Sana hükmü kalkmış bir yaz getirdiler ey şehir!
Dizlerinin kanadığı parktan, yanmaya yelken açmış bir simidi fırlattılar denizine. Sorgusuz bildiklerinde bilendiler. Soytarı bir gülüştü yüzlerinde, yapmacık ve duygusuz. Koğuşun buzlu suyu oldu sesleri, öldürücü. Haklar beyannamesi, dağda izi kaybedilen bir civan. Şirince dikenlerini batırdılar sivrice. Doluydu kapları tüm kuyulara. Rahmetin yolunu kesen adımlarıyla, korkulu rüya kahramanıydılar.
…
Sana gülü gitmiş bir bülbül getirdiler ey şehir!
Boğuk sesinle kestiler kalan dermanını. Gülce yapraklarını döktün, mevsim merhume. Ağarmış gök gölünde tufan. Tepelerden zehirlenmiş bahçe hatıran. Şadırvanda yıkanan bir çift kanat gözlerin, kırık ve yaralı. Ağır bir imtihandı halıya serilen kafes. Çiçekler rehin dar çerçevelere. Soluması sıtmadır gönül kuşunun. Seni de indirdiler mavi özgürlüğünden, renksiz günlere.
…
Sana harfi silinmiş bir cümle getirdiler ey şehir!
Anlamakta güçlük çekeceğimiz bir aymazlıkla mühürlüydü hâlleri. Kurumuş bir kanaldan aksın istenen sular gibi, salıverdiler dehlizlerini. Şırıltısı sahte şarkılar koydular çalan tarafına. Birkaç mısra yazdılar boş sayfalarına. Yeşil alan gösterdiler mezarlığını. Sen ki yok olan bir cümleden harflerini toplayamazdın. Girişimci kişilik özelliğin olsun diye intihar, manşet oldu hesabın.
…
Sana içi düşmüş bir düş getirdiler ey şehir!
Dolu inen toprağına kar yanılgısı oldu önce. Yapraklar niyetlenmişken daldaki yerine, kayıp haberi oldu yokluğun. Ardından zilzalden bir idrak. Yer, yerinden kopmuş bir meczûbe. Sıfırlanan hayatından rakamlar silindi habire. Toparlanmaz dağılmalardan bölündü uykuların. Ednâ olana uyuyan bakışını dürttüler senin. Dürbün, an içre buğulandı ve olan oldu.
Sana donduğunda ısındığın dağlardan
kalbi yanmış bir aşk getirdiler ey şehir!