Sana kızıyorum. Zaman zaman senden nefret ediyorum, Bana yaklaşmayıp başkalarıyla birlikte olduğunu anladığımda kıskanıyorum üstelik. Ama yine de yalnız kaldığımda seni sevdiğimi söylüyorum kendime. Nasıl kızmam? Nasıl suçlamam? Senin yüzünden küçük düştüm, senin yüzünden suç işledim. Tüm yaşantımı, belleğimi, başarılarımı etkiliyorsun ve bunlar senin hiç
umurunda değil.
Benim başıma gelenlerin çok daha ağırını başkalarına da yaşattığından hiç kuşkum yok üstelik.
Bu sabah durakta gördüğüm o genç kız vardı ya... Hemen seni anımsattı bana. Bu kız dedim, mutlaka onun kurbanlarından biri. Onu daha önce hiç görmemiştim, hiç tanımıyordum. Ama onu görür görmez böyle düşündüm. Kız çok gençti, çok süslüydü. Üstünde iğreti duran pahalı, son moda giysileri vardı. Uzun çizmeleri çok şıktı, Seninle olabilmek için bu kız neleri göze alır kim bilir, diye düşündüm. Aslında seninle ilgili hiçbir şey görmek yahut düşünmek istemiyorum artık. Ama sen bir yolunu bulup karşıma dikiliyorsun. Akşamları TV karşısında yorgun bedenimi dinlendirmeye çalışırken, birden yine karşıma sen çıkıyorsun. Konuşmalarda sen varsın, şarkılarda sen, reklamlarda sen..,
Eğer gelmezsen, eğer bana gelmezsen, inan kaçıp gideceğim buralardan. Senin ulaşamayacağın, ıssız bir yer bulacağım. Şöyle doğanın içinde, basit bir yaşam kuracağım kendime. Toprak, ışık ve su, bir de bitkiler ve hayvanlar olacak. Orada gül yetiştireceğim, domates yahut buğday yetiştireceğim. Onları götürüp kitapla, kumaşla değiştireceğim. Yeni bir yaşam kurup senin adını unutacağım... Artık bıktım. Senin yüzünden her gün bir yanlış yapıyorum. Kötü işler yapıyorum. Kendimi tanıyamıyorum. Kafamı karmakarışık ettin çünkü.
Daha bu sabah işe geç kaldığım için, nefes nefese merdivenleri çıkıp iş yerimden içeri girdiğimde, senin arkadaşın şişko genel müdür yardımcısı ile burun buruna geldim ve hemen bir yalan uydurdum. Geç kalışımın nedenini açıklamam gerekiyordu. Eskiden böyle yalanlar söylemezdim, zaten işime geç de kalmazdım. Güya evimde, birçok evde olduğu gibi günlerden beri su akmadığı için, musluklardan biri açık kalmış ve gece geliveren su bütün evi basmıştı. Yatağımdan kalkınca ayaklarım bileklerime dek suyun içine gömülmüştü. Tabii yerdeki suyu, banyoya ve balkonlara doğru süpürüp akıtmam gerekmişti. işte yalanım böyleydi. Aslında onu uydurmamış, işe gelmeden önce gittiğim -bu yüzden geç kaldığım- Altın Fon Taşınabilir Değerler'in salonunda iki genç kadının konuşmaları sırasında duymuştum. Birisi benim anlattığıma benzer bir şeyler anlatıyordu. Elimdeki kağıtları çekinerek uzatmıştım. Bir "lot" bile olmayan kağıtlarımı küçümsemesinden ve almamasından korkmuştum. Ama o hiç bakmadan aldı ve evini nasıl su bastığına, temizlemek için nasıl uğraştığına ilişkin öyküsünü yanında oturan arkadaşına anlatıp bitirdi. Sonra bana dönüp fiyat sordu. Sabah gazetelere bakıp gitmiştim. Söyledim. Böylece, büyük bir bankanın ortağı olduğumu gösteren belgeleri, iki yıl evimde sakladıktan sonra zarar ederek elimden çıkardım. Ödemem gereken son taksitlerim için bu gerekliydi.
Kağıtlardan kurtulduğuma sevindim. Borsa işi bana göre değildi. Senin sevdan yüzünden girmiştim. Eğer, o arkadaşının anlattığı örneklerde olduğu gibi başarılı olsaydım, güçlü olacaktım ve seni hiç bırakmayacaktım. Başarılı olmak için ilk önceleri işi önemseyerek çalıştım. Dergi ve gazetelerde çıkan bütün ekonomi, para, şirket haberlerini, bunlarla ilgili grafikleri inceledim. Kendimce notlar çıkardım. Doğru kararlar verdiğim de oldu, yanıldıklarım da... Sonuçta ortalamaya bakarsam, yorgunluğum bana kar kaldı. Basındaki açıklamaların gerçekleri yansıtmadığını, kağıtların değerinin bir fısıltıyla inip bir fısıltıyla birkaç kat arttığını, aracı kurumların başı boşluğunu anlayınca iyice soğudum. Bu sabah, zorunlu bir nedenle de olsa bu işin bittiğine sevindim. Oysa eğer o arkadaşının söylediği gibi düşlerim gerçek olsaydı, aldığım tüm kağıtlar çok değer kazansalardı, sen benimle olurdun. Seninle uzak yolculuklara çıkardık. Palmiye ağaçlarının altındaki altın sahillerde şık kadehlerden, ananas suyuyla hazırlanmış Malibu kokteylimizi yudumlar, eşsiz gün batımını izlerdik. Ben senin sıcak ve güçlü varlığını yanımda duyumsar, mutlu olurdum. Ama artık bunları düşünmenin hiçbir anlamı yok. Ger¬çek şu ki, bu sabah kuyruklu bir yalan söyledim, senin yüzünden...
Üstelik özgüvenimi yitirdim, akılsızın biri olduğumu düşünüyorum artık... Örneğin, aylığımı alır almaz sıcak çayın içine atılan şeker gibi eriyip bittiğinden, üstelik gittikçe daha çabuk eridiğinden yakınıp ekonominin iyiye gitmediği yolundaki görüşlerimi günlük konuşmalarımda yineleyip dururken, akşam TV haberlerinde bir devlet yetkilisi, bütün verilerin çok iyi olduğunu, halkın rahatlamaya başladığını, ekonomi¬nin çok sağlam dengeler üzerine oturduğunu açıkladı. Onun arkasından çıkan bir başka yetkili de bunu onayladı. Öyleyse kusur bende, bunca yıldır almakta olduğum aylığı bile akıllıca kullanamıyorum. Böylesine küçük, sıradan bir işi doğru dürüst yapamamak ne demek? Düpedüz aptallık... Senin peşinde koşmaktan yorgun, küçük düşmüş, yalancı, aptal biri olduğumu kabul etmeliyim.
Artık sen de bana şunu açıklamalısın: Niçin benim gibi dürüst, çalışkan, eğitimli, eli yüzü düzgün biri varken, o şımarık, züppe kadınların koynundasın? Niçin o karanlık yüzlü adamlarla kol kolasın?
Sabrım kalmadı, artık gel. Benden kaçma. Yanıma sokul. Yoksa elimden bir kaza çıkacak. Seni öldüreceğim. Sonra benim için, “Parayı bu öldürdü,” diyecekler. Desinler...(*)Fatma Gürel, Karşı Kıyının Işıkları, Remzi Kitabevi, İstanbul 2001, ss: 99-103