Menu
RUH EĞRİSİ
Öykü • RUH EĞRİSİ

RUH EĞRİSİ

Bıyıksız yayvan ağzını büzmüş gözleri tepesindeki rüzgar çanında. Yerde. Uzanmış sırtüstü. Atleti göbeğine, sol paçası dizine kadar sıyrık, yumruk yaptığı elleri göğsünün üstünde. Sallanıyor rüzgar çanı, dönüyor, dönüyor, sallanıyor... sesler dökülüyor ortalığa. Çocukluğundan çıkıp geliyor sesler. Çocukluğu dikiliyor başucunda, sonra gençliği. El ele tutuşup kayboluyorlar birden. Puf! Başını kaşıyor bir süre, dağınık saçları seyrek. Göğsünü buluyor tekrar yumrukları, baş parmağı işaret parmağını yokluyor, şehla gözleri rüzgar çanında. Dönüyor sağa. Sağ sağ... sonra sol, duruyor. Sağ sağ, sol sol sol sol sol… durmuyor, hiç durmadan dönüyor şimdi. Hızını arttıran rüzgar tülü havalandırıyor, yataktan sarkan çarşafları da… sesler çoğalıyor. Tülün aralıklarından güneş düşüyor üstüne, güneşten kaçırıyor gözlerini, kendini, başını çeviriyor. Havalanıp yatağa asılan çarşafın altından topak topak tozlar uçuşuyor. Buruşturuyor suratını, burnu kaşınıyor. Hepsini kovacağım! Bugünü atlatayım hele, hepsini kapı dışarı edeceğim, aptallar! Aptallar sürüsü, hiçbir işi beceremiyorlar! Hiçbir şey öğrenmiyorlar! Bugün yine çıkacak o kürsüye, kim olduğunu gösterecek bir kere daha, bütün sokaklar onu bekliyor, meydanlar... nasıl biri olduğunu, neler yaptığını, neler yapacağını, nasıl yapılacağını öğretecek! Tükürükler saçan ağzı kapanıyor. Çeviriyor başını. Rüzgar çanı dönüyor. Sağ sağ, sol, sağ, sol, sağ sağ sağ, duruyor. Derin bir nefes veriyor, aralanan iri dudakları ıslak bir hayvan gibi titriyor. Sağ, sağ… Havalanıyor tül... Kaşları gözlerine iniyor, iniyor tül, uzatıyor dudaklarını. Lacivert takımını giyecek mor kravatının üstüne. Sol, duruyor, sağ sağ sağ… Başını kaşıyor. Yumruklarını yerine yerleştiriyor yeniden, göğsüyle birlikte inip kalkıyor. Herkese söylenecek tonlarca sözü var, ağır, çok ağır. Ağır ağır havalanıyor tül. Kimse gözlerine bakamıyor, kaçırıyorlar gözlerini, o zaman yakalıyor onları kıskıvrak, avucuna alıyor, eziyor sonra... eziyor, kimse gözlerine bakamıyor. Balkondan içeri büyük bir gürültüyle yuvarlanarak odanın ortasına düşüyor güneş. Can havliyle kaçıyor son anda, yatağın köşesine siniyor. Huh! Oda ışıl ışıl yanıyor, duvarlardan dışarı sızıyor güneş. İyice büzüşüyor köşesinde, gözlerini yumuyor, elleri yüzünde. Kapı kolunun sesini duyuyor önce, açılıyor. İçeri hücum eden karanlık yutuyor güneşi. Kararıyor oda, serinliyor. Açıyor gözlerini. Kapının aralığından, karanlığın içinden bembeyaz bir melek çıkıp geliyor, seriyor kanatlarını, oda aydınlanıyor, simsiyah uzun saçları omuzlarından damlıyor. Avuç açmalı şimdi, ziyan olmasın…

Elleri beyaz önlüğünün yakasına asılı içeri giriyor genç doktor. Soluk, sarı ışığın zar zor aydınlattığı odanın dağınık yatağıyla eski dolabından ibaret eşyasının sessizliğinde bakınıyor. Gece ayazının dokunamadığı penceresiz, küçük odanın boş olduğuna kanaat getiriyor. Kapıdan çıkıp gidecekken görüyor hastayı; iki büklüm duruyor yatağın köşesinde, kucağında dizleri, parmaklarının altına saklanmış kıpkırmızı gözleriyle... İrkiliyor.

*****

Genç doktor, başhekimi beklerken sinirli hareketlerle ikide bir eteğini çekiştirip saçını düzeltiyor. Yeni gelen hastayla ilgilenmek istemediğini söyleyecek, nöbeti bittiği halde evine gitmedi bu yüzden. Gergin olması için bir neden olmadığını telkin etti kendine, haklı olduğunu… Başhekimin bu hastayla ilgili özel talimatı varmış, eski bir politikacı mıymış neymiş, hiçbiri onu ilgilendirmiyor. Dün gece de hissetmişti bunu... onu ilk defa gördüğünde; odasına girip yatağının yanında iki büklüm bulduğunda, bütün o acizliğinin içinde bile hissetmişti... Yanılmamıştı işte. Bugün sabahtan beri yaşananlar; hasta değildi sadece o, kötüydü. Salonda, bahçede herkes kendi halindeyken, kimi kendiyle, kimi kendinden habersiz… Bir aşağı, bir yukarı, daireler çizerek bir avcı gibi dolaşmış, girmiş çıkmış, önüne çıkan, ayağına dolanan birinin, ikisinin, üçünün karşısına geçip dikilmiş, konuşup durmuştu. Konuşmaları bir vaiz edasıyla başlıyor, gittikçe hakarete, aşağılamaya, tacize varıyordu. Hastalar huysuzlaşıyor, bağrışıp kaçışmaya başlıyordu her seferinde. Üstelik kimini kimine karşı kışkırtıyor, kulaklarına fısıldadıktan sonra kenara çekilip birbirlerini incitmelerini seyrediyordu keyifle. Bu kadar kısa zamanda tek bir hastanın koskoca hastanede böylesi bir karışıklığa sebep olması kabul edilemezdi. Her seferinde onlarca hasta bakıcı gerekmişti yeniden düzeni sağlamak için. Sonunda bizzat müdahale etmek zorunda kalmış karşısına çıkmıştı. Bir kez daha görmüştü ruhunun kötülüğünü gözlerinin içine bakınca. Yüz yüzeydi. Genç doktoru dimdik gözlerine bakarken bulunca susmak bilmeyen hasta önce kekelemiş sonra dili tutulup sus pus olmuştu. Hemen ardından şiddetli bir atak geçirmiş ilaç verilerek tecrit odasına sokulmuştu. Hasta bakıcılar hastayı yatırırken terk etmişti genç doktor odayı. ‘Ellerini değil ağzını bağlayın’ demişti öfkeyle kapıyı kapatırken. Ne dediğini anlamasa da hala sesini duyabiliyordu hastanın. Hızla uzaklaşmıştı.

Haksız mıydı? Sakinleşmişti sonunda koridorlar. İnsan, nasıl yalnız diliyle bu denli zarar verebilirdi! Başhekimle konuşacak, açıkça onun doktoru olmayacağını söyleyecekti. Hatta bu hastanede kalacaksa tecrit edilmesi gerektiğini de… Neredeydi başhekim? Daha fazla duramadı, başhekimin odasından acele adımlarla çıktı. Koridorun sonundaki kalabalığı gördü. Polislerle, adli tabiplikten adamlar vardı. Gördüğü ilk hasta bakıcıyı çevirdi. “Ne oldu, neden gelmiş bunlar?” Dehşetle baktı adam yüzüne. “Bilmiyor musunuz?” dedi. “Yeni gelen hasta gözlerini oymuş.” “Kimin?!” diye haykırdı genç doktor ellerini ağzına kapatırken. “Kendi gözlerini.” dedi adam. “Kendi elleriyle, kendi gözlerini çıkarmış.” “Nasıl?” diye sordu. “Nasıl olur, tecrit odasında değil miydi? Kolları bağlı değil miydi?” Adam dehşeti katlanarak baktı doktora. Kekeledi. “Ellerini bağlamayın… ağzını bağlayın demiştiniz ya… o yüzden… bağlamamıştık...” Saçlarını sıvazladı genç doktor, ellerini yüzüne kapattı. Dehşet çoktan onun gözlerine de bulaşmıştı. “Yatırırken…” diye devam etti hasta bakıcı. “Yatırırken bağırıyordu, çıldırmış gibi. ‘Gözlerimden girdi o kadın, gözlerimde...’ diyordu sürekli. Ağzını bağladık biz de... sustu o zaman...