Menu
ATONALİTE
Öykü • ATONALİTE

ATONALİTE

Adanın merkezinden uzakta, yazlıkçıların henüz (b)ulaşamadığı o güzel koylardan biriydi. Engin Reis, dört metrelik ufak balıkçı teknesini sahile çekmiş, parlak yıldız yağmurunun altına uzanmış, neredeyse tanrıyı bile rahatsız edecek bir huzurla uykunun temiz ellerine bırakmıştı kendisini. Yanı başında boş şarap şişesi duruyordu.
Rüyasında küçülmüştü, küçük bir çocuk olmuştu Engin Reis. İskelenin ucunda oturmuş, sinek oltasıyla balık tutuyordu. İskeleden sadece kaya balığı, bazen de ispari yakalanabilirdi. Ama gene de çok severdi balık tutmayı. Her gün, kendisini tekneyle balığa çıkarması için babasına yalvarırdı. Ama babası istemezdi, kabul etmezdi, edemezdi.
Ufka bakıyordu Engin Reis. Hafif bir esintiyle ürperdi; ileride bir kadın belirdi. Annesiydi bu! Görebiliyordu; rahmetli annesi denizin üzerinden yürüyerek kendisine doğru geliyordu. Üzerinde çiçek desenli entarisi vardı, Engin Reis’in gözleri doldu. Günbatımının kızıllığı tüm gökyüzünü kaplamıştı.
Yanına geldiğinde annesi küçük Engin’i kucakladı, öptü, kokladı ve elinden tutarak onunla beraber denizin üzerinde yürümeye başladı. Biraz sonra, ileride bir sandal belirdi. Görebiliyordu; babasının teknesiydi bu. Anlamıştı; babasına gidiyordu. İçini kontrol edilmez bir coşku sardı. Annesinin elini bırakıp tekneye doğru koşmak istedi. Ama annesi buna izin vermedi. Tekneye yaklaştıklarında, bir kez daha küçük Engin’i kucakladı, öptü ve teknenin içine bıraktı.
Engin Reis babasını hayranlıkla izliyordu. Yaşlı balıkçı başını öne eğmiş, karmakarışık bir oltayı çözmeye çalışıyordu. Bir an duraksadı ve göz ucuyla oğluna baktı:
“Deniz,” dedi “en eski yalnızlıktır.”
Misinalarla uğraşmaya devam ederek:
“Ama reis adam, usta adam denizde yalnız olmadığını bilir. Reis adamın gözleri iyi görür, kulakları iyi duyar, ama o anlamaz adamdır; şarap içer, rakı içer...” diyerek sözlerini bitirdi. Dolaşmış oltayı çözdü, oltanın gamını aldıktan sonra mantara geri sardı ve küreklerin başına geçti. Balıkçı teknesi sahile doğru yol almaya başladı. Gün, alacakaranlığa dönüyordu.
İskeleye yanaştıklarında babası küçük Engin’i kucakladı ve iskelenin üzerine bıraktı. Bir süre oğluna baktıktan sonra tekrardan küreklerin başına geçti. Ufak balıkçı teknesi sahilden uzaklaşmaya başladı. Gözden kaybolana kadar iskelenin ucunda bekledi Engin Reis. Bağırmak istiyordu, ama bağıramıyordu. Yapamazdı; reis adam, usta adam güçlü olmalıydı, hep dimdik, çakı gibi...
Sesler duyuyordu Engin Reis. Pis sesler... Uyandı. Koyun girişinden bağırışlar ve gülüşmeler geliyordu. Son model bir sürat teknesinin içinde yazlıkçılar, zibidiler, kadınlar, kızlar, oğlanlar... Eğlence ve zevk sesleri... Denize atılan bira kutuları, anlayamadığı bir dilde söylenen şarkılar, bilmediği ritimler... Engin Reis sinirlendi. İçini kontrol edilemez bir öfke sardı. Yattığı yerden hızla kalktı, yanı başında duran boş şarap şişesini aldı ve seslerin geldiği yöne fırlattı. Sürat teknesine doğru hırsla koşmaya başladı.
(29 Nisan 2003)