Hesap gününde zor bir soruya, yetersiz bir cevap olarak okunması dileğiyle...
Sabah uyanıp asansörün kapısına gelene kadar yaşadığım hızlı dünyanın farkında olmadığım gibi, o yaşlı kadının da farkında değildim...
Randevu, işler ve onların etrafında dönen ayrıntıların dışında kalan hiçbir şeyin farkında olmadığım gibi, o yaşlı kadının benimle birlikte asansör beklediğine dikkat etmemiştim...
Bu gün yaşlı bir kadını asansöre binerken elimle hafifçe ittim...
Evet, iş yerine çıkmak için beklediğim asansöre binerken, yaşlı bir kadını elimle hafifçe ittim...
Vakti geçmek üzere olan randevum ve bitirilmeyi bekleyen işlerim için, onu asansörün içine doğru, farkında olmadan, hafifçe ittim...
Elim, bir an, istemeden, onun omzuna hafifçe değdi...
Gecikmek üzere olan randevum, hissiz bir yasa gibi yönetti ellerimi...
Hatırlıyorum, ona sevgi ve öfkenin karışımı bir dokunuşla dokundum. Hatırlıyorum, ona iyilik ve kötülüğün yan yana yarıştığı bir dokunuş ile dokundum... Hatırlıyorum, ona dünya hayatı gibi dokundum; onu boşluğa doğru itmek için, ona sevgimi gösterdiğim zamanı seçtim...
Parmaklarımda şüphesiz bir iyilik vardı... Onun yürümesine destek olmak içindi bu iyilik... Parmaklarımda bir kötülük de buldum...
Durması gereken yeri biraz geçmiş bir dokunuşta gördüm o kötülüğü...
Durması gereken yerden biraz daha ileride, kendi ritmini çok az geçmiş bir dokunuşta gördüm...
Dokunuş, durması gereken durağı biraz geçmek istedi: Sadece bir nokta kadar...
Dokunuş, iyilik için başladı, sonra iyilik ile kötülük arasındaki görünmez çizgiye kadar yürüdü. Aradaki mesafeyi daralttı: Sadece bir nokta kadar...
Ve dokunuş, yükünü taşıyamayan bir sandal oldu; geciken randevuyu yüklendi, biriken işleri yüklendi, asansörün önünde bekleyen yaşlı bir kadını yüklendi, sadece bir nokta kadar ileriye geçtiği için, iyilik yerine kötülük olmuş kendini yüklendi ve aniden batmaya başladı...
O ruhsuz talimat birden çıkageldi. Evet, o ruhsuz talimat... Yani geç kalınmış bir görüşme için yaşlı bir kadını hafifçe itme emri... İyilik kisvesi altında beynimden bir sinyal olarak yola çıktı... Ellerime yöneldi...
Bir an ne olduğunu anladım. Ama bu anlama, gidişatı durduramayacağımın göstergesiydi aslında.
Yardım için omzuna hafifçe dokunduğum yaşlı kadını, asansörün içerisine doğru hafifçe itmekte olduğumu, faili bir başkasıymış gibi, uzaktan uzağa, onaylamadan, iç geçirerek, içimden ve tepki göstererek seyrettim...
Utançları hep sorular takip eder. O yaşlı kadını asansörün içine ittim ve beynimden ellerime ulaşan o ruhsuz sinyalin peşine sorularla düştüm... O ruhsuz sinyalin peşine gerçek cevaplarla düştüm...
Onu ittim, çünkü o yaşlı kadının işlerle ve randevularla bir ilgisi yoktu... Onu ittim, çünkü onun faturalarla, şirketlerle, kariyerlerle bir ilgisi yoktu...
Onu ittim, çünkü onu itsem bile diplomalarımı kıramaz, maaşlarımı iptal edemez, işime son veremezdi, zayıftı... Onu ittim, çünkü o, sektörlerle ve rekabetle örülü bu hayatın dışındaydı, fazladandı...
Onu ittim, çünkü o planlardan çok gerçeklere benziyordu.
Onu ittim, çünkü kendisi için acele edilmesi gereken şeylere benzemiyordu.
Onu ittim, çünkü sonsuza dek yaşamak yerine ölümü hatırlatıyordu.
Onu ittim, çünkü eğer onu hafifçe itmeseydim, sevgisi ve şefkati dışında bir şeyi kalmamış parmaklarımla, bu hayatta tırmanılması gereken yokuşlara tırmanamayacaktım...
Asansöre bindik, kapı kapandı.
Yüzünde hesap soran bir yavaşlık aradım... Bunu yapmadı...
Orada, asansörde, onun yüzünde kendisinin dışında bir kişinin daha olduğunu düşündürecek bir çizgi aradım... Eğer o çizgiyi bulabilseydim, onu hafifçe ittiğimi anlamadığını düşünecektim.
Kendi yüzümde ise sıradan bir sakinlik aradım... Eğer onu bulabilseydim, o masum sakinliği bulabilseydim, o kadını hafifçe itmediğime kendimi inandırabilirdim...
Yüzüm susmadı... Yüzü susmadı...
Bu suskunluk, içeride iyilik avcısı bir kötü bulunduğunu ele vermek içindi sanki.
Aslında ben, o yaşlı kadını asansörün içerisine iterken; içli duygularımı, samimiyetimi, masumiyetimi, onunla birlikte, bir süreliğine, kendi varlığımın dışına ittim...
Ben o yaşlı kadını asansörün içerisine iterken; yoksulları, şiirleri, dokunaklı şeyleri, sonradan bulup geri getirmekte çok zorlanacağım sonsuz bir boşluktan aşağıya attım... İnançlarımı, düşlerimi, heyecanlarımı dipsiz bir kuyuya attım.
Ben o yaşlı kadını iterken, tepki gösterdiğim insanların
durumuna düştüm...
Ben o yaşlı kadını iterken, “öfkemin kaynağı aşırı sevgim” diyenlerin durumuna düşüm...
Ben o yaşlı kadını iterken, çocuklarının kalplerini kırarken, “senin geleceğini düşündüğüm için bunları söylüyorum, o yüzden böyle bağırıyorum” diyen babaların durumuna düştüm...
Ben o yaşlı kadını iterken iyilik ve kötülüğü bilmeden aynı tonda kullanan, iyilik peşindeki kötülerin durumuna düştüm...
Tıpkı onlar gibi, sevgi ve şefkat ile yardım etmek için eğildim ve sonra hiç ummadığı bir anda o yaşlı kadını asansörün içerisine, hafifçe ittim...
Ben o yaşlı kadını iterken, yaşamak için kendime, sektörlerden, diplomalardan, başarılardan, randevulardan ve işlerden meydana gelen bir şehir yaptım; duyguları ve gerçekleri o şehirden kapı dışarı ettim...
Ben o şehirde
Ben o şefkatle yaklaştığım, şefkatle dokunduğum halde, randevuların, biriken işlerin, elimi tutup sadece bir nokta kadar ileriye götürmesi ile itmiş olduğum yaşlı kadından
Ben o iyilikle kötülüğün üzerimden birbiri ile yarışması yüzünden, tartıya gelmeyecek kadar olsa bile itmiş olduğum o yaşlı kadından, şimdi beni bağışlamasını diliyorum...
Şimdi parmaklarımdaki ruhsuz yaradan aniden hatırladığım yaşlı kadından, dokunaklı şeyler hatırına, beni ve bu şehre benzeyen yanlarımı bağışlamasını diliyorum.