Muhammet ALTAYTAŞ ile Emir Hüseyin YİĞİT’in günümüz okurları için hazırladıkları Murad-ı Nakşibendî’nin Pend-i Attâr Şerhi, BÜYÜYENAY Yayınları arasından çıktı.
TAKDÎM
Kütüphanelerin raflarındaki el değmemiş yüz binlerce klasik eserle aramızdaki mesâfe, kendimiz ve hakîkat ile aramızdaki mesâfe anlamına da gelmektedir. Lisânının, tarih ve kültür mirasının yüksekliği ve kıymeti bakımından dünyada en nâdide mevkii işgal eden bir milletin vârisi olan bizlerin, bundan yüz yıl önceki ilim ve sanat eserlerimizle, lise tahsîli, hatta yüksek tahsil görmüş olanlarımızın dahi irtibat kurmaktan, en basitinden dedelerimizin mezâr taşlarını okumaktan mahrûm olması, millet olarak düştüğümüz hali tasvîre kâfidir. Bir fert ya da milletin insanî ve irfânî seviyesi, lisânının seviyesiyle doğrudan alakalıdır. Bu nedenle yazı ve lisânımızdaki düşüş, fert ve millet olarak düşüşümüzün de işaretidir.
Söz konusu eserlerle irtibat meselesinde, onları latinize etmek ve sadeleştirmek akla gelen en makul ve kestirme yol gibi görünmesine rağmen bu usûlün isâbetli olduğu şüphelidir. Zirâ bu eserlerle onların seviyesine yükselme irademizi ortaya koymaksızın, kendimizi onların imlâsından, lisânından azâd etmek sûretiyle gerçekleştirilecek bir buluşma, pekâlâ söz konusu eserleri hali hazırda bulunduğumuz seviyeye düşürme ameliyesi olarak da değerlendirilebilir.
Öyle ise başta Kur’an-ı Kerim ve Hadîs-i Şerîfler olmak üzere, hayat kaynağımız olan ilim ve kültür mirasımızla buluşmanın sıhhat şartı, metinleri seviyemize indirmekten ziyade, onlara doğru yükselme irâdemizi ortaya koymaktır. Kanaatimizce bunun da ilk ve en önemli adımı Türkçe’mizi ve yazımızı kazanmaya dair sa’y ü gayretimiz olacaktır. Öyle ise metinleri hal-i hazırdaki imlâ ve lisâna yaklaştırmaya müteveccih çalışmalar, o metinlerin seviyesine doğru derûnumuzda bir iştiyâka, fiiliyatta ise gayrete vesile olmuyorsa, bu çabaların terakkîye değil metinlerin tüketilmesine, böylece hebâ edilmesine vesile olması ihtimali gözden uzak tutulmamalıdır.
Bu umut ve kaygılar arasında yeniden yayına hazırladığımız Murad-ı Nakşibendî’nin Pend-i Attâr Şerhi’nin (Bizim esas aldığımız metin şudur: Mehmed Murad Nakşibendî, Kitâb-ı Mahazar, şerh-i alâ Pend-i Attâr, İstanbul:1304; Matbaa-i Osmaniye) “Matba’a-i Osmâniye” tarafından yapılan tab’ının başında ifade edildiğine göre, Pend-i Attâr güzîde nüshasının bir sahih nüshası elde edilerek, adı geçen merhûmun Mahazar’ında mevcut olmayan beytler o nüshadan sırasıyla ilâve edilmiş, şerhleri ise İsmâîl Hakkı merhûmun Pend-i Attâr Şerhi’nden alınmıştır. Bizim yayına hazırladığımız metinde sözü edilen bu ilâve beytler, “ma’nâ-yı beyt budur ki…” ifadesiyle başlaması ve sonundaki (İsmaîl Hakkı) ilavesiyle diğerlerinden tefrik edilmektedir.
Söz konusu bu eseri sadeleştirmeden latinize ettik, ancak gerekli gördüğümüz bazı kelimelerin anlamlarını dipnotlara ekledik. Pend-nâme’nin beytlerinin Farsça orijinallerini ve şerhteki köşeli parantezler arasındaki beytlerdeki Farsça ibârelerin kelime ve gramer yapılarına dair izahâtı metnimize dahil etmedik. Şârih kitabında âyetleri, orijinal şekliyle fakat Kur’an-ı Kerim’deki yerini işaret etmeden zikretmiştir. Biz âyetleri tahrîc ederek dipnotlarda gösterdik, âyetlerin metindeki yerlerine Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın meâlinden istifâde ederek meallerini koyduk. Yine şerhte geçen hadîs-i şerîfleri, bazı Arapça ifadeleri ve Farsça beytleri kendimiz tercüme ettik. Hadîslerin çoğunun kaynaklarını tespit etmemize rağmen bazı mülâhazalarla bunu dipnotlarda göstermeyi tercih etmedik.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla, hadîs-i şerîflerin bir kısmı Kütüb-i Sitte’de yer almakta, bir kısmı mutasavvıfların eserlerinde sıkça zikrettiği meşhûr hadîslerden oluşmakta, kalanı ise daha ziyâde, Taberâni, Aclûni, Suyutî, Beyhâki, Dârimî, Gazzâlî gibi müelliflerin hadîs mecmuâlarında/eserlerinde yer almaktadır. Bilindiği üzere İslâm geleneğinde hadîslerin, gerek metin gerekse sened tenkidi üzerinde hassasiyetle durulmuş, bu hususta tarih ilminde dahî eşi benzeri görülmemiş usûller geliştirilmiştir. Son birkaç yüzyıldır Batı kökenli bilgi, bilim, kültür ve medeniyetin yoğun etkisi/baskısı altında, bilhassa hadîslerin sıhhatine karşı, bu defa farklı sâiklerle, yeniden bir sorgulama faâliyeti zuhûr etmiş; bir taraftan sadece Kur’an-ı Kerim’e vurgu yapılırken diğer taraftan hadîslerin sıhhati ile ilgili genel bir şüphe uyandırılmaya çalışılmıştır. Kanaatimizce modernlik ve onun insana verdiği şekli, İslâm itikadınca hakkıyla teşhis edip değerlendirmeye muvaffâkiyet kesbetmedikçe, Müslümanların modern dönemdeki hadîs sorgulamaları/ayıklamaları hayra müteveccih sonuçlar tevlîd etmeyecektir. Kanaatimizce, yüzyıllardır Müslümanların itibar ettiği, mûteber âlimlerin eserlerinde yer verdiği, dilden dile aktardığı, amel ettiği hadîslerin tamamı, Kütüb-i Sitte’de yer bulsun ya da bulmasın, Müslüman hayatının ve şahsiyetinin bir yapı taşını oluşturmuştur. Dolayısıyla modernlikle mâlul aklımızla anlamakta ve hayatımızda yer bulmakta güçlük çektiğimiz hadîs-i şerîflerin itibardan düşürülmesi, aslında Müslümanın şahsiyet binâsındaki tuğlaların bir bir yerinden sökülmesi ve böylece onun şahsiyet yapısının/hayatının parçalanmasına vesile teşkil edecektir.
Öte yandan mutasavvıfların hadîs usûllerinin kendine mahsus bir takım özelliklerini de göz önünde bulundurmak gerekir. Zirâ tasavvufta rivâyet/senet yanında keşf de hadîsin subût yollarından biri olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, “Küntü kenzen…, Men arafe nefsehu…, en-Nâsu niyâmun… ” gibi pek çok hadîs-i şerîf rivâyet bakımından tartışmalı olmalarına rağmen Tasavvufî dünya görüşünde merkezi bir yer işgâl etmektedir. Dolayısıyla eserdeki hadîsleri kendi usûlümüze göre bir sınıflandırmaya tâbi tutmanın sözünü ettiğimiz sakıncaları yanında, âlim ve ârif bir zat olan şârihin eserine hürmetsizlik ma’nasına geleceği ihtimalini de göz önünde bulundurduk. Zirâ şârih eserinde bazı hadîs-i şerîflerle ilgili, “mevzûdur diyen ulemâ-i gâfilînin hezeyânına iltifât eyleme. Nitekim ba’zı ârifîn buyurmuşdur” diyerek adetâ bu hususta bizi uyarmıştır.
Şârihi bir mutasavvıf olmasına rağmen bu eserin muhtevâsını, tamâmıyla tasavvufun kendine mahsus kavram dünyasının ve felsefesinin şekillendirdiği söylenemez. Müslümanın itikadına, ahlâk ve şahsiyetine dair yüksek hakikatleri şârih, büyük bir ilim, irfân ve mahâretle; doğrudan âyet ve hadîslere, peygamber kıssalarına, sahabe hayatlarına, ilim-irfân tarihimizin ulularına atıflarda bulunmak sûretiyle, sâde ve mütevâzî bir uslûbla ortaya koymaktadır. Bu yönüyle de şerh, Attâr’ın Pend-nâme’sine muvâfık olarak, avâm/havas okuyan/işiten herkesin kısmeti nispetinde nasib-dâr olacağı kıymetli bir eser olmuştur. Özetle Mâhazar şerhi bize, modernliğin aslımızdan, sıhhatimizden, şahsiyetimizden alıp götürdüklerini hatırlatmakta, neyi kaybettiğimizi bütün yalınlığıyla, adetâ “yüzümüze vurmaktadır”.
Eserin hazırlanması hususunda bizi teşvik eden ve neşrini üstlenen Mustafa Kirenci ve Büyüyenay Yayınları’na şükranlarımızı sunarız. Çalışmamızdaki muhtemel hata ve noksanlar dolayısıyla afvımızı umar, eserin hayra vesile olmasını temenni ederiz.
Eylül 2012-Çengelköy
Muhammet ALTAYTAŞ-Emir Hüseyin YİĞİT