Ahmet Kekeç kimdir?
Birden, Ahmet Kaya’nın o şarkısı geldi aklıma; Koçero kimdir? ” Sağcısına sorarsan… solcuya sorarsan… devlete sorarsan…” diye devam eden müthiş bir lirizm çıkar karşınıza. Bir eşkıyanın bitimsiz hikayesi capcanlı durur karşınızda.
Ahmet Kekeç kimdir?... Google sorarsan, bir gazete yazarı, merkez medyaya sorarsan; kavga etmekten haz duyulan mert bir düşmandır. Engin Ardıç’a sorarsan, Ahmet iyi adamdır. Sanal sözlüklere sorarsan; aman hiç sormayın, coşarlar! Albayraklara sorarsan, Yeni Şafak’ın eski yazarlarındandır. Başbakana sorarsan; aman bana laf atmasın da… Sağcıya sorarsan; sormasak da olur. Solcuya sorarsan; keşke bizim mahallede olsaydı. Muhafazakara sorarsan; Ahmet’in yazıları niye mankenlerin sayfasında çıkıyor? İslamcıya sorarsan; abi seni de okumadık ya… Devlete sorarsan; valla adliyemiz her zaman hizmetinde. Edebiyatçıya sorarsan; abi bırak gazete yazılarını, devam et günlüklerini yayınlamaya. Askere sorarsan; sansürlenecek yazılar yaz da görelim! Çağdaş, laik, demokratik, darbecilere sorarsan; ya hu gericiler niye bu kadar akıllı hem de kara mizah biliyorlar… derler de derler. Hani bir fıkra var ya; derler, derler… diye biter. Sen yapmasan da yaptı derler.
Ahmet Kekeç, yukarıda yazılanların tümü ve hiçbiridir.
Malatya’dan İstanbul’a gelmiş yağız bir Anadolu delikanlısıdır her ne kadar yaşı 50’ye dayanmış olsa da.
Kavgacı, Dertli, Cesur ve Muzip
Kavgacıdır; günlük yazılarını okurken kavgaya girecekmiş gibi ceketinizi çıkarmadan, gömleğin kollarını sıvayıp, bağrınızı açmadan yazılarını okuyamazsınız.
İnsan canlısıdır; yanında otururken kendinizi bir dağ başında iki üç dostunuzla dünyadan kopmuş, arkadaşlığın her halinde hissedersiniz.
Dertlidir, Mavera'dan, Ramazan Dikmen’den, Cahit Zarifoğlu’ndan mülhem; Akif İnan’dan, Erdem Beyazıt’tan kopup gelen sana, bana, vatanıma dair kaygıları vardır.
Cesurdur; bir deli cesaretinden çok dünyaya gelen ademin hakkını savunan yanıyla “muktedir” olanlara kafa tutan bir yalnızlığı vardır.
Naiftir; bir gazeteden ayrılma anını tarikatından ayrılan derviş hüznüyle, bir bankın üzerinde sessiz gemi şiirini yaşarcasına idrak edip, kimseye laf atmadan bitirmiştir.
Harbidir; yazılarıyla kavgaya tutuştuğu muarızı kim varsa ‘Ahmet Kekeç gibi düşman nasip etsin Allah’, diye dua etmiştir doğan grubundan kurmay ağabeylerimize kadar.
Unutkan değildir; hatırlamanın en büyük erdem olduğunu bilen insanların o dingin ve ferah haliyle karşılar onlarca yıl görmediği insanları.
İyi öykücüdür; gazete yazılarını bağımlılıkla okuyan birçok okuyucusu bu yönünü bilmedikleri gibi; edebiyata bu denli muhib olan Ahmet Kekeç’in bir öyküsünü dahi okumamışlardır.
Yağmurdan sonra da iyi şeyler olacağını, sel gider kum kalır, diyerek hatırlatan o erdemli ve ihtiyar adamların havası vardır lisanında.
Son İyi Şeyler diye bir öykü kitabıyla Türk Öyküsü içerisinde anılacak kadar net bir öykü dili vardır. İyi şeylerin sonunun gelmediğini de ironik biçimde satır aralarında yakalarız.
Kanamalı Bir Haydut
Kanamalı bir hayduttur.-Bu tarifimden dolayı inşallah üzülmez; zira, bu camia içerisinde mizah gücü en yüksek ağabeylerimizdendir.- Haydutluğu büyük haydutlara karşıdır; mahallenin dul, yetim, garip, fakir ve de hakları elinden alınan delikanlı ve delikanlı kızlarına karşı değildir.
Uzun bir zaman geçti muhabbetin üzerinden. O vakitler dava üzerine dava açılıyordu yazılarından dolayı. Birçoğunda da suçlu bulunuyordu kimseyi katletmeyen “fikirlerinden” dolayı. Şimdilerde de aynı. Ahmet ağabeyde değişen bir hal yok; yine dul ve yetimin yanında, haydutlara karşı, mankenlerin resminin yanında yazsa da sesini çıkarabildiği kadar çıkarıyor arsız dünyaya karşı. Zira adı eşgali bilinmekte…
Kara siyasanın insanı boğan dünyasından zaman zaman edebiyatın o dingin ve derin sularına yol alıyor. Yani ne kavgası bitti, ne de sevdası.
Yağmurdan Sonra Yalnız Kalan Biz Olacağız!
Vedat Türkali’nin Bir Gün Tek Başına adlı romanı ile Ahmet ağabeyin Yağmurdan Sonra adlı romanı kader birliği etmiş gibidir. “Profesyonel gazetecilik” yapan “ağabeylere” inat o bir gazetede bir gün tek başına kalacağını bile bile bildiğini anlatmaya devam etmektedir. Galileo gibi, siz ne derseniz deyin dünya hakikate doğru döne döne gidiyor, diyor. Yağmurun ıslattığı saçlarıyla bir adam her gün bir gazetenin ikinci sayfasından bize selam veriyor. Biz, onun hırçın, mizah yönü ağır, muzip ama iğneleyici bir üslupla değişen dünyaya ayak direyenlerle alay ettiğine şahit oluyoruz.
Ama...
Ahmet Kekeç, insanoğlu insandır. Sıkı bir öykücüdür. Az lafla çok iş yapan bir güzel ademdir. Ve bu ülkenin hem siyaset hem de edebiyat tarihinde koltuğunun altına bir sopa gibi aldığı gazetesiyle yerini aldığını pek görmüş gibi değiliz. Ama yarın bir gün bir dava olur, canını yakmak isterler, o zaman, -ağzımızı kapatıp bağırırız- yapmayın, etmeyin, deriz …
Ha, ne diyordum; hem edebiyat, hem siyaset, hem de gazetecilik gibi üç zapt edilmez kaplanı dizinin dibinde uyutan bir adamın kanayan yarasını görmek bize düşüyor!
Fıkrayı hatırlayalım; halimiz fıkralaşmadan. Sonra ardından iyi adamdı, vah şöyleydi derler de derler…
(BU YAZI, www.dunyabizim.com’dan alınmıştır)