Menu
ÇABUK SÖNEN ALEV: TÜRK MÜZİKALİ
Öykü • ÇABUK SÖNEN ALEV: TÜRK MÜZİKALİ

ÇABUK SÖNEN ALEV: TÜRK MÜZİKALİ

Sanat; insanların yaşamlarını, kültürlerini, yaşadıkları coğrafyanın özelliklerini göstermesi ve kendisini ifade etmesidir. “Hayatın yansıması” olarak tanımlanabilecek olan sanat, bir şeyi yoktan var etmek değil, var olan bir şeye kendi yorumunu katıp sunmaktır. Bir sanat eserini ortaya koyarken, sanatçının hayal gücüyle eserin özgünlüğü doğru orantılıdır. “Hayal gücü birtakım nesnelerle sınırlanmamışsa, onu bir taslaktan ötekine götürür.”

Müzik köken itibariyle ilham perisi Mousa’nın nağmesi anlamına gelmektedir. Sözlük anlamı ise müzikle ilgili her şeydir. Fakat müziği anlatmakta bu tanımlar yeterli değildir. Müzikal adını verdiğimiz tiyatro türü, sahnede müzik eşliğinde sergilenen sanat türüdür. Müzikal sanatının annesi olarak ABD gösterilebilir. Fakat ilahı değildir. “Bu bir yapı inşa etmeye benzetilebilir. Belirli dönemlerde belirli gereksinimleri karşılamak için eldeki taşlar üzerine kendilerine has taşları ekleyip yepyeni bir yapı elde etmeye benzetilebilir” ki ABD de öyle yapmıştır.

Önce operetlerden yola çıkılarak oluşturulmaya başlanmıştır. Operetlerde mantık aranmaz. Operetlerde estetik ve eğlence ön plandadır. Müzikallerde ise estetik ve eğlenceyle birlikte mantık ta çok önemlidir. “Küçük opera “ anlamına gelen operetler, operanın dışında müziğin ardından konuşmalara, danslara yer verebilir.

Müzikal sanatının ortaya çıkması için elde bulunan taşlardan biri de “Müzikal Komedi”dir. Müzikal komedide ana tema, bir tiyatroyla -Hamlet- ya da ünlü birini- Prens Charles- alaya almaktır. Yani özünde sadece gülmek vardır. Müzikaller bu iki ana taşın arasına çimento koyularak yapılan sağlam bir binadır. Bu ikisi Avrupa’dan Amerika’ya, orada birleştirilip ve eklemeler yapılıp bütün dünyaya yayılmıştır. Ülkemiz de bundan nasibini almıştır.

Müzikal tohumları ilk olarak Tanzimat döneminde atılmıştır. Bu dönemde odunlar yerleştirilmiş ve çakmak çakılmıştır. Bütün ilklerimiz bu dönemde meydana gelmiştir. İlk tiyatromuz Gedik Paşa Tiyatrosunda, Güllü Agop’un kurduğu “Tiyatro-yı Osmanî”dir.
Dikmen Çuhaycıyan’ın A.Alberto ile yazdığı ilk eserimiz “Leblebici Horhor Ağa”dır. Tarihteki Türkçe yazılmış ilk eser ise “Arif’in Hilesi”dir. Konusu Gogol’un “Müfettiş”ine çok benzer. Yer yer değişime uğramıştır. Bununla birlikte sonu tamamen değiştirilmiştir. Bu oyun gerek Çuhaycıyan’ın bestelediği müziği ile, gerekse içeriğiyle çok başarılı bir oyundur.

19.yy da yazılan müzikallerin konuları, o dönemki yaşantılarla paralel bir yol çizmiştir. O müzikallerin konularının çoğu tuluat tiyatrosunun konularını andırır. Orta oyunu komedisin de etkisi yok değildir. Müzikallerin bunlardan ayrılan tek özelliği, içinde müzik ve dans barındırmasıdır. “Birbirini seven iki gencin aşklarında o dönemin ahlak anlayışına uygun denklik aranır” Her konuda aynı şeyler söylenebilir. O dönemdeki aşklar köy, kasaba dışlarında gizli gizli yaşanırdı. Yani her an yakalanma korkusu vardı. Bunun yanında en büyük özlem vuslattı. Kavuşma özlemi yakalanma korkusunu yenmiş, aşk her zaman kazanmıştır. Bu vuslat özlemi müzikallere de yansımıştır. Haydar Bey’in “Pembe Kızı” buna örnektir.

Günümüze doğru biraz daha yaklaştığımızda, 2. Meşrutiyetin ilanıyla yeni bir döneme giren Türk müzikali, o çağlarda gelişen özgürlük akımından da nasibini almıştır. Özgürlük sarhoşluğu içine giren Türk müzikali, Avrupa’dan ve Azerbaycan’dan gelen müzikal akımının tesiri altına girmiştir. Bu dönemde her türlü oyun oynanmıştır. Konusu sınırsızdır. İnsanları derin düşüncelere daldıracak müzikallerin yanı sıra, hiçbir şey vermeyen müzikaller de gösterilmiştir. Bu karmaşa içinde iyi oyunların çıkmasının sebebi; I. Dünya Savaşı sırasında, oyuncuların Viyana’ya ve Budapeşte’ye gidip eğitim görmeleridir. Bu dönemde müzikal yazımı ve bestelenmesine devam edilmiştir. Muhlis Sabahattin’in yazıp bestelediği “Hilali Ahmer Çiçeği” savaşan Osmanlı ve Almanya’nın politikalarını övmüştür. Bu parça yine Türk müzikali’nin ilklerindendir. Politikayı müzikalin içine-iyi ya da kötü- alan bir eser olması yönüyle Türk müzikalinin ilkleri arasına girmeyi başarmıştır. İki yol ayrımına giren Türk müzikali alevinin bir bölümü sönmüş diğer bölümü ise iyice parlamıştır.

1931 yılında müzikaller şehir tiyatrolarında gösterilmeye başlandı. Bu dönemde zaten müzikli oyunlar, İstanbullunun sevgilisi haline gelmişti. Fakat müzikli oyunlara tepkiler artmıştı. “Sanatçılar “bugün her nevi tiyatro eserine ihtiyacımız var” diyordu. Bununla birlikte sanatçıların yanında olan kesim de vardı.

“Bu eserler tam manasıyla istikbalin operet teşkilatına ilk temiz ve kuvvetli adımdır”. Şehir tiyatrosunda oynatılan müzikaller halkın tepkisini çekmiştir. Neden? -ki o zamana kadar müzikallere ses çıkartan yoktu- Müzikli oyun kötü de ondan mı? Kesinlikle hayır.
Fakat oyundan oyuna fark var. Mesela “Lüküs Hayat” kendi konusu gereği çok başarılı bir oyun. Fakat “Deli Dolu” müzikali için aynı şey söylenemez. Bestecilerinin aynı olmasına rağmen ikinci oyun hüsranla son bulmuştur. Müzikalin duraklama dönemine girmesinin sebebi; kötü oyunların şehir tiyatrolarında gösterilmesi ve insanların müzikalden soğutulmasıdır. Bu dönemde alevler sönme durumuna kadar gelmiştir.

Zaman geçtikçe gelişen ya da zayıflayan Türk müzikali 60lı yıllara gelindiğinde, seviyesi yüz kat arttı. Bu dönemde uluslararası yarışmalara katılabilecek seviyeye ulaştık. Bir fiyaskoyla sonuçlanan şehir tiyatroları döneminden sonra müzikalimize kan veren Haldun DORMEN gibi isimler, seviyemizi “Çağdaş uygarlık seviyesine” çıkarttı. 1960-61 yıllarında Haldun Dormen’in sahnelediği “Sokak Kızı İrma” ile yükseliş başlamıştı. Bozula bozula saçmalayan Türk müzikali, böyle hafif ve güzel müzik ve oyun karşısında tekrar alevlenmiştir. Türk müzikali, tarihinin en parlak dönemini atmışlı yıllarda yaşadı. 1964-65 yıllarına gelindiğinde neredeyse bütün tiyatrolarda gösterilmeye başlandı. Fakat 1965’te ortaya çıkan eğilim herkesin gözünden kaçmıştı. Herkes Türk tiyatrosunu geliştirmek amacıyla eski Türk tiyatrosuna yoğunlaşmıştı. Eleştirmenlerin çoğu “geleceği kurarken geçmişin unutulmayacağı” kanısındaydı. Bu yüzden müzikal alevi yavaş yavaş sönmeye başladı. Gönüller tiyatroya kaymaya başladı. Çoğu tiyatrocu geleneksel tiyatroyla modern tiyatroyu sentezlemek istedi. Fakat yanlış yerden yola başlamışlardı. Kavuklu ile Pişekâr yanında kanto oynatılmaya başlandı. Böylece yeni Türk tiyatrosunu oluşturacaklarını sandılar. Giderek artan taklitçilik Türk Müzikalini ilerleteceğine geriletmiştir. “Yedi Kocalı Hürmüz”, “Kanlı Nigar”, “Salkım İnci” gibi hüsranlar ortaya çıkmıştır.

Seksenli yıllarda yeniden başlayan siyasal çatışma oyunlara da yansıdı.1979 yılından sonra müzikaller ikiye ayrıldı. Birincisi toplumu bilinçlendiren, insanlara bir şeyler katan müzikaller.

İkincileri ise bazı çıkarcıların amaçsızca hazırladığı, para kazanmak için gösterilen, hiçbir anlam ifade etmeyen müzikallerdir. Bu türden gösteri yapanlar kapitalizme tapan çapulculardan başkaları değildir. Bu dönemde ülke siyası darbeyle uğraştığı için, sanata pek fazla önem veremediği için müzikal alevi sönmeye yüz tutmuştur.

Yıl 2000. Artık sinemanın tiyatroyu ve müzikali esir aldığı dönemler. Zaten kaybolmak üzere olan bu sanat dalı, sinema yüzünden iyice unutulmuştur. 1980’den beri hiçbir gelişim gösterememiştir. Zaten müzikal sanatı tüm dünyada kurumaya yüz tutmuştur. Türk müzikali alevi 1000 yıllık kısa bir zamanda sönmüştür.Kendini geliştiren toplumların sanatı da aynı oranda gelişmesi gerekir. Mesela “Yedi Kocalı Hürmüz” Tanzimat devrinde oynansaydı, Türk müzikalinin başyapıtları arasında gösterilebilirdi.
Toplumsal gelişim ve sanat birlikte ilerlemiyorsa, Lorca’nın da dediği gibi ölmemişse bile ölmek üzeredir. Umarım bu kötü gidişin sonunda Lorca’nın dediği gibi olmaz.

KAYNAKÇA
1. “Anonim; Türk Müziği Teorisi ve Makamlar, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayın Evi, İstanbul, 2004”
2. “Anonim; Türk Kültür Tarihine Giriş Serisi, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayın Evi, İstanbul,1978, cilt1”
3. “Librairie Larousse; Büyük Larousse Ansiklopedisi, Milliyet
Gazetecilik A.Ş, İnterpress Yayıncılık, İstanbul, 2000, cilt 16,17”
4. “Anonim; 6. İstanbul Türk Müziği Günleri Türk Müziği ve
Onun Temel Öğesi “Müzik Öğretmeni”, Engin Yayınları, Ankara,
1999”
5. “ERTUĞRUL, Muhsin; Darülbedayi, 1 Şubat 1931”
6. “NUTKU, Özdemir; Tanzimat’tan Günümüze Müzikli Oyunlar,
Milliyet Sanat Dergisi, 1982”
7. “BEZİRCİ Asım Alain; Edebiyat Üzerine Söyleşiler, Onur
Basım Evi, 1985, Ankara”
8. “ALTUNTAŞ, Handan; Makâlât, Platform Dergisi Yayınları,
Samsun, 2005”
9. “_________; Temel Britanica Ansiklopedisi,_______,_____,2000, cilt13”