Menu
AT VE RİKKAT
Öykü • AT VE RİKKAT

AT VE RİKKAT

Ahbaplık kurduğumuz bir ailenin ısrarlı davetiyle, Ege'deki şirin yazlığa hareket ederken, bilemezdim nelerle karşılaşacağımı.
Atlara meraklı oluşlarını bilmeme rağmen, yazlığın yanıbaşındaki çiftliği görünce şaşırmıştım. Oldukça emek verilmiş bu hara, biniciliğe sempatinin büyüklüğünü yetiyordu izaha. Küçük kızın eğitimi için getirilen genç rus güzelin varlığı da cabasıydı.

Üçbeş günde geniş seyrangâha alışan ben, daha çok toprak üstünde çıplak ayakla yürüyüp, yeşili doyasıya teneffüs ederek, doğayla yalın temasın özlemini gideriyordum. Hiç ata binmemiş, üstelik merak da etmemiş biri olarak, ders saatlerinde çit kenarından onları, özellikle büyüleyici rusun at üstündeki şahane duruşunu izlemek daha ilgi çekiciydi.

Hafta dolmadan, atlardan -yavru olduğunu öğrendiğim- birinin hastalık belirtileri konuşulmaya başlandı. Aile kendi arasında tartışmayı sürdürürken, mevzuya kulak kabartmadığım gibi, sıkıldığımı da itiraf etmeliyim.

Ertesi gün, akşam yemeği boyunca, kısrağın rahatsızlığı, veteriner ve tedavi olayı dışında hemen hiçbir şey konuşulmadı. Meseleye dair malûmatımın olmayışı, onları yalnızca dinlemekle yetinmemi zorunlu kılmış ve mahcubiyet duymaya başlamıştım. Bir iki gün sonra kaygıların yersiz olmadığı anlaşıldı; zira yavru atın yaşamı tehlikedeydi.

Gün henüz ağarmış, hane halkı da uyanmamışken, çevreyi turlayıp döndüğüm bir sabah, evin hanımını kederli halde çiftlikten çıkarken gördüm. Belli ki güne çok daha erken başlamıştı.


Soracaktım ki olup biteni, "Ana yüreği bu, kolay mı?" cümlesiyle donakaldım. O, kısraktan ziyade anne ata üzülmekte idi. İçimi parçalayan bu dialog, olayın vehametini asıl o an kavramama ve geri kalan günlerimi harada geçirmeme sebep oldu. Aralarında, günün pekçok saati atların yanında, onlarla birlikteydim artık. Gördüklerim karşısında yaşadığım, dehşetengiz bir sarsıntının çok ötesindeydi. Anne at, yavrusunu koruma içgüdüsüyle enteresan davranışlar sergiliyor, kimseyi ona yaklaştırmıyordu. Deliler gibi onu okşayışı, dövünürcesine kıvranışı, hele gözünden akıttığı yaş, evladını yitireceğini sezmiş bir ananın apaçık feryadıydı.
Son haftam, anne atın içinde bulunduğu hali derin bir elemle, ne yazık ki izlemekle geçti. İnsanı hayvandan üstün kılan ne çok özellik vardı sözde. Lâkin attaki şu şefkatin zerresine sahip olmayan ana'cıkların varlığını, doğurdukları yavruyu cami avlusuna, sokağa, çöp kutusuna terkedişlerini anımsadıkça kendimden geçiyordum. Bir at'ın, can tanesine o muhteşem bağlılığı karşısında, alıkoyamıyordum nice düşünceden kendimi ve daha muhasebeden.

Tatil günlerim bittiğinde buruk, şaşkın ve gözüyaşlı vaziyette ayrılmak zorunda kaldı aralarından. Uğurlanışımda, onların malûm üzgülerine, bana mutlu bir tatil sunamamış olmanın verdiği ezginlik eklenmişti bir de. Ettiğim tesellivari birkaç sözün, ne onlara ne kendime fayda etmediğinin bilincindeydim; öylece dönüp geldim.

Istanbul’da, ev-iş düzenindeki rutin akışa koyulalı günler olmuş, anne atın hali gözlerimden silinmemişti. Çok geçmeden, yavru atın öldüğünü, ertesi gün de anne atın yitirildiğini haber aldım. Yaşadığım şokun tarifi olanaklı değildi; günler, haftalar, aylarca dinmedi yüreğimin kanayışı.

Anne at şefkatini bırakmıştı geriye, hatıra misali, gözyaşını bir de.