“Allah yeniden başlayanların yardımcısıdır. ”
Tarık Tufan
Masasını topladı. Çekmecede kalan son evraklarını da çantasına yerleştirdi. Üzgün değil, mutluluğunu göstermeye utanıyor gibiydi. İstifası gürültülü olmuştu. Yetişmesi gereken işler, planlanmış projeler aksayacaktı o gidince. Müdür öyle söylemişti. Aksamayacağını biliyordu. Artık hayat aksamıyor bir kişinin yokluğuyla. Başka biri bulunuyor. Sadece biraz süre alıyor. Yerine birisinin bulunacağını Esra da biliyordu. Masasında kalan tek çerçeveye baktı. İşe başladığı gün fotoğrafı ekipçe çekilmişlerdi. Herkes gülüyordu. Güleç insanlardı. Öyle düşündü ilk gün. Yanılmıştı. Hep yabancı kaldı gülüşlerine. Farklıydı gülüşleri. Onlar gibi gülemiyordu. Onlar daha gürültülü ve ağız dolusu gülerlerdi. Soğuk ve hızlıcaydı kahkahaları. Esra ise gözleriyle gülmeye alışıktı. Parmaklarını fotoğrafın üzerinde gezdirdi. Kutusunun üst tarafına koyup kutuyu kapattı. Vedalaşmak için tek tek masaları gezdi. Vedalaştıkları arasında ilk defa sarıldıkları da vardı, hayatına temas etmiş arkadaşları da vardı. Veda faslı kısa sürdü. Kimi başarılar diledi, kimi görüşelim dedi görüşmeyeceklerini bile bile. Ali dışında herkes işine döndü. Kutuya uzanırken seni yolcu edeyim dedi. Beraber indiler aşağı. Esra için Ali’nin özel bir yeri vardı. Ali’yle beraber başlamışlardı işe. İşi birlikte öğrenip, beraber uyum sağlamışlardı ekibe. Ekibin en genç ve sempatik üyesiydi, Ali. Esra’dan yedi yaş küçüktü. Belki de beraber başladıkları için kendisini hep Esra ile arkadaş gördü. Esra ablası sayılırdı. O arkadaşı sayardı. Zamanla daha kötüsü oldu: Esra’nın da kendisini arkadaş olarak gördüğüne inandı. İnsanın bir yanlışa kendisini inandırması o yanlıştan daha tehlikeli oluyor. Yanlış düzeltilebilir ancak inanılmış yanlış insanı mahvetmeden bırakmaz. Ali’de mahvoldu. Önce Esra’ya yakınlaştı, sonra Esra’nın kendisini sevdiğini düşünüp, konuştu. Esra kardeşimsin dedi, uzatmadı, uzattığı gülü bıraktı gitti ellerinde. O günden sonra Ali ne eskisi gibi konuştu ne de konuşmamayı becerdi. Esra oralı olmadı, ümit vermedi. Ümidin işleri daha da zorlaştıracağını biliyordu. Sonu olmayan ümit bir kızın elinden çıkınca erkeğin kalbine hançer gibi iner. Öldürmez, yara’lar. Bir ömür o yaranın kabuğuyla dolaşır insan. Ali yaralandı, alıştı yan yana olup aralarında mesafeler olmasına. Esra’nın ayrılacağını ekip arkadaşlarından duydu. Hiç konuşmadılar bu konuyla ilgili. Taksi’nin kapısını tutarken son bir kez göz göze geldiler. Gözlerin gözlerime değince felâketim olurdu dizesini bilmeden felaketini yaşıyordu Ali. Demedi bir şey. Esra otogar diyerek kapattı taksinin kapısını. Taksi yol aldı. Ali kalakaldı olduğu yerde. Duraksadı, Ne yukarı çıkabildi, ne de arkasında gidecek cesareti vardı. Cesaretin aşkın yolu olduğunu bilmiyordu. Esra bir türlü alışamadağı iş hayatından ayrılmıştı. Arkadaşlarına köye döneceğini söylemişti. Cesurca bir karar demişlerdi. Belki bir gün bende dönerim diyen bile olmuştu. Dönmeyeceklerini biliyorlardı. Çengelköy’e gidelim dedi şöföre. Şöför aynadan Esra’ya baktı.
Otogar’a demiştiniz.
Çengelköy’e gideceğiz dedi Esra. Sözü uzatmadı. Camı açtı. Saçları rüzgarda uçuşan uçurtmalar gibi dalgalanıyordu. Her yeni karar gibi Esra’nın kararı da heyecanlandırmıştı kendisini. Şöförün düz devam edelim mi abla sözüyle Çengelköy’e vardıklarını farketti. Sağdan devam edelim diyip beş dakika sonra indi taksiden. Bavullarını çıkarıp yolun kenarındaki kafeden içeri girdi. Sade vitrinli, canlı renklerle boyanmış minicik bir kafeydi. Taksiciye parasını verdikten sonra kapıda durup cama baktılar. Bir masala açılan kapı gibi baktılar, susarak baktılar bir süre. İkisinin de gözleri gülüyordu. Birbirlerine bakıp gülümsediler. Arkadaşı sarıldı Esra’ya. Kucaklaştılar. Tüm dünya iki arkadaşın kucaklarının arasına sığmış gibiydi. Vitrine baktı Esra.
Şimdi burası bizim mi, Büşra ?
Hadi ilk kurabiyelerimizi yiyelim dedi, Büşra. İçeri geçti. Dumanı tüten kurabiyeleri getirdi. Kurabiyelerin kokusu içeriye yayıldı. Kafe bayram hazırlığı yapan evler gibi kokuyordu. Esra gelene kadar etrafı bayağı toparlamıştı. Masalar temizlenmiş, rengarenk sandalyeler masalara konulmuştu.
Şirkettekilere buraya geldiğini söyledin mi ? diye sordu Büşra.
Hayır, köye dönüyorum dedim.
Ali’ye de mi söylemedin dedi.
Ona da söylemedim. Vazgeçmez belki ama en azından çabalamaz artık dedi Esra.
İkisi de sustu bir süre. Kapının üst kısmına da rengarenk çiçekler yerleştirelim dedi, Esra. Kurabiyesinin tadına baktı.