçüncü ve son gece, araba onu oğluna götürdü. kadın, oğlunun çılgın, uzak ve kendisinin pastel renkleriyle puslanmış düşleriyle karşılaştı, ondan, yakıcı bir özlem sahibi oldu. ama ona, bu özlem neden bu denli yakıcı, diye sormadı, bunu sitem sanabilir, kırılıp öfkelenebilirdi. yanında çok kalmadan, gece yarısı arabasını karanlıklara sürdü.
artık biliyordu ki özlemlerinin sonu yok! oğluna duyduğununsa hiç! bütün yalnız gecelerden kalan ve akıp giden hayata dair özlemleri, sonunda hep onunkinin içine birikip durmuş, acılaşmış. yakar!
kadın sırlarına ihanet, etmedi, selene de, sık sık o göksel arabasıyla, gökyüzünün karanlık sularında ona görünmeyi sürdürdü. hatta bir seferinde, arabasının peşinde kar beyazlığında bir öküz sürüsü vardı. olağanüstüydü!
(*)Asuman Ercan, Dolunay Yansımaları, Can Yayınları, İstanbul 1999, ss: 40-42