Bu bağlamda okuduğum ya da okumak istediğim iki kitaptan söz etmek istiyorum şimdi de. Kendisini, kurucusu da olduğu bir sanal siteden tanıdığım ve öykülerinin birkaçını ilk kez net üzerinden okuduğum bir yazarın, Merih Günay'ın, biri roman (ya da uzun öykü), diğeri öykülerden oluşan iki kitabı: Martıların Düğünü ve Hiç. Uzun süre yorumlamakta güçlük çektiğim, arasıra-rastladıkça okuduğum yeraltı edebiyatı denen türden tatlar ve izler taşıyan, ezberimizi bozan, ters köşe edip bırakan, farklı, özgün, şaşırtıcı öyküler bunlar. Baş kahramanları, biraz Bukowski'nin "künt kafalı", alkolik ve vurdumduymaz roman kişilerini, biraz Camus'nun, bizi o korkunç yabancılaşma duygusuyla altüst eden, nihilizmin (:hiç'çilik) doruklarındaki Yabancı'sını anımsatan.
İçimizdeki kötücüllüğe mi işaret ediyordu Merih Günay, öğretilmiş bir ahlâkın ikiyüzlülüğüne mi? Ya da ne? Bu soruların yanıtları o yazdıkça ve bizler okudukça netleşecek. Üretken bir yazar olarak Merih Günay yine yazacak çünkü ve bizler yine okuyacağız, eminim. Acele etmeden,popülizmin tuzaklarına kapılmadan, kendini dil ve içerik olarak daha da yetkinleştirip derinleştireceğine duyduğum umut ve güvenle.
Perihan BAYKAL
( Şehir Dergisi, Ağustos 2008, Sayı:37)