Entelektüel kelimesine verilen mana birden fazla, sınırları belli ve kesin bir tarifi yok. "Merakı veya mesleği gereği fikir işleriyle uğraşan", "hür düşünen, bilgili ve kültürlü", "seçkin", "derin idrak sahibi","aydın" gibi manalar veriliyor. Osmanlı'dan günümüze bizim kültür havzamızda kullanılan kelimeler içinde bu kelime yok, bizde "âlim, muhakkık, müctehid, ehl-i nazar, mütefekkir, hakîm, mütebahhir, münevver..." kelimeleri kullanılmış ve bu sıfatı taşıyan kimselerin ortak sıfatları yanında farklı özellikleri de olmuştur (sıraladığım kelimelerin karşılıkları arasında ortaklık yanında farklar da bulunmuştur).
Daha çok kullanıldığı manaları göz önüne alarak "entelektüel" kelimesine "bilgili, aklıyla hür düşünen ve düşüncesini hiçbir otoritenin sınırlayamadığı kişi" manası verirsek "Müslüman entelektüel" terkibinde karşılık bakımından problemler olduğunu söylememiz gerekir.
Müslüman ya alimdir (muhakkık ve müctehiddir) veya mukalliddir.
Dinin inanma (iman, itikad) ile ilgili kısmında taklidin (bir alime uymanın, o öyle dedi ve inandı diye öyle deme ve inanmanın) geçerli, sahih, yeterli olup olmadığı tartışılmıştır. Ehl-i sünnetin iki büyük grubundan biri (Eş'arîler), durumu müsait olanlar için taklid yoluyla imanın yeterli olmadığını, Matürîdîler ise "mümin" demek için yeterli olmakla beraber bizzat düşünerek, delillere dayanarak iman etmeyenin günahkâr olacağını ifade etmişlerdir. Eş'arîlerin de aynı görüşte olduğunu ileri sürenler vardır.
Dinin ibadetler ve muamelat kısmında ise Ehl-i sünnetin genel kabulü "aciz olanların bir bileni taklid etmesinin" caiz olduğu şeklindedir.
İster iman ister amel konusunda olsun taklid varsa "hür, derin, delile dayalı düşünce" yoktur.
Her iki alanda tefekkür ve ictihad yöntemiyle bilgiye, kanaate, imana ulaşanlara geldiğimizde bunlar için de "aklı, zekayı, tecrübe ve müşahedeyi mutlak otorite kabul eden, vahyin karşısına bunları koyan" manasında entelektüel ve hür düşünce sahibi denemez.
Bir insan aklı başında ve reşid olunca, kendisine ailesi tarafından telkin edilen din üzerinde bizzat düşünürse, kabul etme veya etmeme şıkları eşit olarak iman meselesine yönelir ve tefekküre başlarsa bu noktada hür düşünce vardır. Ya taklid veya tahkik yoluyla bir kere iman ettikten sonra artık müminin tefekkürünü imanı sınırlar, imanın ışığında düşünür, beşer üstü, ilahi bilgi kaynaklarına itibar eder, aklın yetkisini aşan alanlarda doğrudan vahye dayanır, aklın alanında ise vahiy ile aklın verilerini uzlaştırır, vahyi dışlayamaz.
Kendi adıma söyleyeyim:
Ben eğer layık olursam "alim, muhakkık, mütefekkir" olarak vasıflandırılmama itiraz etmem, ama entelektüel libası benim vücuduma uymaz; bu elbiseyi giyersem içim başka dışım başka olur.
(YENİ ŞAFAK, 03.02.2011)