Menu
BEN ÖLDÜĞÜMDE (TİYATRO)
Öykü • BEN ÖLDÜĞÜMDE (TİYATRO)

BEN ÖLDÜĞÜMDE (TİYATRO)

SİNOPSİS
Mustafa orta yaşlı bir şairdir. Hayatı umursamayan bir kişiliği vardır. Gerçekliklerden daha çok hayal dünyasının içinde yaşar. Kendi iç bütününde başka bir hayat kurmuştur. Çok sigara içer. Bir elin parmaklarını geçmeyen az ama çok samimi dostlukları vardır. Son zamanlarda içtiği sigaralar yüzünden sağlığı bozulmaya başlar. Nefes alıp vermeleri kötüleşir, zaman zaman kan kusar, kalbi sancır. Bundan hiç kimseye söz etmez. Kendisini fildişi kulesine kapatarak, insanlardan soyutlanmış bir hayat yaşamaya başlar. Dostları uzun zaman ondan haber alamaz. Ne telefonlara cevap verir ne kapıyı açar. Sanki yer yarılmış içine girmiştir. Bir gün aniden ortaya çıkar. Muayene olmak için gittiği doktorunu ofisinde bulamayınca Taksim - İstiklal’e doğru kısa bir yürüyüşe çıkar. Uzun zaman sonra dışarıya çıkmak Mustafa’yı biraz canlandırsa da yüzünden çok hasta olduğu anlaşılır. İstiklal’de gezintiye çıkmış neşeli, yüzleri gülen insanları görmek Mustafa’yı mutlu eder. Yeni basılacak şiir kitabı hakkında bilgi almak için Galatasaray’daki editörünün ofisine, oradan Cihangir’deki dostunun evine uğrar. Dostları Mustafa’nın aniden ortaya çıkmasıyla şaşırır, onun ağır hastalığıyla yıkılırlar. Mustafa dostlarının ona bakıp acımalarına dayanamaz, Cihangir’deki evi terk eder. Dostları bir daha ondan haber alamaz. En son doktorunun ofisinde görülür. İstiklal, Odakule altında karargâh kurmuş, amatör portakal kasası müzik gurubunun kırmızı saçlı genç solisti Mustafa’yı her gördüğünü sandığında Yeşim Salkım’ın bir zamanlar yorumladığı -Son bir sigara daha yak, öyle git gideceksen.- isimli şarkısını diline dolar, solistin gitarist sevgilisi gitarıyla kırmızı saçlı kıza eşlik eder. İstiklal’de ikindi ve gece yürüyüşüne çıkan aşıkların elinde bazen Mustafa’nın şiir kitabını görür polisler. Sevgililerine kara ciltli bu kitaptan soneler okur aşıklar. Sonunda bir gece vakti, dostları Mustafa’nın beyaz bir kapıdan sonsuzluğa doğru yürüdüğünü bulurlar, Taksim’de mütevazi bir kitapçı dükkanının vitrininde.

OYUNCULAR:
Mustafa : Ana kahraman (Hero)
Sekreter: Figuran oyuncu
Erkek ve Kadın: İki genç aşık.
Gitarist, Mızıkacı, Solist kız: Amatör müzik grubu
Editör: Mustafa’nın editörü (Kadın)
Kapıcı: Yayınevi binasının kapıcısı.
Kemal: Mustafa’nın en samimi dostlarından. (subhero)
Yakup: Mustafa’nın “ “ “ “
Selma: Mustafa’nın “ “ “ (sunheroine)
Doktor: Mustafa’nın doktoru.

SAHNE 1 / İÇ / GÜNDÜZ
(Özel bir muayenehanenin içi.)
Sekreter ( kadın) karşısındaki adamla konuşur:
“Kendisi birazdan gelir. Niçin gelmiştiniz?”
Adam bakışlarıyla odayı tarar. Sekretere boş gözlerle bakar. Sağ elini ensesine götürür, kaşlarını hafifçe çatar. Sonra ayakları ucunda kıvrılarak kapıya doğru döner ve kısık, zor duyulan bir sesle : “Neyse.” Der.
Adam ofisten çıkarken sekreter koltuğundan kalkar, bir şey söylemek için adamın arkasından elini kaldırır. Sahne biter.

SAHNE 2 / DIŞ / GÜNDÜZ / KARAKÖY / LİMANDA HERHANGİ BİR BİNANIN ÖNÜ
(Efekt: Vapur ve martı sesleri.)
Adam eski binadan çıkarken görülür. Limanı yürüyerek geçer. Balıkçılar, vapurlar, sandallar, balık tutan, oltalarını denize daldıran insanlar yansır objektiften.

SAHNE 3 / DIŞ / GÜN /KARAKÖY / KARAKÖY - TAKSİM TÜNEL GİRİŞİ

Adam tünel gişesinden jeton alır. İstasyona girer. İçerisi fazla kalabalık değildir. Birkaç üniversite öğrencisi ve şişkin sırt çantalı birkaç Avrupalı turist görülür.

SAHNE 4 / DIŞ / GÜN/ TAKSİM TÜNEL ÇIKIŞ KAPISI

Adam Taksim tünel kapısından çıkarken görülür. Yanından, birbirleriyle oynaşan, öpüşen iki genç sevgili geçer. Kamera adamdan sıyrılıp bu iki genç sevgiliye odaklanır. İki genç aşık havada şen şakrak gülücükler bırakarak tünele girer.

SAHNE 5 / İÇ / TÜNEL

Oğlan sırtındaki ince montu çıkarıp kızın omuzlarını örter. Sonra sarılıp boynundan öper. Oğlan konuşur:
“Sevgilim babanla konuştun mu?”
Kız gözlerini kaçırır. Başını tünel içindeki reklam panolarına çevirerek cevap verir:
“Babamla! Tabi konuşmaya çalıştım. Konuşucam yani. Sen hiç merak etme aşkım.”
Oğlanın bakışları değişir, sesi titrer:
“ Hep böyle yapıyorsun Yeşim. Aşk olsun. Bu kaçıncı oldu?”
Kız oğlanı yumuşatmak için parmaklarını erkeğin dudaklarına götürüp öper. “ Meraklanma aşkım ya. Söz. Fırsat bulur bulmaz konuşucam."

SAHNE 6 / DIŞ / GÜN / İSTİKLAL CADDESİ

Adam kalabalıkların arasında Taksim’e doğru yürür. Bir ara duraksayıp elini gömleğinin cepliğine uzatır. Sigara paketinden bir dal çıkarır, ağzına yerleştirir, fakat sonra yüzünü ekşiterek sigarayı dudaklarından alır, elinde ufalayarak parçalar. Sigarayı bir köşeye fırlatır. Bu sırada tarihi, kırmızı İstiklal tramvayı yanından ziller çalarak geçer. Adam tramvayın arkasında kaybolurken sahne kapanır.

SAHNE 7 / DIŞ / GÜN / TAKSİM ODAKULENİN ÖNÜ

Odakulenin önüne geldiğinde adımları yavaşlar, nefes nefesedir. Biraz soluklanır. Kendi kendine hayıflanarak : “Lanet olası sigara.” Der.
Odakule binasının altında müzik yapan birkaç gence ve onları izleyen kalabalığa takılır bakışları. Kalabalığa doğru yürür.

SAHNE 8 / DIŞ / ODAKULE

Gitar çalan, mızıka üfleyen iki erkek ve onlara solistlik yapan bir kızı izler seyirciler. Adam müzik yapan gençleri izleyen seyircilerin, gülümseyen yüzlerini kameranın gözünden inceler. Gitarist, gitarın tellerini tıngırdatırken neşelenip bir eliyle yerde duran sigara paketine uzanır. Buruşuk bir sigara çıkarır, dudaklarına götürür. Ateşini cebinde arar bulamaz. Bu sırada mızıka üfleyen adam mızıkasını çalmaya devam eder neşeyle. Çalarken ayaklarıyla ritim tutarak, vücudunu oynatır. Adam (Kahramanımız) cebinden çakmağını çıkararak gitaristin sigarasını yakar. Gitarist adama gülümseyerek : “Eyvallah baba, yakar mısın?” der ve sigara paketini adama doğru uzatır.
Adam sigara paketini görünce birkaç adım geriler. Konuşur : “Yok... Teşekkür ederim, ben almayayım.”
Gitarist tekrar gülümseyerek: “Peki.” Der.
Adam elini saçlarına götürür, bir süre kararsız kalır. Konuşur:
“Neyse, uzat bir tane. İçeyim bari.”
Gitarist sigarayı adama uzattıktan sonra, gitarının üzerine eğilir, müziğin ritmini değiştirir. Yeşim salkımın yorumladığı -son bir sigara daha yak, öyle git gideceksen- isimli parçanın introsunu çalmaya başlar. Gitaristin yanı başında duran kırmızı saçlı kız, boğazını temizleyerek şarkıya girer.
“ Son bir sigara daha yak, öyle git gideceksen... Ne olur yavaş iç, yavaş iç; dönmeyeceksen...”
Adam (Kahraman) sigarasından bir iki fırt çektikten sonra sigarayı yere atarak, ayağıyla söndürür. Gençlere doğru konuşur: “Neyse, size kolay gelsin arkadaşlar.”
Gitarist gülümser: “Eyvallah baba.”
Adam Galatasaray lisesi tarafına doğru yürümeye başlar.

SAHNE 9 / DIŞ / GÜN / ODAKULE

Genç kız şarkıyı bitirip gitaristin yanında duran, yarılanmış bira şişesinden bir yudum alıp, eliyle ağzını kurular. Gitaristin elinden sigarasını alıp birkaç fırt çeker. Gitaristle konuşur:“Ne oldu, müzik ajansıyla konuştun mu? Demoyu beğenmişler mi? Kaset yapacaklar mı bize?”
Gitarist, gitarını kucağına yatırır. Başka, buruşuk bir sigarayı paketinden çıkarır, dudaklarıyla ıslatır, kızın elindeki sigarayı alıp ateşiyle kendi sigarasını yakar. Kızla konuşur:
“Valla bebeğim, bu piyasayı anlamak zor. Adamların ne yapacağı belli olmuyor. Aranjör fazla heveslenmememizi söyledi ama yine de bakacaklarmış. İyi habere gelmemi istersen...”
Genç kız birden oturduğu yerde vücudunu dikleştirir. “Neymiş?”
Gitarist muzurca gülümser: “Bir öpücük vermezsen söylemem.”
Kız otuz iki dişini birden göstererek adama gülümser. “İstediğin öpücük olsun.” Der ve gitaristin yanaklarından öper. “Şimdi söyle bakalım neymiş?”
Gitarist konuşur: “Tünel sokağında bir barla anlaştım. Çarşamba ve Cuma akşamları üç saat sahne alıcaz. Çok iyi ödemiyorlar ama masraflarımızı karşılar. Nasıl?”
Kız gitaristin boynuna atılır. “Süperrr...”

SAHNE 10/ DIŞ / GÜN / GALATASARAY LİSESİ

Adam Galatasaray Lisesinden sağa saparak Yeniçarşı caddesine girerken görülür. Hafif yokuş yolda aşağı doğru yürüyerek kaybolur, diğer sahneye geçilir.

SAHNE 11/ DIŞ / GÜN / BİR BİNANIN ÖNÜ (Gri)

Adam gri bir binanın dış kapısının önünde durur. Kapı zilini çalar. Kapı açılır. Binadan içeri geçerken diğer sahneye geçilir.

SAHNE 12/ İÇ / ZEMİN KAT / BİNA

Adam sandalyesinde oturan kapıcıdan editörün ofisinde olup olmadığını sorar. Kapı görevlisi elindeki çay bardağını masasının üzerine bırakarak, telefon ahizesini kaldırır. Telefona bir şeyler konuşur ama bu seyirciler tarafından duyulmaz. (Bu sahneye kadar müzik çalar ve her şey görsel olarak cereyan eder. )
Kapı görevlisi telefonu kapattıktan sonra adama gülümser ve “Editör hanım sizi bekliyor.” Der.

SAHNE 13 / İÇ / MERDİVENLER

Adam merdivenleri ikişer ikişer tırmanır. Gideceği kata geldiğinde soluk soluğa kalır. Kesik kesik nefes alıp verişleri duyulur. Buradan diğer sahneye geçilir.

SAHNE 14 / İÇ / EDİTÖRÜN OFİSİ

Adam etitörün odasınının önüne geldiğinde oda kapısı açıktır. Seyirciler kapı aralağından görüntüsü dışarıya taşan çalışma masasını, erguvan koltukları, ve çalışma masasının üzerinde kristal bir kül tablası ve tablanın üzerinde yarılanmış, yanan, dumanları tavana yükselen bir sigarayı görürler önce. Adam açık kapıyı eliyle tıklayarak içeriye girer. Editör (Kadın) bilgisayarının başında oturmuş çalışıyordur. Adam konuşur: “Merheba.”
Editör oturduğu koltuktan kalkarak adama gülümser, elini uzatarak, adamın elini sıkar. “Merheba. Hoş geldiniz.” Der.
Bir süre ayakta öyle birbirleriyle bakışırlar. Sonra editör eliyle masasının yanı başında duran koltuğu göstererek adama oturmasını işaret eder. Editör oturmak için koltuğuna geri döner. Adamla konuşur. “Hoş geldiniz tekrar.”
Masasının üzerinde duran yarılanmış parlament marka sigara paketine uzanarak adama ikram eder. Adam konuşur: “Yok, ben almayayım.” Sonra dayanamayarak paketten bir sigara çeker ve yakar.
Editör adama gülümseyerek , “Kitabınızın redaktesi tamamlandı. Basıma hazırlıyoruz. Fakat henüz bize kitabınıza ne tür bir başlık koyacağınıza dair bir bilgi vermediniz?” Der.
Adam eliyle gömleğinin yakalarını düzeltir. Sigarasının küllerini tablaya boşaltır. Konuşur:“Ben öldüğümde... Ben öldüğümde koyacağım kitabın ismini.”
Editörün yüzü birden değişerek ciddileşir. “Pardon! Anlamadım!”
Adam konuşur: “Kitabın ismini diyorum ben öldüğümde...”
Sonra elini alnına vurarak, gülümser. “Hay Allah! Yanlış anladınız galiba! Kitabın ismi 'Ben öldüğümde' olacak.”
Editörün eski neşesi tekrar yerine gelir, elini göğsüne koyarak, derin bir nefes alır, konuşur: “İlahi, bir an yüreğimi ağzıma getirdiniz. Pekala arkadaşlara fikrinizi bildiririm. Kapak hakkında özel bir arzunuz var mı?”
Adam konuşur: “Siyah fon olsun. Ortasında bir kapı, bembeyaz bir yere açılıyor. Belirsiz, silik bir gölge eşikten içeriye giriyor ve tam kapının üzerinde beyaz punto harflerle -Ben öldüğümde- yazıyor.”

SAHNE 15 / İÇ/ GÜN / EDİTÖRÜN ODASI

(Adam odadan ayrılmış. Editör yalnız)
Kadın telefon ahizesini kaldırır. Birkaç kelime konuşur fakat bunlar müzik çalarken gerçekleşir, seyirci editörün konuştuklarını duymaz. Sonra editör elleriyle havada jest ve mimikler yapmaya, gülmeye başlar ve konuşmaları duyulur. (Telefonun karşı tarafındakinin konuşmaları duyulmaz)
“Ha evet, ilahi garip bir adam. Yani hayatım düşünebiliyor musun, bak şimdi -Ben öldüğümde- kitabının ismi böyle olacakmış?! Ya kuşlar uçarken, leyleklerin dansı, İspanyol kraliçesi, Eyfer Kulesinin altında aşk filan koyda ben öldüğümde koyma, dimi hayatım? Böyle karamsar, iç paralayıcı, monoton başlıkları nereden bulur bu melankolik şairler hiç anlamıyorum? Aman boşver canım, şimdi bak sen; akşama Fetih’lerde toplanıyoruz. Şu yeni çıkan bir şarkıcı çocuk var ya, hah evet o sarışın olan, çok şeker değil mi? Elbette seksi katılıyorum ama şekerliği daha göz alıcı. Şimdi bak şekerim bu çocukta akşama Fetih’lere geliyor. Gençliğinde şiirler filan yazmış, bine yakın şiiri varmış, bizim yayınevinden bir kitap bastırmak istiyormuş; falan işte. Aman canım arebesk şiirlerdir tabi ama ne yapacan sen? Satar mı satar. Genç kızlar hastası. Yüzbin basarız bak, Allah inandırsın. Ciddiyim tabi. Şimdi bir kapak yaparız cicili bicili, birkaç da iyi şiir satın alırız, arkaya da çocuğun resmini koydukmu bak nasıl satıyor kitap. Tabi canım, tabi tanıştırırım ben sizi. A! İnanmıyorum! Fikret’le ayrıldınız mı? Neden? Ne zaman? İlahi, Allah iyiliğini versin kız. Yani kaçırdın erkeği diyorum, başka bir şey demiyorum. İflas mı etti? Aman iyi yapmışssın, boşver. Bak sana diyorum bu çocukla ben sizin aranızı yapayım, geleceğin şöhreti bu çocuk. Cevher var cevher. Mücevher mi? Mücevher değil ayol, cevher diyorum. Sahi kız Fikret’te geliyor bu akşam Fetih’lere, ne yapıcan? İlahi, çok kurnazsın, tamam anladım canım. Erken gel, beraber çıkalım. Tamam öptüm şekerim. Hadi ba bye.”

SAHNE 16 / DIŞ / GÜN

Adam Defterdar Yokuşundan, Sıraselviler caddesine doğru yürürken görülür. (Galatasaray lisesinin altında kalan bölge -Cihangir üstleri) .

SAHNE 17 /DIŞ/ GÜN /APARTMAN ÖNÜ

Bir apartman binasının önünde durur. Apartmanın giriş kapısının yanındaki zillerden birine basar. Genç bir ses interkoma “Kim o?” der.

SAHNE 18 /İÇ/ APARTMANIN İÇİ / KAPI ÖNÜ

Adam bir daire kapısının önüne gelmiştir. Yine nefes nefesedir. Hızla soluk alıp verişleri duyulur. Kapıyı iki kere tıklar. Kapı açılır. Orta yaşlı bir adam antrede belirir, adama(kahramana) gülümser.

SAHNE 19 / İÇ / OTURMA ODASI

İki adam karşılıklı bir kanepenin üzerinde otururken görülür. Ev sahibi konuşur:
“Hoş geldin azizim. Nerelerdesin? Uzun zaman oldu ziyarete gelmeyeli? Telefona da cevap vermiyorsun?!”
Kahraman konuşur:
“Hoş bulduk Kemal. Sorma bir hastalıktır tutturdu. Dışarıya pek çıkmıyorum. Bugün doktora görünmek için çıktım. Fırsat buldum, sana da uğrayım dedim.”
Ev sahibi konuşur:
“İyi yapmışsın ama hayırdır, nedir, ne hastalığı?”
Adam konuşur:
“Ah! Bende bir bilsem! Geceleri kalbim sıkışıyor bazen, ne bileyim nefes almakta zorlanıyorum, bir iki kez kan kustum. Soluklarım tekleşiyor, konuşurken zorlanıyorum. Diğerlerine haber vermedim. Aman gözünü seveyim sende kimseye belli etmeyesin.”
Ev sahibi konuşur:
“Aman üstadım, ne diyorsun? Neden daha önce haber etmedin ki? Ayrı gayrı mı var aramızda? Üzme bizi böyle haberlerle. Neymiş peki, doktor ne dedi?”
Adam konuşur:
“İşte bende onun için çıktım ya bugün. Allah’tan doktor muayenehanesinde yoktu da bir şey öğrenemedim.” Adam bunu dedikten sonra yaramazlık ederken yakalanmış afacan bir çocuk gibi arkadaşına gülümser. Ev sahibi konuşur:
“Allah aşkına! Böyle yapılır mı, şakası olur mu bunun. Ne, neredeymiş doktor peki?”
Adam konuşur:
“Ne bileyim, doktorları bilirsin. Aradığın zaman altın gibidir, bulunmazlar, aramadığın zaman kime çarpsan doktor çıkar. Sekreteri birazdan gelir dedi de sen sekreterleri de bilirsin, yalan söylemeyi beceremezler kör aşıklar gibi. Öğreniriz canım, acelesi mi var?”
Ev sahibi konuşur:
“Aman, Yarabbim! Bunun acelesi olmaz olur mu ya hu?! Hayat bu şakaya gelir mi?”

Adam alaycı bir gülümsemeyle konuşur:
“Gelir, gelir bal gibide gelir. Hep o şaka yaptı bugüne kadar, şimdide biz yapalım ne olacak? Soytarılar soytarıları eğlendirir sonuçta.”
Sonra adam oturma odasının içinde bakışlarını gezdirir. Pencereden dışarı bakar, sonra konuşmasına devam eder:
“Yahu kırk yılda bir ziyaretine geldik sen vaaz veriyorsun, ne çayın var ne suyun? Kahvenin kırk yıl hatırı varsa, çayında yirmi yıl olsun. Kar, kış, kıyamet günü biraz içimiz ısınsın değil mi?”
Ev sahibi iç geçirerek yerinden kalkar. “Oldu ben ocağa bir çay suyu koyup, geleyim. Sen uzan şöyle, biraz istirahat et.”
Adam konuşur:
“Oldu şimdiden hasta muamelesi görmeye başladık. Bana bak, bana; nasıl taş gibiyim! Daha oturup, beraber yazacağımız romana başlamadık. Hele bir bitsin, sonra tayin edilmiş bir vakitte Azrail’le anlaşırız.”
Ev sahibi konuşur:
“Anlaşırız, anlaşırız...” Ev sahibi söylenerek mutfağa doğru gider.

SAHNE 20 / İÇ / YATAK ODASI

Ev sahibi ocağa çay suyunu koyar sonra yatak odasına geçip, usulca kapıyı kapatır. Yatağın yanındaki komidinin üzerinde duran telefona sarılır. Hızlıca bir numara çevirir. Konuşmaya başlar:
“Yakup orda mısın? Hemen buraya gelmelisin. Mustafa burada. Neler olduğunu bana söylemiyor ama çok hasta olduğunu biliyorum. Kendini iyice koy vermiş. Ne mi? Bende bilmiyorum ne? Söylemiyor işte. Mustafa’yı bilirsin ser verir, sır vermez. Kimseye de haber etmemiş. Gözlerinin feri sönmüş, benzi sapsarı, eskisi gibi canlı bakmıyor gözleri. Yakup sana diyorum, bu eski Mustafa değil. Bırakmış herşeyi. Paydos etmiş. Söylemiyor dedim ya, söylemiyor. Nuh diyor, peygamber demiyor. Selma’yı ara oda gelsin. Sever onu. Yalnız başka kimseye söyleme. Kalabalıkları sevmez bilirsin. Birkaç dost olsun yeter. Ben salona geçiyorum, şüphelenir şimdi. Sen elini tez tut...”

SAHNE 21 / İÇ / OTURMA ODASI

Ev sahibi elinde çay tepsisi olduğu halde mutfaktan çıka gelir. Konuşur:
“Eveett, çaylarımız da hazır.”
Mustafa uzandığı kanepenin üzerinde doğrulur. Konuşur:
“Nerede kaldın Kemal? Yoksa?”
Ev sahibi konuşur:
“Yok ya hu, bakkala indim bisküvi almak için. Evde kalmamış.”
Adam konuşur:
“Ha! Ben kapıyı duymadım.”
Ev sahibi:
“Usulca çıktım, sen rahatsız olma diye.”
Mustafa gömleğinin cebinden sigara paketini çıkarır. Arkadaşı -Ne yapıyorsun?- anlamında kaşlarını çatar. Mustafa -Sigara yakıyorum.- anlamında arkadaşına gülümser.
Mustafa konuşur:
“Bilirsin bu meret çayla iyi gider.”
Sonra bir öksürük nöbeti tutar Mustafa’yı. Uzun süre güçlükle nefes alarak, öksürür..
Kemal (Ev sahibi) sesi öfkeli konuşur:
“Allah aşkına! Sen demiyor musun nefesim daralıyor, kalbim sıkışıyor diye? Bu ölüme dört nala gitmek değildir de nedir?”
Sonra Kemal fazla ileri gittiğini düşünerek özür diler. İkisi de bir süre sessiz kalır, konuşmaz. . Mustafa balkon korkuluğuna istiflenmiş güvercinleri seyreder. Sigarasından uzun bir duman çeker. Gözlerini Kemal’in gözlerine dikerek konuşur:
“Ben ölüyorum Kemal.”
Bir süre susar. Sonra konuşmasına devam eder:
“ O beyaz atların üzerindeki adamların gittiği yere gidiyorum. Dediğin gibi, öngördüğün gibi dört nala gidiyorum. Ölüme.”
Bu ses odaya bir külçe gibi düşer. (Efekt: Bir baterinin tıslaması duyulur)
Kemal kekeleyerek konuşur:
“Ne, ne dedin?”
Mustafa:
“Ben ölüyorum dedim.” Sonra arkadaşının gözlerine bakarak, ölümle alay edercesine garipçe gülümser.
Kemal konuşur:
“Ama, ama nasıl, nereden biliyorsun öleceğini? Daha doktor bir şey demedi dedin?!”
Mustafa:
“Sen ne zaman güzel şiir yazılacağını bilmez misin dostum? Ne zaman sevişileceğini, ne zaman aşık olunacağını? Bu da öyle bir şey işte. Öleceğin zaman anlıyorsun. Doktora, moktora ihtiyaç yok bunun için. Melekler nasıl şiir yazdırıyorsa, bunu da söylüyorlar adama.”
İkisi de susar. Mustafa çay kaşığını amaçsızca bardağın içerisinde ileri geri karıştırır. Tabaktan bir bisküvi alıp çayına bandırır. Konuşmaya başlar:
“Sahi, bugün yayınevine gittim. Şu dedikoducu editörü hâlâ kovmamışlar. (gülümser.) Kitabımı basıma hazırlıyorlarmış. Bana kitabın ismini sordu. Ne koyacakmışım? Ben öldüğümde koyacağım dedim de şaşırdı. Evet ben öldüğümde koyacaktım, yani dostlarım koyar dedim, hatıramızı yaşatırlar.”
İki adam göz göze gelir, bakışırlar. Mustafa konuşmaya devam eder:
“Sonra hiçte fena isim değil dedim, güzel isim değil mi Kemal? Ben öldüğümde. Bak, bak şimdi şu başlığa bak. Yakışmıyor mu şiire?”
Kemal’in gözleri sulanmaya başlar, bir damla dudaklarını ıslatır ama kendisi bunun farkına varmaz. Kemal konuşur:
“Yakışıyor, yakışıyor dostum. -Burnunu çeker- Sen şiir yazarsında yakışmaz mı hiç?”
Mustafa konuşur:
“Heh! (güler) Bende öyle dedim zaten. Ben ölmüşüm, yaşamışım neyi değiştirir? Şiir yaşasın. Şairin dediği gibi kendi gök kubbemizde hoş bir seda bırakalım değil mi? Öldü desinler ama şiirimiz ölmesin be dostum.”
Bu sırada kapı çalar. Kemal bir kabustan uyanırcasına oturduğu yerde zıplar. “Ben bir kapıya bakıp geleyim.” Diyerek giriş kapısına doğru yürür

SAHNE 22 / İÇ/ OTURMA ODASI

Kemal arkasında Yakup ve Selma olduğu halde oturma odasına girer. Kemal konuşur:
“Bak kimler gelmiş.”
Mustafa oturduğu kanepeden doğrularak ayağa kalkar. Misafirlere konuşur:
“Hoş geldiniz dostlar.”
Mustafa yeni misafirleri baştan ayağa hızlıca süzer. “Hayırdır! Siz buralara pek uğramazdınız, hangi rüzgâr attı?”
Selma kırmızı deri montunu bir köşeye bırakır, Mustafa’nın yanı başına oturur: “Aşk olsun, rüzgâr atmışmış! Geçiyorduk uğradık işte. Bak ne güzel, sende buradaymışsın! Tevafuk oldu.”
Mustafa çaktırmadan, sinsice Kemal’in gözlerinin içine bakar, -Ne iş?- anlamında göz kırpar. Yakup araya girerek neşelice konuşmaya başlar, (ama hareketlerinden neşeli görünmeye çalıştığı bellidir) :
“E, dostum şaftı dağıtmışsın?”
Selma azarlarcısına bir bakış fırlatır Yakub’a. Yakup ellerini havaya kaldırarak: “Aman canım, şimdi ne dedik?” der.
Mustafa bir sigara daha yakar. Arkasına yaslanır. Konuşur: “Siz çıkarın bakayım ağzınızdaki baklayı?”
Yakup elini ağzına kapatarak, öksürür, “Ya azizim şu sigarayı içmesen, bende alerji yapıyor, öksürtüyor adamı.”
Mustafa devam eder konuşmaya: “Bakla demiştim!”
Yakup: “Ne baklası?”
Mustafa kaşlarını çatarak Kemal’e bakar, Kemal aceleyle tepsiyi sehpanın üzerinden alarak yerinden kalkar. “Ben ocağa taze çay suyu koyup geleyim.”

SAHNE 23 / İÇ/ YATAK ODASI

Kemal ocağa çay suyu koyup, yatak odasına gider. Kapıyı usulca arkasından çeker. Başını yastığa gömer. Hıçkıra hırçkıra ağlar.

SAHNE 24 / İÇ / OTURMA ODASI

Selma beyaz, ince elini Mustafa’nın alnında gezdirir. Göz bebekleri irileşir :“Üff! Ateşin var senin Mustafa!”
Mustafa omuzlarını silker: “Vardır.”
Selma Mustafa’nın gözlerinin içine bakar:
“Nasıl vardır?! Yat, uzan. Buralarda işin ne? Hem söndür şu sigarayı da. Bu ne yani?”
Selma, Mustafa’nın elindeki sigarayı, bir annenin çocuğunun elinden kibriti alması gibi hızla çekip, alır. Kül tablasına bastırıp, söndürür. Sonra gözlerini şefkatle Mustafa’nın üzerine dikerek konuşmaya devam eder:
“Mustafa sen çok hastasın, farkında mısın?”
Mustafa masum bir çocuk gibi Selma’nın gözlerinin içine bakar: “Farkındayım.”
Bu cevap karşısında kadın ne diyeceğini de bilemez: “Farkındasın? Farkındasın da bize neden haber vermiyorsun? Hiç mi değerimiz yok?”
Mustafa konuşur:
“Var tabi. Olmaz mı, en yakın dostlarımsınız? Alt tarafı hastalık canım, aman sizde! İlk defa mı hasta oluyoruz? Pireyi gözünüzde büyütürsünüz. İlk okulda da böyleydiniz siz. Hiç unutmam Kemal kızamık olmuştu da siz ikiniz üç gün caminin bahçesindeki yatıra çaput bağlamıştınız, ölmesin diye. Siz yok musunuz?”
Odayı derin bir sessizlik kaplar. Mustafa’nın ölüme meydan okurcasına söylediği küstah şakaları hepsini korkutur. Bu sırada Kemal mutfaktan tazelenmiş çay tepsisiyle çıka gelir. Mustafa yerinden kalkar. Arkadaşlarına gülümser:
“Eh, bana müsaade dostlar. Ben gideyim artık.”
Hepsi birden şaşkınca Mustafa’ya bakarlar. Selma da yerinden kalkar: “Nereye şimdi Mustafa? Ateşin var, benzin sarı. Yat uzan burada. Geceyi burada geçir. Biz de kalırız. Ben sana nane limon kaynatırım. İçin ısınır biraz. Muhabbet ederiz hem.”
Mustafa:
“Yok ben gideyim artık. Ateşim yok çok. Sana öyle gelmiş. Bir yerde randevum vardı. Geç kaldım. Adamı kaçırmadan yetişeyim bari. Yine görüşürüz.”
Hepsi hortlak görmüş gibi, ne diyeceğini bilemeden Mustafa’yı seyreder. Mustafa kendisine garip bir canlı gibi bakılmasından rahatsız olur:
“Ya, neden öyle bakıyorsunuz? Zırhımı kuşanıp, savaş alanına çarpışmaya gitmiyorum ki canım. Hortlak görmüş gibi bakıyorsunuz. Siz de bir acayipsiniz bugün! Hadi hayırlısı. Allah’a emanet olun ben kaçtım.”

Arkasından söylenir. "Siz yok musunuz siz..."

SAHNE 25 /DIŞ/ AKŞAM GRUBU - GÜNEŞ ÇÖKMEK ÜZERE / KARAKÖY

Mustafa ikinci sahnede çıktığı muayenehane binasının önüne gelir. Binanın giriş kapısına varmadan durur. Baştan aşağı başıyla binayı süzer. (Efekt: Eminönü ve Karaköy’deki vapurların düdük sesleri, taşıtların klakson sesleri duyulur. Sonra gökyüzünde süzülen martılara kayar kamera, martıların iç paralayan cıyaklamaları duyulur.)

SAHNE 26 / İÇ/ MUAYENEHANE ODASI

(Efekt: Sadece hüzünlü bir müzik çalar.)
Mustafa doktorun muayenehane odasında bir koltuğa oturmuştur. Omuzları hafif sarkık, başı öne eğik doktoru dinler. Doktor ayakta bir ileri , bir geri yürüyerek Mustafa’ya bir şeyler anlatır. Ama seyirci Mustafa’yla doktorun konuştuklarını duymaz. Müzik çalmaya devam eder. Her şey görsel olarak devam eder. Doktor konuşmaya devam ederken, Mustafa başını kaldırır, gözlerini doktora diker, sonra acıyla gülümser. Yerinden kalkar. Çıkış kapısına yönelir. Doktor arkasından, “Çok üzgünüm.” Der. Bu duyulur. Son sahneye geçilir.

SAHNE 27 / DIŞ / AKŞAM /İSTİKLAL CADDESİ / TÜM ŞEHRİN IŞIKLARI YANMIŞ

Tarihi, kırmızı İstiklal tramvayı dış kapılarına çocuklar asılmış olduğu halde, ziller çalarak, İstiklal’in ortasından geçerken görülür. (Müzik çalar.) İstiklal’de yürüyüşe çıkmış insanların yüzleri yansır objektiften. Kafelerden, kitapçı ve sinemalardan sokağa çıkar insanlar; insanlar binalara girer.
Kamera İstiklal’i dolaşır. Sahne 4 ve 5 te görülen iki sevgili İstiklal’de yürürken görülür. Delikanlının elinde bir kitap vardır. Sayfaları açıktır, ayakta kitaba bakarak sevgilisine bir şeyler okur. Kız adama güler, adamın dudaklarından öper.
Editör (Mustafa’nın editörü) yanında yakışıklı bir çocukla yürürken görülür. Editör genç adama bir şeyler anlatarak güler. Elinde bir kitap vardır.

Yakup, Selma, ve Kemal yürürken aynı anda bir kitapçı vitrininin önünde dururlar. Selma başını vitrine dayar. Vitrinin tam ortasında siyah kapaklı bir kitap vardır. Kitabın ortasında belirsizliğin simgesi beyaz bir kapı sonsuzluğa açılır. Bu kapıdan silik bir gölge içeriye adım atar. Kitabın üzerinde beyaz punto harfler: “BEN ÖLDÜĞÜMDE” -Mustafa Düşkün’nün anısına-
Kemal elini gözlerine götürür. Göz yaşlarını siler. Selma başını Yakup’un omzuna yaslar. Yakup Selma’ya sarılır. Selma ağlar.
Kemal içeri girip elinde Mustafa'nın bir kitabı olduğu halde dışarı çıkar. Kitaba ismini veren şiiri bulur ve yüksek sesle, yutkunarak okur;

"Ben öldüğümde hiç birşey değişmeyebilir
Değişebilirde dünya
Bütün bunlar umurumda değil.
Ben öldüğümde siz olmayacaksınız yanımda
Ben de sizin yanınızda olmayacağım.
O zaman bu şapkayı çıkarıp atacağım balıklara.

Yaşamak hep güzeldi.
Yaşamayı sevdim.
Bir çok kadın ve daha pek çok şeyi sevdim.
Epik kahramanlar gibi tuttum hayatın yakasından
Onu bir düşman gibi silkeledim
Silkelendikçe ben silkelendim
Kirlerimi bilmiyorlar, hep siyah giydim
Dünyayı orospu bir kadın gibi sevdim
O herkese karşılıklı karşılıksız verdi
Bu yüzden onu bir düşman belledim.
Düşman ve sevgili...

Ben öldüğümde siz yaşamaya devam edin
Sabah kalkın ışıkları yakın
Sokak lambalarını söndürün
İşe gidin, okula gidin, evlenin boşanın
Çocuklarınız olsun boy boy, onlarda sevişsin çoğalsın
Borsa yükselsin, Marmara alçalsın, yeni buluşlar bulun
Bilime inanın, Tanrı'ya inanın, para da güzel
Güzel şeyleri sevin
Ama güzel şeyleri sevin
Ben öldüğümde siz cenazeme gelmeyin.
Ben yaşarkende yalnızdım."

Fonda çalınan müzik biter, canlı bir müziğin melodisi duyulmaya başlar. Yeşim Salkım’ın yorumladığı şarkının giriş melodisi duyulur. Kamera Odakuleye doğru yaklaşır. Gitarist, mızıka üfleyen adam ve kırmızı saçlı solist kız görünür. Etraflarını hafif bir seyirci kitlesi sarmıştır. Genç kız soloya girer: Şarkı çalmaya devam ederken yazılar akmaya başlar:

“Son bir sigara daha yak, öyle git gideceksen...
Ne olur yavaş iç, yavaş iç; dönmeyeceksen...”

-Sahne kapanır-

Diğer Yazıları