Evden çıkarken yanıma Hamit Can'ın "Derbesiye Günleri"ni aldım, Cuma namazından sonra caminin yanındaki kafeteryada oturup okurum, sonra hakkında bir şeyler yazarım diye.
Perşembe akşamı Vadi Kitabevi'nde Ziya ağabey hediye etmişti.
Arka kapağındaki şu satırlarla mest olmuştum:
"Yazdıkça beni bir heyecan sarıyor. Kalb atışlarım hızlanıyor. Nefes nefese kalıyorum. İçim, med-cezire tutulmuş, inen-çıkan, çekilen-kabaran denizden farksız. Hafızam, şimşek hızıyla parlayıp sönen hayallerle dolup taşıyor. Zihnim, anıların akınlarıyla allak-bullak. Gözümün önünden binbir renkli resimler akıp gidiyor.
"Derbesiye, sanki bir varmış, bir yokmuş. Tarihin herhangi bir noktasında birileri bize bir masal anlattı. Biz de tatlı tatlı dinledik... Kuş cıvıltılarını dinledik. Hoş sesleriyle dinlendik. Hafif ve serin esinti, yüzümüzü gülümsetti. Güneşin altın sarısı ışıkları selamladı bizi. Duyduk. İçimizde, dışımızda bir dinginlik. Yüreğimizde bir ferahlık ki, sormayın..."
Namazdan çıktım, kafeteryaya geçtim, daha kitabı elime almadan o haber geldi.
Hamit Can ölmüş.
İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn.
Onu her görüşümde, ismini her duyuşumda veya okuyuşumda esenlik hissederdim; içimde, dışımda bir dinginlik; yüreğimde bir ferahlık ki, sormayın...
İlk defa içim daraldı.
İsmiyle-cismiyle CAN ağabeyimi kaybettim.
Rüya gibi, masal gibi güzel bir adam ayrıldı aramızdan.
Allah ganî ganî rahmet eylesin.
Mekânı cennet olsun.
Melekler onu alnından öpsünler.
Bir varmış, bir yokmuş...
Sanki birisi bize bir masal anlattı, biz de tatlı tatlı dinledik...
(YENİ ŞAFAK, 13 ŞUBAT 2010)