1
Yine odalarımıza çekilmiştik. Bugün bütün eşyalarımızı toplamış, satılacak olanları satmıştık. Evi artık boşaltmaya hazırdık. Ama ben dört senemi birlikte geçirdiğim insanı terk etmeye hazır değildim. Bu kente geldiğimden beri yaşadığım acılarımdan, umutsuzluklarımdan, kederlerimden her seferinde kurtaran biriydi o. Kimi zaman susarak, kimi zaman bana bağırarak, kimi zaman da beni alıp uzaklaştırarak… Şimdi yatağımdan çıksam, odasına girsem, sarılsam boynuna, ağlasam… Bir dört sene daha yanımda olur muydu o zaman?
Saatler geçmek bilmiyor. Pencereyi açtım, bir sigara yaktım. Dört sene kaldığım bu kentin havası, yüzüme, ruhuma, kıyafetlerime işlemiş, onlarla birlikte sigaramın dumanını üflüyorum kentin havasına. Bu kenttin gökyüzünde bir yelkene yetecek kadar aklıktan, suyunda gölgesine yetecek kadar yeşillikten başka bir şey yok. Ben bu kenti değil içinde bulduğum dostluğu düşünüyorum. O şimdi uyuyup gecenin bir parçasını daha tüketiyor muydu?
Bu güzelim anın, uçsuz bucaksız göğe bir şafak dalgası boşaltmasını istemiyorum. Kolum kanadım yorgun ve aşkla bükülmüş gibi, boşu boşuna uykuyu arıyordum yatağın üstünde; gelmeyecek olan uykuyu bekliyorum. Ruhum sarhoş; kaygısızlık ve unutuluş korkusundan sallanıyor şimdi. Bu sarhoşluktan kurtulmak için yüreğime her defasında yalan söylüyorum. Ama bıkmıştım yalan söylemekten, şimdi kalkıp odasına gidip: “senden kaçtığımı sanırken her yerde seni buluyorum. Sanırım güç beğenir yüreğim yalnız seninle yetiniyor artık. Senin öğrettiğinin kusursuz olduğunu, her şeyden vazgeçişte seni bulduğuma göre, senden başka her şeyden vazgeçebilirim; senden başka etrafımda kim var ki?” demeliyim. Ama yapamadım şeytan içimde yadsıdı bu durumu… Yapamadım… Yatağa daha çok gömüldüm.
Bugüne kadar kendimi hep, bir konserde yanlış bir nota, bir tabloda gözle görünen bir leke gibi gördüm; bu yüzden belki de ondan başka kimseye bana bu kadar yakın değil. Ama ben kimsem o olmayı göze almıştım; bu yüzden belki de sadece o benim yanımda…
Perdemin arasından ayın soğuk geceleri ısıtan bir aydınlığı vuruyor yüzüme. Bu aydınlık yangın hissi vermişti bana ve bu ışığa ellerimi uzatmak istiyorum; beni alıp anneme babama götürecekmiş gibi. Onlar şimdi yanımda olsa, acaba ona yine bu kadar ihtiyaç duyar mıydım? Ben bu düşüncelere dalmışken kentin sessizliğine birilerin kahkahaları yayıldı ve ben ürküp, korkup, utanıp düşüncelerimi bir kenara fırlattım. Bütün düşüncelerim alt üst olmuştu; sanki fikirlerim değişmişti. Bu anda belki benden her şey yapılabilirdi.
Uyanıklık içinde bir rüya görmüş gibi silkindim. Aynı gündü, aynı yerdeydim. Bir an da kaldığım yerden yaşamaya başlamak… Birkaç saniye eski hatıralarıma mı nereye olduğunu anlayamadığım bir yere gitmek… Sonra gün ışığından alınıp küf kokulu bir kuyuya atılır gibi, terk etmek üzere olduğum bu odada olmak… Ne kötü şey!
2
Bugün oldukça yorulmuştum. Akşam olduğumda hemen yatmak istiyordum. Bütün işlerimizi halledip eve geldiğimizde hiç konuşmadık. Odama girdim; yatmaya hazırlanıyordum. Yatağımda bütün yorgunluğumu bırakıp sabahki yolculuğuma hazır olmak için bir an önce uyumak istiyorum.
Yatalı epey olmuştu. Ama neden hala uyuyamıyorum? Acaba o uyumuş muydu? Neden şimdi onu düşünüyorum ki? Onunla anlatmaya değer şeyler yaşamamıştık. Kendimizi bu kentin altında, akacağını düşünmediğimiz bir zamanda bulmuştuk. Ben buraya gelirken kendime sınırlar çizmemiştim. Onunla ben, sadece aynı zamanda buraya itilmiş herhangi iki insandık. Ben aslında mutlu olmasını bilen ve bu yüzden de hayatımın genelini muhtemelen yalnız geçirmeyecek biriyim. Gene de, kaç kez, bir sevinci dalından koparmak üzereyken, birdenbire sırt çevirdiğim çok olmuştu. Şimdi neden onu düşünüyorum yoksa ona acıyor muydum? Yok hayır!
O umudu tükenmiş insanlara benziyordu, buraya ilk geldiğinde. Açlıktan ölen, ama gene bir şey istemeye boyun eğmektense, ölümü yeğ tutanlara benziyordu. O, bende aslında bir iç bahar yaşıyormuş gibi geliyor bana; yolumun üstünde rastladığım bütün yansımalar, bütün belirişler, bütün çiçekler onun yankılarıymış gibi geliyor. Öylesine yakıcıydım ki coşkumu başkalarına sigaramın ateşini verir gibi geçirebilirdim, coşkum da böylece daha çok alevlenir sanıyordum. Her türlü külü silkiyordum üzerimden. Bu duyguları içimde yaşatan onun bana her ihtiyacında yanında olmamdı muhtemelen.
Bu uykusuzluk daha ne kadar sürecekti? Yorgunluğum, bu düşünceler ormanında benden ayrılmayacaktı. Yatağımdan kalktım; penceremden dışarıya bakıyorum. Karşı evin penceresinde onun, beyaz yüzünün yansımasını görüyorum; adeta cam kırıklarında oluşmuş gibi sigarasının ateşiyle yanıp yanıp sönüyor. Penceredeki yansıması onunla geçirdiğim dört seneyi bir film şerdi gibi geçiriyor gözümün önünden; onunla geçirdiğim her anıyı hatırlatıyor… Fakat bu hatırlayışta hayatında bir daha böyle bir insan bulamayacağımı görüyor gibiydim.
Pencereden ayrıldım. Odamın kapısına geldim onun yanına gideceğim bir şeyler söylemek için. Ama elim kapının tokmağına bir türlü gitmedi. Aklıma gülünç bir şey gelmiş gibi yüzümde bir gülümseme oluştu ve geri yatağıma döndüm.
Aslında onun yanına gidip: “Sütten kesilmiş bebek annesinin göğsünü itmekle nankör olmaz. Süt değildir ona gereken. Arkadaş, sen de yiyeceğine, imbikten geçirilmiş sütünde aramaya boyun eğme artık. Dişlerin var unutma! Gerçekte bulursun artık seni besleyecek şeyi. Yiğitçe, çırılçıplak, doğrul olduğun yerde; çatlat kabuklarını; desteklerini, elinden tutanları uzaklaştır kendinden; büyümek için mutluluklarını ara dört bir yanda…” demeliydim. Ama kapıya geldiğimde bir an da güçsüzleşmiştim; bütün cesaretim sanki açık penceremden çıkıp kentin sessizliğine yayılan kahkahalara karışmıştı.
1 ve 2
Sabah erken uyanmıştık. Kahvaltı yapmadık; belki de içimizdeki ayrılık acısını, hüznünü daha fazla arttırmamak için. Evden son kez çıktık anahtarları ev sahibine teslim edip kentten yavaş yavaş uzaklaşmaya başladık. İstasyona geldiğimizde ikimizde yorgunduk, ayaklarımız ayrılık noktasına varmak istemiyor gibiydi. Gelene kadar ağzımızdan hiç sözcük çıkmadı.
Trenin gelmesine çok az bir süre kalmıştı. Dağılmakta olan sabah sisi banklarda oturup, treni bekleyen insanları hayal meyal gösteriyordu. Birazdan o binip gidecekti bense ondan yarım saat sonra gelen ve ters yöne giden trene binecektim. Şimdi bu son gidişte acaba yolcu olmak mı daha zordu yoksa yolcuyu uğurlamak mı?
Yüzündeki ifade sanki dört yıl daha, bir dört yıl daha olsa diyordu. Fakat soramadım…
Treni gelmişti. Kalabalığın içinden o, vagonuna binmeye çalışırken ben çaresizce ona bakıyorum. Bu ana daha fazla dayanamadım ve oradan ona bir şey söylemeden uzaklaştım. Trenin yanından sanki sadece bedenimi ayırabilmiştim, ruhum oraya mıhlanmıştı sanki. Ona ardından el sallayacak gücü kendimde bulamamıştım. İstasyonun onu gören tenha bir köşesine çekildim ve bir sigara yaktım. Şimdi dört senelik dostluğumuzu benden ayıran mı yoksa bu dostluğu daha da sağlamlaştıran mı ne olduğunu anlayamadığım gidişe el sallıyordum…