Menu
küllenen acılar
Öykü • küllenen acılar

küllenen acılar



Düşüncesiz sokaklardan geçiyordu. Yine nereye çıkacağını bilmediği sokaklarda, kendi de düşüncesizken. Belki de bu yüzden yakıştırmıştı düşüncesizlik sıfatınısokaklara.

Sonunda sokakları aşıp evine ulaşmıştı, belki de aşmayı hiç istemeyerek. Hep yürümeliydi, hayatı hep o şekilde geçmeliydi belki. Hüzün, mutluluk hiçbir şey olmadan, yeni bir şeyler yaşamadan, öylesine… İçinde bir günü daha atlatmanın rahatlığı vardı. İyi veya kötü bir şekilde geçmişti, bitmişti. Bu rahatlığa isyan eden birileriyse hiç susmuyordu içinde ve onları da susturan birileri.

Onun yüreğini en çok acıtan düşünce ise hayattan lezzet alamamasıydı. Kendisini her şeyi yapmış, yaşamış, tüketmiş gibi hissediyordu. Ölüm vakti gelmişti sanki. Sessizce, ölümü bekler gibiydi.

Hep yeni kararlar almıştı mutlaka uygulamak niyetiyle. Her şeye her seferinde, yeniden başlamak istemişti ama olmamıştı, yapamamıştı diğerleri gibi. Bu düşünceler içinde uyuyakalmıştı, neredeyse bir aydır yatak olarak kullandığı koltukta.

Sabah yine güneşle beraber uyanmıştı. Ne gereği vardı ki uyanmanın. Ama uyanıyordu işte. Güneş her sabah sanki bir şeyler anlatmak istercesine inadına yüzüne doğuyordu. Bilmiyordu ki yaşamanın onu yorduğunu ve hiç uyanmaması gereken vaktin gelip geçtiğini. Sahi bilse doğar mıydı yine yüzüne?

Aniden kalktı yatak niyetine kullandığı koltuktan. Bu aralar böyle uyanıyordu aniden ve yorgun. Rüyaları mı yoruyordu yoksa onu? Bir süre kıpırdamadan boş gözlerle odasını seyretti. İç sıkıntıları yoğunlaştığında sürekli gittiği bir mekân vardı. Bugün diğer günlerden farklı bir istek duydu oraya gitmek için. Elini yüzünü yıkadı. Hızla hazırlandı, odayı son kez göz ucuyla süzüp çıktı.

Bugün iç sıkıntılarından çok, farklı bir şey onu buraya getirmişti sanki. Mekânda bir farklılık umuyordu, ama her şey aynıydı gittiğinde ‘sandalyem bile kımıldamamış’ diye geçirdi içinden hayal kırıklığıyla. Sinirli, sinirli garsona baktı ‘her şeyin sorumlusu sensin’ der gibiydi. Sonra da ‘kendine gel’ diye telkinde bulundu kendisine.

Garsondan bir karadut çayı istedikten sonra, çantasından kâğıt, kalem çıkarıp yazmaya başladı, buraya her geldiğinde yaptığı gibi. Neyi, niye yazdığını bilmiyordu. Aslında bilmemekten ziyade bilmek daha çok acıyordu onu. Yine bir hikâye yazmıştı. Kendi hikâyesini kontrol etmekten acizken, meçhul bir hikâyeyi yaratıp yönetmek hoşuna gidiyordu. Ama bu sefer almayacaktı hikâyesini yanına, onu yazıp kafede bırakacaktı. Böyle olması gerektiğini hissetmişti. Herhangi biri için bırakmıyordu hikâyesini. Belki okunmaz fark edilmezdi bile. Belki o kafeden çıkar çıkmaz çöpe atılacaktı. Bilmiyordu. Bir önemi de yoktu onun için bunların, sadece bırakmak istiyordu o kadar. Bu bir şeylerin başlangıcıydı belki; belki de bitişi… Bilmiyordu şu an, bunları fark edecek halde değildi. Bazen kendinden korktuğu bile olurdu. Hiçbir şey onu üzemez, sevindiremez olmuştu. Bu neydi? İyi bir şey miydi? Bunları düşünürken hikâyesini bitirdi ve masada öylece bırakıp, evine yöneldi.

Sonunda evine ulaşmıştı. Hiç bir şey yapmadığı halde kendisini çok yorgun hissediyordu. Ama uyumak için geceyi beklemekte kararlıydı bu sefer. Kitaplarıyla oyalandı bir süre. Güneş batmak üzereyken yine düşüncelere daldı. Her şeyi düşündü. Düşünmediği ve üzülmediği hiçbir şey kalmamıştı sanki. Sonunda düşünmeyi bırakıp deliksiz bir uyku umuduyla koltuğuna kıvrıldı.

Güneşe sinirlenmeden uyanmıştı bugün. Yine aynı kafeye gitmiş ve güneşe karşı oturmuştu. Güneş de ondaki değişikliği fark etmiş gibi göz kırpmıştı hissettirmeden. Bu sefer mönüyü daha önce burada hiç görmediği farklı bakışlar altında almıştı. Her zamanki gibi yine karadut çayı istedi ama mönüyü de bırakmadı elinden; her zaman aynı şeyi alacağını bile, bile bakardı mönüye ne var ne yok diye. Mönüyü açtığında arasından yere bir kâğıdın düştüğünü fark etti. Kâğıdı, o farklı bakışlardan olduğuna emin olarak aldı. Uzun zaman sonra ilk defa bir olay karşısında heyecanlanmıştı. Ruhuna karşı bir zafer kazanmış gibi hissetti kendisini. Bu düşünceler içinde kâğıdı okumayı bitirmişti; yazılanlar, masada terk ettiği hikâyesine bir karşılık gibiydi. Çayından bir yudum alıp yazmaya koyuldu. Nasıl bir cevap yazmalıydı, bilmiyordu. Ama farklıydı bu sefer yazışı, konusu bile farklıydı, meçhul değil malum şeylerdi yazdığı. Hikâyesini bitirmişti. Hikâye değil bir cevaptı aslında yazdıkları. Düşen kâğıdın yerine kendi yazdıklarını bakışlarıyla zarflayarak koymuştu kimse görmeden. Kendisini kuşatan bakışları görebilme umuduyla son defa baktı çıkarken. İzlediğini hissetmenin sevinci ve izleyenini görememenin üzüntüsüyle…

İlk defa sevgiyi düşündü yürürken ve sevmediğini hiç kimseyi. Nedenini düşünürken vazgeçti. Yarın için yazacağı şeyleri düşünmeye başladı. Artık daha somut bir şeyler yazmalıydı. Bir şeyleri belli etmeliydi ‘Ayın Şın Kaf’ bunu yazmanın vakti gelmişti belki de. Evet en saf haliyle bunu yazacaktı. Bu düşüncelerle uzun süren eve dönüş yolu bitivermişti. İlk anda tereddütle söylediği ‘Ayın Şın Kaf’ ı bu sefer daha emin bir şekilde tekrarladı içinden, büyük bir haz duyarak.

Eve girdikten sonra odasına eşyalarına her şeye selam verdi. Ve kendisine gülümseyerek ‘uzun zamandır yaptığım en güzel şeydi’ diye düşündü. Hemen uyumak istiyordu. Bir an önce sabah olsundu.

Sabah erkenden uyanıp yine aynı yere gitmişti. Bitmeyen sokaklar çabucak tükenmişti.

Mönüyü alırken onu göreceğini umut ederek bakmıştı, ama yine garsonun yıllardır ezberlediği gözleri vardı karşısında. Bu defa sinirlenmedi. Bir kâğıt bulacağından emin olarak açtı mönüyü ama yoktu. Bu sefer sinirlendi. Tüm bunların suçlusu oymuş gibi gözleriyle garsonu aradı. O da bunu hissetmiş gibi kayboluvermişti ortalıktan. Bu sefer ‘kendine gel’ derken dinlemişti kendini. Uzun süre yazıp yazmamak konusunda tereddüt etti. Gayri ihtiyari kâğıdını kalemini çıkardı. Yazarken bir taraftan da hayal gördüğünü düşünmeye başlamıştı. ‘Kendi kendime yazıyorum sanırım’ sanırım diye geçirdi içinden gülümseyerek. Gerçek olmasa bile en azından uzun zamandan sonra yalancı bir mutluluk yaşamıştı. ‘Ayın Şın Kaf’ ını da itinayla yazıp, zarfını gözleriyle katlayıp koymuştu yerine.

Çıkarken hiçbir yere bakmamıştı bu sefer.

Yine düşüncesiz sokakların onu beklediğini hissediyordu. Ta, ki bir çift göz tarafından izlenildiğini fark edene kadar. Ve başını kaldırdığında sadece bir kere o kafede gördüğü bakışlarla karşılaşmıştı. Kendi kendime yazmıyor muşum diye sevindi. Bir taraftan da bu durumda bile bunu nasıl düşünebildiğine sinirleniyordu.

O bakışların sahibi mönünün arasından çıkması gereken kâğıdı ona uzattı gülümseyerek.

Eve güzel bir dönüş yolculuğu onu bekliyordu.

Hayatında ilk defa yanıldığına sevinmişti.