7.Edebiyat mevsimi, şimdiye kadar izleyici olarak katıldığım en güzel edebiyat mevsimi idi. Konu itibariyle dergileri işliyor olmalarının da bunda büyük payı olmalı. Edebiyata, sanata yakın duruşumuz, kültürel etkinliklerin İstanbul’da daha yoğun gerçekleşiyor olması bizim için büyük avantajdı kuşkusuz. Bu imkânların bu yıl Sultanahmet’te TYB’nin İstanbul şubesinin bulunduğu o güzel medresede bizi buluşturması, önümüze kaçırılmayacak bir fırsat olarak çıkmış oldu. Bir hafta boyunca açılıştan itibaren bütün programları baştan sona büyük bir dikkatle izleme imkânı bulduk. Bazı programlarda not tutmaya çalıştıysam da yetiştiremediğim için bir şey yazamadım ne yazık ki.
Her güne 4 ayrı oturum planlanmış. Bazı oturumların biraz uzaması bir sonraki oturumu izlemeye gelenleri sevindirdi; zira ucundan kıyısından da olsa bambaşka bir atmosferi salondaki sanatseverlerle beraber soluma imkânı buldular. Burada her gecikme ve uzamanın bir avantaja dönüştüğünü gördüm. Çünkü görebildiğim kadarıyla gelen izleyicilerin büyük çoğunluğu gençlerden, dikkatli, ilgili edebiyatseverlerden oluşuyordu. Hiç tereddütsüz, geçen yıllara göre edebiyat mevsimi daha genç ve coşkuluydu. İzleyicilerin gençlerden oluşmasının, bu coşkuyu beslediği muhakkak.
Bu kadar söz yeter deyip, Sezai Karakoç paneli çerçevesinde düşüncelerimi ifade ederek izlenimlerimizi aktarmaya devam edelim..
7.Edebiyat Mevsimi programı yayınlandığında en çok izlemek istediğim programlardan birinin üzerini Sezai Karakoç paneli olarak çerçevelemiştim. TYB İstanbul Şubesi Başkanı Mahmut Bıyıklı’nın moderatörlüğünde başlayan panelin konuşmacıları Prof. Dr. Turan Karataş ve Yüksel Kanar idi. Şimdiye kadar Sezai Karakoç’la ilgili pek çok program yaptığını kaydeden Mahmut Bıyıklı, buna rağmen bu tür programlara devam edeceğini belirterek Sezai Karakoç’un genç nesillerce tanınması açısından bu tür çalışmaların artarak sürmesi gerektiğini söyledi. Bıyıklı, daha fazla gencimizin, Sezai Karakoç’u ve Diriliş dergisi etrafında mayalanan fikriyatı tanıması ve okumasını sağlamak açısından bu tür etkinliklerin önemli olduğunu vurguladı.
Prof. Turan Karataş, Sezai Karakoç üzerine çalışma yapmasının kendisini fevkalade beslediğini ifade ederek, onu okumakla diriliş ruhunu daha iyi kavrama, soluma imkânı bulduğunu ve beslenme kaynaklarının zenginleştiğini söyledi. Sezai Bey’i bürosunda birçok kez ziyaret ettiğini, onun sürekli düşündüğünü, büyük bir sanat ve fikir adamı gibi sancı duyduğunu kaydederek, bu büyük şairi çoğu kez önünde bir gazete ve okuduğu bir haber üzerinde düşünürken müşahade ettiğini vurguladı. İslam âleminin perişan haline üzülen, ona çözümler üretmek isteyen, sürekli bu meselelerimiz üzerine kafa yoran bir naif bir dava insanı görüyordum’ dedi.
Diriliş dergisinin yayımını güçlükle sürdürmesine rağmen Sezai Karakoç’un dergiyi yayınlamak konusunda ısrarlı olduğunu; çünkü Diriliş dergisinin bir mektep özelliği taşıdığını, oranın bir buluşma ocağı olduğunu kaydederek bugün edebiyat dünyasında bulunan pek çok yazarın ya dergide yazdığını veya bir şekilde o atmosfere temas ederek oradan beslendiğini söyledi. Edebiyat dergilerinin heyecanını duymadan, edebiyat dergilerine uğramadan edebiyatı sevemezsiniz, ilk kalp atışları orada başlıyor diyen Karataş, Diriliş dergisinin bu manada her zaman gençlerin yol almalarına imkân sağladığını söyledi. Diriliş Dergisi şayet çıkmasaydı bugün edebiyat dünyasında var olan isimlerin daha az beslenmiş olarak var olabileceklerini ifade eden Karataş, derginin bu açıdan bereketli bir kapı, bir ocak olarak önem taşıdığını söyledi.
Prof. Turan Karataş, Sezai Karakoç’un dünyayla bir işi olmadığını bu yüzden dünyaya ait en küçük bir kaygı duymadığını çok açıklıkla söyleyebileceğini ifade ederek şöyle konuştu: “Sezai Bey bir yazısında der ki, “Ben dünyaya kazara gelmiş bir kazazedeyim. Aslında Sezai Bey’in dünyayla bir işi yok. Dünyaya ait bir ödevi var, o ödevi yapmak için dünyayı nasıl kullanacağını biliyor ve bunun için dergi çıkarıyor, kitap yayınlıyor, yayınevi kuruyor, bunları bir ödev olarak kabul ederek yaşıyor. Diriliş kendisinden sonra gelen dergilere önderlik yapmıştır. Arkasından gelen dergiler Diriliş ışığını takip etmişler, Diriliş adeta bir besleyicilik görevi ifa etmiştir. Bunun da altını çizmek gerekiyor”.
Yüksel Kanar da Sezai Karakoç’un İslami hassasiyet taşıyan yazarların en orijinali olduğunu kaydederek, insanın yaşlandıkça eskidiği, düşünceleri çürüdüğü halde Sezai Karakoç’un yaşlandıkça kendisini yenilediğini söyleyerek, O’nun sürekli yenilenen, sürekli diri olan bir sanatçı olduğunu ifade etti. Üstadın dergi çıkmadığı vakitler yazmadığını, hiçbir yardım ve desteği kabul etmediğini, dergisi çıkmadığında başka bir mecraya yazı yollamadığını; fakat bu dönemlerde konuştuğunu belirten Kanar, sadece sanat edebiyatla ilgili değil, içtimai, felsefi, siyasi bütün alanlarda konuştuğunu ifade ederek şunları söyledi: “Bir söz vardır söylenmesi gereken. Elbette dergimiz olsa, gazetemiz olsa orada söylesek daha iyi olur; ama ben söylenecek olan sözü söylüyorum, görevimi yapıyorum diyor üstat söz konusu konuşmalarıyla. Yaşı sekseni geçmiş olmasına rağmen başlangıçtaki dirilikte gündemi takip etmektedir.”
Sezai Karakoç’un kapısının daima ve gelen herkese açık olduğunun altını çizen Yüksel Kanar, gelenlerin en basit sorularına bile çok anlamlıymış gibi ciddiyetle cevaplar verdiğini, bu özelliği ile çok kibar ve nezaket sahibi bir insan davranışı sergileyerek örnek insan olduğunu ifade etti.
Dergilerin belli bir düşünceyi açıklamak, yaymak için çıktığını belirten Kanar, Sezai Karakoç’un da Diriliş dergisini bu amaçla çıkardığını fakat tamamen öz sermaye ile yayın yaptığını, asla hiçbir yerden yardım kabul etmeden doğrudan kendi imkânlarıyla yayın yaptığını söyledi.