Ardısıra yürüyorum. Kendini ususl bir yürüyüşe kaptırmış gidiyor. Nereye gittiğini bilemiyorum. Adımlarında uçarı bir acelecilik, sekişinde bir hafiflik, sabahın bu erken saatinde yüreğinde duyduğu coşkuya eşlik eden bir yürüyüş tutturmuş. Yüreğinin onu kapıp götürdüğü bir yere gidecek. Kendimi göstermeden adımlarımı hesaplayarak izliyorum ben de. Havanın ılıklığına aldanmadan, gömleğimin üst düğmesini kapatıyorum. Sabahın nemli serinliği, köşe başlarında yüze vuran rüzgâr, sakınmasız yakalayabilir bedenimi. Bir elim gömleğimin yakasında, yavaşça dönüyorum köşeyi. O güzleri yukarlarda, gözkyüzünde bir yay çizerek ilerleyen kuş sürüsünü izliyor. Biliyorum, böyle zamanlarda aklından çılgınca şeyler geçer, en hafif deyimle çocukça şeyler. Genç bir kadın olduğuna aldırmadan, sabahçı kahverilerine gitmek, kıyıda şarap için balıkçılarla söyleşmek, bir yükseltiye otururp kendisine bakanlarla aldırmadan gözleriyle denizin ufuk çizgisini yakalamak. En kötüsü, geniş caddelere, kalabalıklara karışıp, bilinçsiz bir nokta olarak savruluşu. Sanki düşteymiş gibi kendini kalabalığın akışına bırakması, pasajlara, pasajların içindeki dükkânlara bir gölge gibi süzülüşü. Sergilenen her nesneye elleriyle dokunmak, onların ruhunu hissetmek istemesi. Onu izlerken en korktuğum durumdur bu. Başı ve sonu belli olmayan bir kalabalığın parçası olması. Aldırışsız, akıl süzgecinden geçirmeden, yüreğinin ardısıra gideceği günler hep böyle yapar. Gözlerindeki siyahları çoğaltır, saçlarını düzensiz bir salınıma bırakır. Benim onu izlediğimi bile bile, bir denetleme duygusuna aldırmadan, kaçıp uzaklaşır evden. Dudaklarında bir şiir dizesinin henüz dökülmüş sözcükleriyle, sözcüklerin ardında bağlantılar arar. İstediği sesi, dizeyi bulana dek eve dönmez. Bazen tek sözcüğün peşinde sabahladığı, kimi kez biten şiirleri eskiteceği konuşmalarla dolaştığı olur, oradan oraya.
Oysa, Onun yaşamımıza kattığı savrukluğu dengelemeye çalışmak, beni ne kadar yoruyor bilmiyor, onun kalabalıklar içindeki yitişini izleyerek savunmasız kalışım, yaşamımızı iyice içinden çıkılmaz bir duruma getirmesini önleme çabam, hep bundan. Öyle sorumsuz bir dağınıklığı yaşıyor ki, tüm gücümle onun dengesini yitireceği an’ı önceden bilebilmek ve gelebilecek tehlikeleri engellemek istiyorum.Hele nesnelere dokunurken kapıldığı esriklik, onlara karşı duyduğu o düşsel yakınlık duygsu ve birer kişilik yakıştırmadaki cömertliği... Biliyorum ki, benim adımlarımın, akıl kontrolündeki kararlılığı, yaşam karşısında büsbütün dağılıp çözülmemizi önlüyor. Ama O, bütün çabalarıma, koruyucu ataklığıma, gereken saygıyı göstermiyor. Geniş hoşgörüme karşı sabrımı taşıracak noktayı zorlamaktan kaçınmıyor. Evden çıkışındaki o ürpertici acelecilik, giyinişi ve makyajındaki abartılı aldırmazlık, Onu uyardığım konularda davranışlarıyla belirttiği inatlaşma ve önüme beni, böyle hiçe sayan yürüyüşü. İzi, durağı, bütünlüğü olmayan yolları güvenilir bulmadığımı, amaçsız davranışların insanları yanıltacağını, söyledim ona. Beraberliğimizi yitirdiğimizde nasıl dağılıp parçalanacağımızı bilmiyor. Ayrı yollarda nasıl çaresiz, bir başına kalacağımızı, eksik ve anlamsız bir dünya yaratacağımızı... Ben de, sorumluluk duygusuyla, inceleyen, yorumlayan aklın, insan davranışlarına kattığı ölçülülüğü hatırlatıyorum ona. O buna aldırmasa da, işte böyle arkasından yürüyorum. Onu, yaptıkları ve düşündükleriyle, her an yüz yüze getirecek bir hesaplaşma içinde tutuyorum aramızdaki mesafeyi; ne daha çok ne daha az. Onu görebilecek ama adımlarını durdurmayacak bir denetimi sürekli kılmaya savaşıyorum.
Ama bugün, o hiçbir denetlemeyi evetleyecek durumda değil. Ardısıra gittiğimi bile bile, benden kaçıp kurtulmak, uzaklarda, anımsanamayacak bir anı olarak bırakmak istiyor. Kimi zaman bunu tam başaracakken, beni artık ayrımsayamayacağım bir noktada bırakabilecekken, içinde kabaran dönüp bakma, beni anlama isteğine yenildi. İşte karşıdan karşıya geçişinde, kararlı bir gözden kaybolma çabası, adımlarında benden kurtulup, özgürleşme heyecanı. Belli ki bugün benim soluğumu tümüyle unutmak istiyor. Birlikteliğimize, birbirimizden ayrı kalarak da yaşayabildiğimiz beraberliğimize bir son vermek istiyor. Şimdiye dek bu ilişkiye duyduğu saygının tüm ilmeklerini çözmek kararında. Karşı kıyıya bensiz geçecek, bütünüyle özgür kalacağı bir uzaklığa varmak amacı. Arayı ne kadar açarsa o kadar iyi, ayrılığı mutlaklaştıracağı bir bağımsızlığı özlüyor ve benim soğukkanlı gülüşümden kurtulacak. Ve ben onu göremeyecek, izleyemeyecek bir yerde kalacağım. Masamın üzerindeki kitaplara, sayılara, aklın aydınlk ilkelerine, çalışmalarına döneceğim. Ne var ki onun beni terketmesine izin vermiyorum. O ne kadar çabalasa da, geçip gideceği yolları, aykırı dizeleri, yüzünü pembeleştiren uçarılıkları göreceğim ve onun soludğu havanın dışında kalmayacağım.
İşte döndü, ardısıra bakıyor. Benden kurtulamayacağını anladı. Tüm çabalamamın birlikteliğimiz için olduğunu biliyor. Bu kez ben önde, O arkamda, acelesiz ve amaçladığı yeri bilen adımlarla yürüyoruz.
Evin merdivenlerini çıkarken durup yetişmesini bekliyorum ve anlayışla bakıyorum ona. Darmadağın çantasının içinde anahtarlarını aramasına vakit bırakmadan bulup çıkarıyorum hemen. Kapıyı açıyorum. Çalışma odasındaki masanın iki yanında duruyoruz. Masanın üzerindeki nesneler, birbiriyle ilgisiz, ilgisiz hatta çelişik bir yan yanalıkta; kalem açacağı, tarak, kehribar bir pipo, plastik gönye, akmaya devam eden kum saati, kalemler, çöpe atılmış bir heykel resmi, bisküvi kırıkları; şiir kitapları, bilimsel yayınlar... Ne çelişkili bir bağlantıları var ama ne kadar yakınlar birbirlerine... Tıpkı bizim gibi ama bir belirlenmişliklerimizi bir aşabilsek... O her zaman benden bir adım önde...
Ve ben aynaya baktığım her an, onu ne kadar çok sevdiğimi düşünüyorum, kalabalıklarda, yüz yüze geldiğimde bile...
(*)Sezer Ateş Ayvaz, Yeryüzü Taksimi, Cem Yay., İstanbul 2000, ss: 55-59