Yola çıkmanın vakti geldi. Bu saatlerde iyi şeyler bulabilirim çöplerde. Bazı günler gerçekten iyi şeyler de topluyorum. Mesela geçenlerde çöpten bir radyo çıktı. Eh, çok temiz olmasa da kullanılabilirdi. Ufak da bir sorunu vardı. Biraz uğraştıktan sonra, çalıştırabildim. Şimdi, yaşadığım harabede, masanın üzerinde duruyor ve buraya geldiğimde uyumak için, yalnızlığıma ortak oluyor. Uzun zaman olmuştu radyo dinlemeyeli doğrusu.
Yıllardır pas içindeki çöp arabamla, hurda toplar, kâğıt toplar ve bunları bir miktar para karşılığında satarım. Sabah beşte ve akşam onda dışarı çıkar çöpleri karıştırırım yaşlı bir köpek gibi. Senelerdir sohbet edecek birileri de yok etrafımda. Benim hiç dostum da olmadı aslında.
Sadece evimin etrafında dolanan, birbirlerini adeta parçalarcasına hırpalayan sokak köpekleri ve arada bir harabeme giren küçük kediler… Onlar bile vahşileştiler bu hayat karşısında. Ve kirli paltomun iç cebindeki küçük bir fotoğraf… Sevdiğim kadın…
Onun fotoğrafını hâlâ taşırım iç cebimde. Tam da kalbimin üzerinde... Hurdaları toplayıp sattıktan sonra evime döner, bir tahta üzerinde serili olan birkaç gazete ile kaplı yatağıma uzanır, cızırtılı radyo eşliğinde fotoğrafa bakarım.
Çoğu defa ağlayarak uyumuşumdur. Anlatması uzun mesele… Ondan sonra artık sevemedim. Bıraktım kendimi hayatın rüzgârına ve savruldum. Ama tek bir şey söyleyeyim. Ben terketmedim onu. Ben bir ağaç gibiydim. O ise bir yaprak. Ben hep durdum orada… Ama o, bir rüzgârın meltemine, tatlı esintisine kapıldı ve ayrıldı dallarımdan. Şimdi kuru bir dal gibi, kırmızılığını yitirmiş ölümün soluk rengini taşıyan bir gül gibi, gün tüketen, güneşsiz bir ağacım.
Ölümü bekleyen…