Haberler • ÖMER FARUK YÜCEL HAKKA YÜRÜDÜ...
ÖMER FARUK YÜCEL HAKKA YÜRÜDÜ...
1983 DOĞUMLU, GAZETECİ ÖMER FARUK YÜCEL HAKKA YÜRÜDÜ... YILLARDIR GERÇEK HAYAT DERGİSİ’NİN YÜKÜNÜ OMUZLAMIŞ, SON OLARAK DERGİNİN YAZI İŞLERİ MÜDÜRLÜĞÜNÜ ÜSTLENMİŞTİ.
MERHUMA RAHMET DİLİYOR, YAKINLARINA, SEVENLERİNE, GERÇEK HAYAT EKİBİNE BAŞSAĞLIĞI VE SABR-I CEMİL NİYAZ EDİYORUZ.
www.izdiham.com/ ÖMER FARUK YÜCEL'LE SÖYLEŞİ:
Kendini tanıtmana gerek kalmayacak bir gün gelirse bugünleri arayacak mısın acaba?
O gün yanımda arkadaşlarım olmazsa, Çırağan’ın lobisi ya da Üsküdar Çınaraltı fark etmez, bir çay ısmarlayacak dostum olmazsa ararım belki. Şimdiden bir şey söylemek güç, fakat Nobel alırsam hiç birinizi tanımam, bunu net ifade edeyim.
Sevgili Faruk seninle Üsküdar’da elinde Bu Yaka ile tanımıştım. Soğuk gelmiştin bana ama seni tanıdıkça ne soğukluğun kaldı ve maalesef ne de gazeten... Sonra da Gerçek Hayat dergisi serüvenin başladı. Biliyorsun ben gıybeti seven biriyim ve senin hakkında kime ne sorsam hep iyi şeyler söylediler ve gıybetin güzelliğinden nasiplenemedim.
Ağabey açıkçası ben de o gün elinde benim gazetemden daha kötü bir dergiyle masaya oturup bana ‘çok soğuksun’ bakışları atmandan pek hoşlanmamıştım. Gel gör ki aradan geçen yıllar içerisinde üzerinde çok duygusal bir insan oldum. Belki de baldan tatlı demeli, bilemiyorum. İyi arkadaşlıklar kurdum, iyi insanlar tanıdım. Aynı adisyona çaylarımızı çiziktirdi garsonlar, aynı sofradan doyduk kalktık. Birlikte iş tutmak için bence, ama şimdilik, aynı hesabı paylaşmamız gerekiyor. Bu arkadaşlarımızla ileride, mesela kendimi tanıtmama gerek kalmayacak günlerde hesabı kimin ödeyeceğini sorun etmeden bir masa etrafında ağabeylerimizin şiirlerini okuyabiliriz. Belki iyi şiir yazamayız ama ‘her an hatırı sayılır bir cinnet geçirip ot yok mu lan taş yok mu hadi kitabınız yok ulan allahınız da mı yok’ diyen iyi şiirleri birbirimize okuruz, birbirini seven arkadaşlar olarak. Evet, beni seven biraz arkadaşım var ama üzerinde ‘seni seviyorum Faruk’ yazan tek bir kâğıt saklıyorum. Altında da senin imzan var. Büyük aşklar soğuk bakışlarla başlıyormuş demek.
Nasıl gidiyor Gerçek Hayat,sen ve dünya?
Gerçek Hayat günlerim de çok keyifli geçiyor. Ben şu anda durduğum yeri seviyorum, burası hedeflerimin sonu değil ama. Dergide asayiş berkemal abi. Büyüklerimizin ‘Gerçeğe sadakat şerefimizdir’ sözünü yere düşürmeden, her hafta bu acayip dünya düzenini daha fazla nasıl ciddiye almadığımızı gösteririz diye kafa patlatıyoruz. Her hafta ‘biz Müslüman adamız, matematiğe değil Allah’a inanırız’ deme gayretiyle yazılar kaleme alıyoruz. Ben de fena değilim, bir şikâyetim yok ama mesela kendim için; dünya dedin diye söylüyorum; Obama da beni sevse, akıllı ol Barack evladım dediğimde, eyvallah kanka dese istiyorum. Yok, bırak bu şavaş işlerini oğlum falan demeyeceğim, ulan yakıştı mı uçaktan iner inmez Melih’in sana lolo yapması diye fırça kayacam, derdim bu.
Gerçek bir hayatı mı anlatıyor yazı işleri müdürü olduğun dergi olmasını hayal ettiğin bir dünyayı mı yoksa üstüne bir şeyler koyup soslayıp mı çıkarıyorsunuz?
Hayal ettiğimiz bir dünya var. Hayalden ziyade aslında arzuladığımız bir dünya demek daha doğru olur. Bu arzumuzu gerçekleri karartmamaya azami ölçüde dikkat ederek insanlarla paylaşıyoruz. Bunu istikrarla 9 yıldır yapıyoruz.
Dergicilik de epey yol aldı gerçek hayat ve senin de epey emeğin geçiyor. Tarzını hep birlikte oluşturduğunuz bir dergi var ortada ve haftalık olarak çıkıyor. Bu heyecana kalbiniz nasıl dayanıyor?
Kalbi geniş insanlarla birlikte çalışıyoruz. Patani’de direniş olunca bizden birileri geceleri duvarlara yazılar yazıp, caddelerde bildiri dağıtıyor. Gazze’ye gidip elinde hala Osmanlı’nın verdiği kimlikle, bize bu dünyada ölüm yok diyen yüzyıllık nenemizin elini öpüp başına koyan arkadaşlarımız var. Somali’de şeriat ilan edildiğinde ‘hamdolsun’ diye mesaj atıyorlar birbirlerine. Üstad yazı nerede kaldı diye sormak için aradığımda bana bir saat on beş dakika Güney Afrika’da meclise bir tane daha vekil soktuk elhamdülillah diyerek başladığı lafı 1800’lerin sonunda Sierra Leone'de filizlenen İslam tefekkürüne bağlayanlarla dergi çıkaranların sen yorulduğunu mu sanıyorsun. Acayip bir karışım var, içiyoruz, uçuyoruz. Helal yoldan tabi.
Sizin dergiyi övenler sanırım hep sizin cenahtan insanlar... Ahmet Taşgetiren, Tenekeci, Ahmet Kekeç. Okuyucu profiliniz ise Hakan Albayrak ekolünden. Sence bu bir sığlık değil mi Faruk.
Övenler hep sin cenahtan yargısı bence, sana büyük haksızlık olur. Senin diğer cenahtan, sahi cenah ne demek, insanları okumadığını, tanımadığını düşünebilir insanlar. Güttüğümüz fikirleri yersiz, boş, demode bulanlar olabilir. Yani matematiğe inananlar. Ya da dünya düzeni değişti diyenler var ve muktedirler şimdi. Görünüşe göre onlar haklı da çıktılar. Benim odamdaki duvarda ‘hak bellediğin yolda yalnız yürüyeceksin’ yazar. Biz böyle inanıyoruz, tek başımıza kalsak da, hak olduğuna inandığımızın peşindeyiz. Her kesimle hemfikir olduğumuz insani değerlerimiz var ama son tahlilde gerçeğe sadık kalmaya and içtiğini deklare edenlerle aynı yoldayız biz. Kimseye eyvallah etmeden, yanlışsa yanlış diyebiliyoruz. Bunun doğal sonucu olarak da belki de senin sığlık dediğin benim ise yoldaşlık dediğim dar çerçevede kalıyoruz. Olsun, hak bildiğini söylemeyen dilsiz şeytandır!
Aynı düşünceden insanların beğenmesi. Belki ukalaca bunları söylüyorum çünkü sizi seven başka cenahlar da olabilir. Dergicilik de bir taraf olayı doğru buluyor musun. Bu bir nema ve gelir meselesi midir?
Yol alırken yaptığımız hataları da samimiyetimize binaen görmezden gelmelerini istiyoruz. Fakat bütün bu söylediklerim elbette bilhassa -yakından bildiğim için- bizim medyadaki ahbap çavuş ilişkisinin varlığını gölgeleyemiyor bile maalesef. Birbirlerini, sahip oldukları imkânlardan yararlandıkları ölçüde tutan yazar, editör, yönetici, muhabir vs. kesimi var elbette. Allah onları da bizleri de affetsin.
Sevgili Faruk hiç sıkıldığın bunaldığın ben ne yapıyorum şimdi dediğin oluyor mu dergide. Sen biraz da bulunduğu kabı kendi şekline sokan sıvı türüsün. Hani olur ya çok insan çok ses çok gürültü.
Haklısın abi çok sıkıldığım zamanlar oluyor. Bazen diyorum ki, oğlum Faruk işi gücü bırak git bir sahil kasabasına yerleş. Hayatın bu rutininden, sıkıcılığından uzaklaş. Sonra gittiğin sahil kasabasında bir dükkân tut kendine, ikinci el kitaplar sat. Yemek kitapları olsun, suşi falan yani. Ortam romantik olsun yani. Ağzına kadar kitap dolu ufacık bir dükkân. İçerisi küflü ve sarı kitap sayfası kokusu ile sabahtan beri kaynayan çayın kokusunun birleşimi bir koksun. Saçı sakalı uzatyine. Masanda on bir ay çiçeği olsun, mütemadiyen onu sula. Biraz zaman geçtikten sonra kapa gözlerini Maranki kitapları geldi diye bir kâğıt as kapıya. Satışlar patlayacaktır. Oğlum Faruk diyorum, boşver ekmek parası. Satışlar iyi gidince yayınevindeki çevreni kullanarak yeni kitaplar getir dükkâna, müşteri yeniliği sever. Satış grafiğine göre en çok okunan yazar için bir imza günü tertip et. Kasaba ufak yer, büyük bir yazarı gelmeye ikna edersen belediye reisinden tut kaymakamına kadar dükkânın yolunu ezberler. Hem kasabanın gençlerinin de kafalarını korumuş olursun ıstakanın açtığı yarıklardan hem de ailelere karşı bir forsun olur. Vaktin bol, bir şeyler de kararlarsın oğlum diyorum kendime. Kahveye değil de yanına gelmeye ikna ettiğin ergenlere birkaç bir şey anlat, onlardan bir şeyler dinle. Mesela güz dönümü bahçeye ne ekilir, balığa neden sabahın köründe çıkılır, saka nasıl beslenir, öğren bunları. El hak dükkâna sonunda belki bir saka bile alırsın diyorum. Abi sonra işte etrafında hazır üç- beş meraklı arkadaş var, düşük faizli uzun vadeli bir kredi alarak bir kasaba gazetesi kursak diye aklımdan bir fikir geçiyor. Buradan sonrası İstanbul’da bir plazaya taşınmaya kadar gider… Anladın sen onu…
Senin çok güzel öykülerin ve denemelerin de var. Hatta izdiham kurulurken az burnundan gelmedi. Çünkü ne olsa sana sorardık. Ve sen de sabırla her defasında cevap verdin. İzdihamda yayınladığımız yazılarının devamını soran birçok takipçin oldu. Ben de merak ediyorum. Nerede yarım kalmış satırlar…
Ciddi sıkıntılarla geçti son bir senem. Bırak bir şeyler yazmayı, attığım her adıma şükrettiğim günlerdi bunlar. Anlatması uzun ve gereksiz. İzdiham kurulurken çok heyecanlanmıştım evet. Sende insana heyecan veren bir yan var, ben de ona kapıldım yalan yok. Ama dediğim gibi, siz vita kutularına çiçek ekmekten ve buzdolabını ayağınızla kapatmaktan çok farklı olarak Kadıköy iskelesinde sigara içme eylemi ya da konsolosluk önünde şiir okuma eylemi yaparken ben ‘bugün de uyandım elhamdülillah’ diyordum. Ama söz verdim, başörtülü yazarları istemiyoruz eyleminde birlikteyiz. Beni takip eden arkadaşlardan da bir ricam olacak, dualarında beni de hatırlarlarsa korkarım kısa bir zaman sonra yeni yazılarla izdihamda görünebilirim.
Faruk, Ahmet Hakan’ı seviyor musun sen? Ben sevmiyorum mesela. Sevmediğim başka isimler de var ama bazen Ahmet Hakan’ı seviyorum. Sana da oluyor mu bu? Bir gün nefret bir gün sevmek. Aklımız noksan olduğunda nereye başvuracağız?
Ben kardeşi Mahmut Fazıl’ı çok seviyorum abi. İlk filmi Uzak İhtimal’deki âşık olduğu rahibeye açılamayan müezzini de seviyorum. Ama bir zamanlar evli olduğu kadından boşandıktan sonra onun uykuda horlamasını cep telefonuna kaydedip basına dinleten adamı da acayip hafif buluyorum. Hafiften daha aşağılık bir ifade bulamadım. Neyse, bence biz sevdiklerimize ilan-ı aşk etmeliyiz. Nefretimiz sadece o seviyeye düşmemek için ölçü olarak kalmalı zihnimizde.
Senin bir de siten var yazıhane.org diye. Orada bir cümlenle çelişiyorsun ve bundan dolayı utanç duymalısın. Cümle şu: “Yazıhane, çay söylenen değil çay demlenen bir yer oldu hep. Müesseseleşmeye, kurumsallaşmaya, resmiyete ve ağdalı cümlelere karşı çıktı. Bu tavrı ile de laubali insan olduğunu dosta düşmana gösterdi.” Bir müessesede çalışıp da bunları söylemek çelişki değil mi? Yoksa patronunun verdiği maaş bazı cümlelerini iptal mi ettirdi?
Çalıştığım yer bahsettiğim anlamda bir müessese değil. Bugün kurumsallaşmasını tamamladığını söyleyen hangi şirkette iki kişi birbirine çay ısmarlıyor, söyleyebilir misin? İnsanlara yemek yemek için yemek fişi dağıtılan yerde nasıl espri yapılmasını beklersin ki. Oralarda kaynayan dedikodu, birbirinin kuyusunu kazmaca yazıhane’de ya da Gerçek Hayat’ta yoktur, olamaz! Biz ağdalı cümleleri arkadaşlarımızın yüzüne değil, onların olmadığı ortamlarda başkalarına söyleyebilme cesaretine sahibiz. Bunu da bir çıkar beklemeden, dostluğun bir gereği olarak yapıyoruz. Evet, benim çalıştığım dergi arkadaş milliyetçisidir. Arkadaşlarını sever ve tutar. Ama yüzüne ne ise arkasında da odur. İnternet sitelerinde, mail gruplarında, arkadaş meclislerinde delikanlıcılık yapmaz, ağabeycilik oynamayız. Benim orada kastettiğim budur. Biz para karşılığı çalışıyoruz doğru, ama para karşılığı birini sevmiyoruz. O zaman yaptığımız işin adı dergi çıkarmak olmaz.
Faruk senin bir kırçıllı palton vardı ve seninle Üsküdar’da balkonlu bir yerde çay içmiştik yanımızda biri daha vardı... Sonra onu hiç görmedim ben yanında... Yanımızda birileri oluyor yanımızda sonra başkaları. Bizim yanımız ne zaman olgunlaşacak Faruk?
Abi biz değişmesek, biraz daha sinirlenince küfredebilen adamlar olarak kalsak istiyorum aslında. Ne bileyim, reel politik umurumuzda olmadan post modernizmin canı cehenneme diyerek cümlelerimizi sonlandırsak. Tatlılardan Sütlü Nuriye’yi, şarkılardan Eğlen Güzelim’i, şairlerden mesela Ali Ayçil’i hep sevsek istiyorum. Hala futbolla ilgilenmemeyi bir başarıymış gibi anlatanlardan olmasak. Tribünlere dolsak mesela. Ve hatta yanımızın olgunlaşmamasını biz dert etmesek. Olgunlaştım diyenden korkarım çünkü ben.
Başörtülü yazarlar hakkında ne düşünüyorsun?
Bir yazar, yazarlığının önüne bir başka sıfat eklenmeden anılamaz hale geldiyse vah diyorum. Genelde merkez medyada yazan başları örtülü hanım ablalar için de ‘başörtülü kadın yazar’ deniyor. Nerden baksan tutarsın nerden baksan ahmakça! Konuyu derinleştirmeye gerek yok fakat bu ablalar içinde, geçmişte sadece başörtülü bir şekilde okumak istedi diye üniversiteli kızlara ‘fahişe’ diyen bir Genel Yayın Yönetmeni el sıkış anlaşanı hakkında ne düşüneceğimi bilmiyorum sadece. Merak ediyorum, bir kıza başı örtülü diye küfredebilen bir adam ile hangi ideal uğruna ‘silah arkadaşı’ olmayı kabul etmeye ‘değer’ buldu? Bunlar da sadece merakımdan, duygusal bir durum yok.
Gerçek Hayat’ta yer alan bayan yazarların hepsi başörtülü. Kalemlerine çok mu güveniyorsunuz onların yoksa bir de başörtülü yazar da olsun mu diyorsunuz?
Biz yazar ablalarımızın elbette kalemlerine ve kişiliklerine güveniyoruz. Ama mesela sadece başörtülü olduğu için yazdıranlardan ya da sadece başörtülü olduğu için kasiyer kızları görünür yerlerden kaldıranlardan farklı olarak, başlarındaki örtüyle çok da ilgilenmiyoruz.
(www.izdiham.com)