Kedi gibi şirinlik taslıyor karşımda gün. Mır mır, diye uyandırıyor beni.
Her şey ‘hoş’luk iklimine kaptırmış kendini, akıyor.
Yeşil de nefes nefese uyanmış güne.
Yalın bir güneş.
Bolca sessizlik.
Apansız maviyi beyaz bir tebeşir gibi çizen yolcu uçakları.
Seyir halindeki kuşlar.
Dağlardan fırlayıp gelen kekik kokusu.
Uzaklarda yerin 3-5 metre altından su çekmek için kullanılan sarnıçlar.
Kıvrılan, kıvrılan, sonra tekrar kıvrılan yollar.
Çamdan bir orman.
Derin manevralarla pencerenin ufuk çizgisinde uçankırlangıçlar.
Kuşlar, sular, esen yel, hoş kokular; hiçbirinin derdi orkestrada bir adım öne geçmek değil, yalnızca ahenk.
Kimse repliğini şaşırmıyor bu gün. Sahne ışıkları, dekor; dediğim gibi, kusursuz.
Usturuplu bir şiir bekliyor da kapımı açacak göz yok bende; yaşamakla yetiniyorum.
Yapraklar o kadar şefkatle salınıyor ki, “görmelisin bunu!” diye, seni arıyor gözlerim.
Bakınırken birden ışık tayfına tutulmuş gibi kalakalıyorum.
/Yaradana bir kat daha şükretmeli./
Pencereler birden denizlere açıldı sanki, içeride bir serinlik.
Aydınlık da. Balkonun bir ucuna erik dalları çarpıyor, diğer ucuna dut. Oradan çıkıp geliyorsun, elinde kâse, içi dolu meyve.
/Kafiyeye gülüyoruz sonra./
Gamzelerin ne de çabuk fark ediliyor öyle.
Seni düşünüyorum, bütün ayrıntılarınla.
Salınışını.
İnce ince bakışlarını.
Kendine dalışlarını.
Sükûtunu.
Küçük şeylerle mutlu oluşunu.
Kokunu, o tarifsiz kokuyu.
Bir elmanın yarısı oluşunu.
Cafer Turaç’ın şiiri dökülüyor dudaklarımdan, “ah! Bana yakışan bir kekliksin binlerce teşekkür sana/eğdirmedin başımı önüme, utandırmadın, artık yorgun değilim” diyorum sesimi yükseltmeden.
Yüzünde beni sana meftun bırakan o eşsiz ifade beliriyor yine.
Sanki bir şiir.
Kıyındayım.
Kapında.
Yanı başında.
Susuyorum.
Kamaşıp duruyor içimm.
“Duru” kelimesi yetiyor hissettiklerim için.
Derin bir aşk.
Uçsuz bir hayranlık.
Havva’nın Adem’deki karşılığının farkında oluş.
Günleri aramızda evirip çeviren Hayy, muhayyileyi de, aşkı da, bağlılığı da, sesleri ve sözleri de aramızda evirip çeviriyor işte.
Sevgili, adımın/ada’mın yoldaşı, lirik düşlerimin biricik şahidi!
Bilinsin istiyorum, kadırgalarımı denize salan rüzgârın söylediği, kayıp tayfalarımdan arta kalan, deniz kabuğundan öğrenip uçsuzda yitirdiğim, “kara”yı görünce hatırladığım, bir rıhtım gibi sığındığım şey, kekeme bakışlarımın dilini çözen, adımın dağlardaki yankısı, yalnızlığımın panzehiri, hayat kitabımın mücellidi, sensin!
Bilinsin istiyorum, uzaklığın belini büküp yakınlığın da yanaklarından kesme alan seyahatlerim, mürekkebi yere dökünce duyduğum telaş, şakaklarımdaki aydınlık, sabahın serinliğini içime çekmemin anlamı, eylülün dayanılmaz şiirselliği, yusufçukların zarafeti, bedestenlerin yalnızlığı, çağlaların diş kamaştıran tadı, yağmurların tüm ayartıcılığı, başakların sarı sarı salınışları, hayra yorulacak tüm rüyalarım, kapını çalan bütün iyi niyetler ve her seferinde rücû edişim; senin için.
Bilinsin istiyorum, elimdeki tabletleri okunur kılan ne ise, yorgun kalbime inşirah veren ne ise, barbarları dize getirip esenliğe yol veren ne ise, çeşmeye uzattığım avucumun suya değince hissettiği ne ise, ekmeğin varlığına borcum ne ise, düne dair hatırımda kalan ne ise, sardunyanın rengine yüklediğim hasret ne ise, üzümün yeşiline, çölün kumuna, sazların ahengine, dostluğun kadim, kırgınlığın sağir olanına tutkum ne ise, bulvarları dolduran kardeşlerimin samimiyetine inancım ne ise, dağın ardı zeytin diyen dostum
ne kadar haklı ise; senin bendeki karşılığın da odur işte!