Ne yaptı biliyor musunuz? “Kaybedenler Kulübü”ne methiyeler düzdü. Hani şu içip içip radyo programı yapan, kadınlarla gece maceralarını ballandıra ballandıra anlatan silik herifleri. Öptü okşadı onları. Çünkü bulunmak istediği yerin sahipleri onlardı; Kabataş’da saldırılanların, tacize uğrayanların yanı değil.
Gelecekte “hayatımızın bir dönemine damga vurdu” diye anacağımız Gezi Parkı olayları sadece siyasi değil, vicdani bir mesele olarak da şimdiden tarihteki yerini aldı. Olan bitenin siyasi, sosyolojik ve psikolojik yönleri her şeyiyle konuşuldu, tartışıldı. Uzun bir süre daha da tartışılacaktır.
Bu sürecin şahsım adına en büyük artısı, halihazırda nasıl bir karaktere sahip olduğunu bildiğim nice ismin kendilerini çırılçıplak ortada bırakması oldu. Perihan Mağden’in zamanında “vijdan kuaförleri” diye andığı iyi gün demokratlarının maskeleri birer birer düştü.
Maskesi düşen bu isimlerden birçoğunun gerçek yüzünü zaten biliyorduk. Fakat arada öyle isimler çıktı ki, kodlarında bulunan, hiçbir zaman inkâr etmedikleri İslam/Müslüman kimliğini gizlemek, o çok korktukları “Gezi Ruhu”nun gazabına uğramamak için tam bir ay boyunca at gözlüğü taktılar, üç maymunu oynadılar.
Bu isimlerden biri de son romanını yayınladığından beri pop kültürünün ve kapitalist pazarlama düzeninin tüm oyuncaklarıyla sabahlara kadar oynayan Murat Menteş’ti.
Menteş hakkında daha önce değişik mecralarda birçok eleştirim oldu. Fakat bu eleştirilerin hiçbiri yazarın kişiliğiyle alakalı değildi. Sahip olduğu popülariteden dolayı, 28 Şubat sürecinin Müslümanlar üzerindeki etkilerini anlatırken örnek verdiğim bir figürdü sadece. Bizzat kendisinin liderliğine talip olduğu “Afili” çeteye yönelik salvolarımda doğrudan onun ismini kullanıyor, sıkıntılarımı onun üzerinden ifade ediyordum.
Fakat işin rengi değişti. Bugün itibarıyla Murat Menteş popülist bir romancı değil, acı günlerinde Müslümanlara sırt çevirmiş kurnaz bir edebiyat projesidir benim gözümde.
Niye mi? İşler güllük gülistanlıkken demokratlık gösterileri yapan, Gezi Parkı çocuklarının “orantısız zekâ” gösterilerine methiyeler düzen, devlete “kankalık” aklı veren bu adam, Kabataş’ta alçakça bir tacize uğrayan Z.D. hakkında tek kelime etmedi.
Neden mi? Çünkü cesaret edemedi böyle bir şeye; vicdanlı davranırsa o “çok şahane” kitabını okuyan gençlerin kendisine “o da yobazın tekiymiş” diyerek sırt çevireceklerini biliyordu.
Gezi olayları boyunca maruz kaldığımız korkunç dezenformasyon hakkında da konuşmadı paşamız. Ne müftü karısı rolü yapan CHP üyelerinden, ne Zahide Nine’den, ne CNN’in sinsiliğinden, ne twitter üzerinden halkı galeyana getirmek için paylaşılan sahte fotoğraflardan, ne ODTÜ’lü öğrencilerin terbiyesizliğinden bahsetti.
Bunların yerine ne yaptı biliyor musunuz? “Kaybedenler Kulübü”ne methiyeler düzdü. Hani şu içip içip radyo programı yapan, kadınlarla gece maceralarını ballandıra ballandıra anlatan silik herifleri. Öptü okşadı onları. Çünkü bulunmak istediği yerin sahipleri onlardı; Kabataş’da saldırılanların, tacize uğrayanların yanı değil.
Başka ne yaptı? “Yabancı bir yazar arkadaşım” paravanıyla kurgu bir hikâye anlatarak Müslümanların bir toplu tecavüz olayına sessiz kaldıklarını ima etti. Bunu bile direkt olarak söylemeyecek kadar hesap kitap adamı olduğunu cümle aleme ilan etti.
Bu neye benziyor biliyor musunuz, yan komşusu cenaze yası tutarken bangır bangır Ankara türküsü dinlemeye... Apaçık, net bir “umurumda bile değilsiniz” tavrı gördük.
Menteş’in tarafını seçtiğini çoktan biliyordum ben. Bu olanlar sadece evrağın sonuna vurularak onu resmileştiren müdür kaşeleri oldu. Tüm bu manzaradan sonra hâlâ kendisini bir fikir erbabı ya da vicdan timsali olarak görenlerin bir an evvel en yakın sağlık kuruluşuna müracaat etmelerini öneririm.
17.07.2013
GERÇEK HAYAT