İnsanların kar soğuğu diye nitelendirdikleri bir soğuk vardı dışarıda. Tam ağzımın yırtılabileceği yerde bir kar tanesi hissettim. Ben, belki de bunun sadece bir yağmur damlası olduğunu düşünürken kafamı yerden kaldırdığımda bir eş kenar üçgen içinde altı köşeli kristal bulunan bir trafik levhası gördüm yol kenarında. Trafik işaretleri hava tahmininde de iyiydiler demek ki diye düşünürken kar bastırmadı bir anda. Kar bastırmaz zaten. Yağmur? Belki. Sadece bir taneydi.
Kafamı tekrar yere indirdiğimde göz göze geldik onunla. 35 yaşında ya vardı ya yoktu. İki ihtimal vardı. Çok iyi saptama yaptım, bravo bana. Normal bir adamdı. Sıradan. Öyle belirgin bir özelliği yoktu dışardan bakınca. Koyu kahve saç, saçla uyumlu kaş, onla uyumlu göz. Uyum mükemmeldi. Ama sıradandı. Boyu uzundu. Ama sıradandı yine de. Gözleri açık kalmıştı. Yüzünde bir "Neden, nedeeeeeeeen!" ifadesi. Şaşkınlık ve korku da tuzu biberi olmuş cesedin sorusunun. Sordum görevli memura, ne buldunuz, diye.
"Bir profesyonellik yok, kesikler düzensiz ama derin. İşini çabuk bitirmek istemiş ama becerememiş gibi."
Görgü tanığı, kamera var mı diye sormadım. Issız bir yol kenarıydı. Takip etmiş, bıçaklamış, kaçmıştı büyük ihtimalle. Önemsemedim bu vakayı. O zamanlar hiçbir vakayı önemsemiyordum zaten.
Önemsemediğim vakadan bir hafta sonraydı. Telefonum çaldı. Saat daha sabah körken hem de. Kaydırın dedi telefon. Kaydırdım, açtım.
"Çabuk gel abi. Yeni bir vaka var. Önemli," dedi telefondaki ses.
Olay yerine vardığımda bu sefer daha bir hareketli gördüm telefondaki ses ve diğer meslektaşlarımı. Sokak arasında bulunmuştu ceset bu sefer. Yanıma geldi telefondaki ses.
"Abi, kesin bağlantı var bu iki cinayet arasında. Kalıbımı basarım. Değilse ben de adam değilim."
Sezgileri kuvvetli bir gençti telefondaki ses. Ama gençti. Adı üstünde. Önemsemedim söylediklerini. “Devam et,” dedim.
"Abi, geçenki vaka vardı ya. Hani şu bıçaklanan adam. Yol kenarında."
“Eeee,” dedim.
"O zaman önemsememiştim ama adamın cebinde iki tane küp şeker vardı. Bu maktulde de var. Bu sefer daha görünür bir yerde. Tam alnının üzerinde. İki tane küp şeker. Kafayı yiyecem abi. Bu nasıl kafa böyle. Küp şeker ne alaka. Kurudum kaldım yemin ediyorum."
Maktule yaklaştım. Yüzünde bariz bir gülümseme vardı. Sırıtıyordu acayip bir şekilde. Sanki ölümü ona mutluluk getirmiş gibi. Kesikler farklı yerlerdeydi ama düzensiz ve derindi yine. Daha iyi iş çıkarmıştı diğerine göre katil. Profesyonelleşiyordu git gide. Ama eğitim alması şarttı. Diğerine göre daha gençti bu sefer maktul. Kimlik çıkmış üzerinden. Yirmi üç yaşında dediler. Sarışın mavi gözlüydü. Boy pos endam. Dışarıdan bakınca epeyce dikkat çekici bir tipe benziyordu. Diğer adam bir memurdu ve sıradandı. Bu bir öğrenciydi ve dikkat çekiciydi. İnsanları ne kadar da zekice ayırıyordum. Bağlantı kurmakta zorlandım. Hatta kuramadım. Seyirci joker hakkımı kullanmak istiyorum, dedim telefondaki sese. Tabi bu "Olayı gören duyan olmuş mu?" diye çıktı ağzımdan.
"Olmuş abi tabi. Sokak ortası yani. Her taraf bina. Bağırma sesi duymuş amcanın biri. 'Hep sizin yüzünüzden.' diye. Amca balkona çıkayım bakayım demiş. Birkaç kez tekrar etmiş, kesilmiş ses sonra adam balkona çıkana kadar. Balkona çıktığında caddeye doğru koşan birini görmüş. Sonra da yerde yatan çocuğu. Gençten biriymiş kaçan. Amca namaza kalktım demişti. Zor olmadı anlayacağın vakti saptamak. Civar kameralara baktırıyoruz şimdi."
Telefondaki ses yanıma geldi ben köşedeki kahvede oturmuş iki vaka dosyasını birbirine benzetmeye çalışırken.
"Abi kameralardan sonuç çıktı. Adamı tespit ettik. Yani çocuğu. Çocukla adam arasında bir şey işte. Yirmi bir yaşındaymış. Evini öğrendik. Gidelim hadi."
Kahraman meslektaşlarım ve telefondaki ses ne kadar da hızlıydı böyle. Gözlerim doldu.
Sayın katilin evindeydik. Hali vakti yerinde bir evdi. Ama eşyalar yoktu. Evin hali yerindeydi sadece. Gözle görünür bir şekilde boştu ev. Karşımda ağlayan bir kadın vardı. Bir de onun oturduğu koltuk. Biz de tabureye oturmuştuk telefondaki sesle. Aynı tabureye değil tabi. Kadın oğlunun yaptıklarına anlam veremedi. Bu daha da şiddetlendirdi ağlamasını. Ağladıkça daha da korkunç görünüyordu gözüme. Konuşabilecek hale gelene kadar bekledik. Yani ben bekledim. Telefondaki ses beklemedi. O daha atikti. Sakinleştirmeye çalıştı kadını. Biraz sakinleyince anlattı kadın. “Eşim yeni öldü,” dedi. İntihar etmiş adam. Borç harç gırtlağa dayanmış tabi. Fabrika gitmiş elden. Para pul batmış. Hacizler, tehditler, bankalar. Ah o bankalar. Yediler insanların parmaklarını kıtır kıtır. Adam da, ya seninim ya kara toprağın demiş paraya. Sağ kalan işaret parmağıyla sıkmış kafasına. O parmakla neler yapılırdı daha halbuki.
Oğlun nerede olabilir diye sorduk kadına. Yani telefondaki ses sordu. “Bilmiyorum,” dedi kadın. “Babasını çok severdi,” diye ağlayıp durdu biz çıkana kadar. Telefondaki ses babasının mezarına gitti. Sezgileri kuvvetli bir gençti ya. Ben fabrikaya gittim. Bence çocuk babası gibi paraya sevdalıydı.
Fabrikaya baktığımda daha bir kaç ay önce bu devasa yapıdan dışarıya sızan sesleri düşündüm. Makinelerin homurtusu, insanların bağırtıları, usta başıların emirleri. Sıkıcı geldi. Bıraktım düşünmeyi. Ne bir güvenlik ne bir soran eden vardı etrafta. Elimi kolumu sallayarak ama elimi kolumu sallamadan girdim içeri. Zaten en fazla kimlik gösterirdim sorana. Kolumu sallamış olurdum ama o zaman.
Dışarısı gibi insandan arınmıştı burası da. "İdare" yazan tabelaları takip edip patron odasına kadar gittim. Baka baka bulunuyordu artık Bağdat. Her taraf levha zaten. Karın yağacağını bile tahmin ediyorsa levhalar ne soracaksın elin adamına.
Odaya girdiğimde patron koltuğunda oturuyordu genç adam. Öylece. Sahibinden satılık katil. Aptal bir surat ifadesiyle bakıyordu benim olduğum yöne. Beni bekliyormuş gibi ama karşısında ben yokmuşum gibi de.
“Neden,” dedim.
“Onların yüzünden,” dedi.
"Kimlerin?"
"Kıvanç. Bizim sınıfta."
Genç maktulden bahsediyordu.
"Artık sizinki gibi fabrikalara ihtiyacı kalmayacak bu memleketin, deyip duruyordu sürekli. Sağlıklı beslenelim ayaklarındaydı. Kaç kişiye bıraktırdı. Onların yüzünden oldu. Kenan abiye de bıraktırmış. Öğrenci işlerindeydi bizim. Muhabbetim iyiydi. Çok severdim. Duyunca deliye döndüm. Takip edip bitirdim işini. Sonra da Kıvanç'ı. Çıbanın başı oydu. Onun gibiler yüzünden oldu. Onun yüzünden battı koca şeker fabrikası.”
Masanın üstünde saçılmış beyaz küplerden birini aldı. Ağzına götürdü.