2011’in, Mehmet Âkif yılı ilân edilmesinde gayretlerimiz, çabalarımız oldu. İlân edildikten sonra da en önce kendimizi sorumlu bilerek yılı en iyi şekilde değerlendirmeye çalıştık.
33 yıldır Mehmed Âkif’i unutmayan ve unutturmayan Türkiye Yazarlar Birliği, Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı bünyesinde kurulan Mehmet Âkif Araştırmaları Merkezi ve şahsımız bu konu ile ilgi Türkiye’de herkesin bildiği adresler olarak çeşitli taleplerle karşılaştık. Bu talepleri gücümüz yettiğince karşılamaya gayret ettik. Çok sayıda organizasyona konuşmacı temin ettik, kitap ve yayın desteği verdik.
Şahıs olarak muhatab olduğumuz talepleri zamanımızın elverdiği nisbette yerine getirmeye çalıştık. Bir yıl içinde konuştuğumuz şehir merkezleri, âdeta bir Türkiye turu gerektiriyordu.
Çorum’da ilk “Yaşayan Mehmet Âkif” konferansımızı verdikten sonra, aynı ilin Osmancık kazasında, Tokat’ta, Diyarbakır’da (Üniversite’nin davetlisi olarak), Gaziantep’te, Sivas’da, Kırıkkale’de, Eskişehir’de, Afyon’da konuştuk.
Yaz arasından sonra Kumluca/Antalya’da ve yine Üniversite’nin davetlisi olarak Antakya’da konferans verdik. Mehmet Âkif’in, Kastamonu’da Nasrullah Camii kürsüsünde meşhur vaazını verdiği 18 Kasım’ın yıldönümünde, Kastamonu Üniversitesi ile TYB’nin müştereken düzenlediği panele katıldık. Artvin Çoruh Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nin davetlisi olarak şehirde Ahmet Hamdi Tanpınar Kültür Merkezi’nde “İstiklâl Marşı’nın yazılış süreci” üzerine konuştuk. Artvin’e gitmişken, kazası Şavşat’tan gelen daveti de geri çevirmedik.
Son olarak, Muğla’da bir grup akademisyen tarafından kurulan Metinbilim Enstitüsü Derneği’nin düzenlediği sempozyuma katıldık ve “Mehmet Âkif’in millî marşları” başlıklı bir tebliğ sunduk. Yılın bitiği günün ertesi günü, yani 1 Ocak 2012’de Bilecik’te Eğitim-Bir’in davetlisi olarak Mehmet Âkif’i anlattık.
Sene içinde Ankara’da çok sayıda kuruluşumuzun konferans taleplerini karşıladık.
Bir yıl sadece bu konuşmalarla geçmedi elbette. Çeşitli dergi ve gazetelerde Mehmet Âkif’le ve Mehmet Âkif yılı ile ilgili çok sayıda yazımız yayınladı. Yine bir çok dergi ve gazetenin mülakat taleplerini karşıladık, sorularını cevapladık.
“İslâm Şairi İstiklâl Şairi” kitabımızın 2. baskısı yapıldı. Büyük Türkçe Sözlüğümüzün genişletilmiş yeni baskısını Mehmet Âkif’e ithaf ettik. Çünkü bu baskıda Mehmet Akif’in Safahat’ta kullandığı kelimelerin tamamına, çoğu şiir örnekleriyle yer verdik.
10-12 Mart günlerinde Ankara’da yaptığımız “Mehmet Âkif Millî Mücadele ve İstiklâl Marşı” bilgi şöleninin bildiriler kitabı 27 Aralık günü yayınlandı.
Kısacası, Mehmet Âkif’e adanan bir yılı elimizden geldiği, gücümüz yettiği kadar boş geçirmemeye çalıştık.
Kültür Bakanı’na şahsî bir husumetimiz mi var?
Bizi tanıyanların bu soruya verecekleri cevap bellidir. Bizim şahsen hiç bir kimseye husumetimiz, garazımız olmaz. Fakat, değerlerimizi yaşatma konusunda hassasiyet göstermekten taviz vermeyiz. Son günlerde, Bakan’la ve yaptıkları ile ilgili yazdıklarımız tamamen bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Bakan’ın, Mehmet Âkif yılını boşa geçirdiğini söylerken, bunu kafadan atmıyoruz. Eğer Bakanlık “şu müthiş işleri yaptım” diye bir liste gönderirse, bundan okuyucularımızı haberdar ederiz.
Yine Bakan’ın TYB’nin Taceddin Dergâhı’nda 32 yıldır gelenek haline getirdiği “‘Mehmet Âkif’i rahmetle anma” ve “İstiklâl Marşını yazıldığı yerde okuma” toplantılarının yönünü değiştirme ve sabote etme çabalarını elbette şiddetle kınıyoruz. Bunları apaçık yazdık, kamuoyu ile paylaştık. Bir itirazla da karşılaşmadık.
Bakan 33 yıl içinde iki defa, o da geçen yıl, Taceddin Dergâhı’na geldi. İki gelişinde de bilmediği şeyler öğrendi. Kültürü bir hayli arttı!
Mesela, Bayrak Kanunu’nu bilmediğini öğrendi! Taceddin Dergâhı’nın Mehmet Âkif’in kabri olmadığını öğrenmesi de önemlidir!
Bu konuda, bir okurumuz, eski bir milletvekili Hakkı Duran bey bizi uyardı. Bakanın bu konudaki bilgisizliği, merhum şehid Muhsin Yazıcıoğlu’nun Taceddin Camii haziresine defnedilmesi sırasında ortaya çıkmış. Posta Gazetesi’nden bir muhabir Sayın Bakan’a “Muhsin Yazıcıoğlu’nun Mehmet Âkif Ersoy’un yanına defnedilmesi fikrine neden tepki gösterdiniz?” sorusunu soruyor.
Bu soruya bakıp, cehaletin muhabirde olduğunu düşünebilirsiniz. Bu “çanak” soruya Bakanın cevabı, cehaleti derinleştiriyor: “Ankara’da Mehmet Âkif Ersoy’un yaşadığı ve daha sonra defnedildiği bir mekân var. Onun ismiyle özdeşleşmiş bir yer... Ben Ankara halkının orayı Akif’le özdeşleştirmesini Kurtuluş Savaşı’na, milli hatıralarımıza karşı bir borç biliyorum. Sayın Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatından çok daha önce de bunu defalarca söyledim. ‘Bunda ısrar etmeyin ben Kültür Bakanı olarak Âkif’in hatırasını başkasıyla paylaşma işlemine katılamam dedim. Bir siyasetçiyi oraya getirirsek seveni vardır, sevmeyeni vardır ilerde sorun olabilir. Hâlâ aynı şekilde düşünüyorum.”
Hakkı Bey, haklı olarak sayın Bakanı bu cehaletinden ötürü istifaya davet ediyor!
O eder de, celahetle feraset bir arada bulunmaz ki!
(04.01.2012 Yeni Akit)