Menu
İSRAİL ORDUSUNA SORULAR
Haberler • İSRAİL ORDUSUNA SORULAR

İSRAİL ORDUSUNA SORULAR

DÜNKÜ Hürriyet’te yayınlanan “Gemidekiler tarafından etkisiz hale getirilen İsrail komandoları” fotoğraflarıyla ilgili olarak İsrail Ordu Sözcülüğü bir açıklama yaptı.

İsrail Ordu Sözcülüğü diyor ki:
“Bu fotoğraflar, gemidekilerin İsrail askerlerini öldürme niyeti taşıyan paralı askerler olduğu yolunda İsrail’in defalarca tekrarladığı argümanların açık ve tartışmasız kanıtıdır.”
İsrail Ordusu’nun ortaya çıkan her türlü bilgiyi, belgeyi ve fotoğrafı kendi haklılığını kanıtlamak için kullanmakta ne kadar mahir olduğunu biliyoruz.
Ama bu sefer, maharetleri bile işe yaramıyor.


İşe yaramıyor çünkü ortada İsrail Ordusu’nun yanıtlaması gereken şu türden sorular var:
BİR: Uluslararası sularda hiçbir hakkınız ve yetkiniz yokken o gemiye neden böyle bir operasyon yaptınız? Askerlerinizin dramından bir barbarlık masalı türeteceğinize, askerlerinizin o gemiye ne hakla çıktıklarını açıklamalısınız.
İKİ: Ateşli silahları olmayan insanların karşısında her türlü donanıma sahip askerlerinizin düştüğü durum, beceriksizlikle açıklanamaz mı?
ÜÇ: Madem bu fotoğraflar, sizin haklılığınızı kanıtlıyor, o halde bu fotoğrafları neden sansürlediniz?
DÖRT: Ellerinde silah olmayan insanlar, askerlerinizi öldürmemişken, askerlerinizin elinde silah olmayan insanları öldürmesini nasıl açıklıyorsunuz?
BEŞ: Askerlerinizin kendilerini savunma hakkı var da, gemidekilerin böyle bir hakkıyok mu?
ALTI: Siz yaptığınız başarılı operasyonlarla biliniyorsunuz. Hem de karşınızda silahlı direnişçiler olduğu halde başarılı oluyorsunuz. Buradaki başarısızlık, izlediğiniz yöntemden kaynaklanıyor olmasın?
YEDİ: Neden gemileri farklı tekniklerle durdurmayı denemek yerine kanlı bir operasyona başvurdunuz? Yoksa amacınız gemileri durdurmak değil de Türklerden Davos’un intikamını almak mıydı?


Fethullah Gülen’e kısa ve acılı bir vaaz

MUHTEREM Hocam!
Demişsiniz ki:
“Gemi yolculuğuna çıkanlar, keşke İsrail otoritesinden izin alsalardı...”
Muhterem Hocam!
Ben günahkar bir insanım. Size vaaz vermek haddim değil...
Ama günahlarıma kefaret olur diye...
Bir şeyler söylemekten kendimi alamayacağım.


Muhterem Hocam!
Eğer “otoriteye uymak”, çok matah bir şey olsaydı...


Ne Hz. Muhammed Mekke otoritesine savaş açardı...


Ne Musa Firavun’un otoritesine baş kaldırırdı... 


Ne de İbrahim Nemrut’un zalim otoritesine itiraz ederdi...


Eğer bize düşen “otoriteye uyum” olsaydı...


Ve başka bir yola sapmamız uygun görülmeseydi...


Hz. Hüseyin Kerbela’da başını vermezdi.


Malcolm X’in vücudu kurşunlarla delik deşik olmazdı...


Köle Spartaküs, baldırı çıplaklarla ayaklanıp çarmıha gerilmezdi.


Mustafa Kemal Anadolu’ya çıkmazdı.


Eğer “otorite” hep haklı olsaydı...


Bugün bile siyahlar otobüslerin arka sıralarında oturuyor olacaklardı.
Zalimler egemenliklerini sürdürüyor olacaklardı.
Vicdanlar kararacaktı.
“Güçlü” hep haklı olacak, “haklı” hep ezilecekti.
Ve sanırım Allah da bizden razı olmayacaktı.



Muhterem Hocam!
“Sen kim oluyorsun da bana vaaz veriyorsun” demeden önce, bir düşünün isterseniz...
Bilirsiniz, bazen günahkarlar da hak sözler söylerler.


Bir maruzatım var İlker Başbuğ Paşa

7 yıl önce Meclis’e gitmiştim.
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, “Gel seninle bir öğle yemeği yiyelim” diyerek beni “TBMM Tören ve Muhafız Tabur Gazinosu”na götürmüştü.
Hiç unutmuyorum: Kapıdaki görevli asker bizi durdurmuş ve “Giremezsiniz” demişti.
Bakan “Neden?” diye sorunca da, görevli asker beni göstererek “Beyefendi sakallı... Sakallıları içeri almıyoruz” demişti.
Sonuçta kös kös dönmüştük kapıdan.


Geçen gün Hürriyet’in Ankara Temsilci Yardımcısı Uğur Ergan, başından geçen bir olayı anlattı:
“10 yaşındaki oğlum, sınıf arkadaşının doğum günü partisine katılmak için Meclis’teki Tören ve Muhafız Taburu Gazinosu’ndaydı. Onu almak için gazinoya gittim... Kapıdaki asker ‘içeri giremezsin’ dedi. ‘Neden?’ diye sordum. ‘Top sakalınız var, top sakallılar içeri giremez’ dedi. Oğlum içeriden görevli bir asker eşliğinde getirildi. Aynı gün şortla gelen bir baba da içeri alınmamış.”


Orgeneral İlker Başbuğ’a sesleniyorum:
Belki “kural” diyeceksiniz, belki “kaide” diyeceksiniz.
Ama bu tür kural ve kaideler bana çok saçma geliyor.
“Sakalın var, giremezsin” ya da “top sakalın var, giremezsin” türü yaklaşımları gülünç buluyorum.
Sizin de bu tür komik kural ve kaidelere saplanıp kalabileceğinize ihtimal vermiyorum.
Belki haberdar değilsinizdir diye anlattım.
Eğer siz de rahatsız olduysanız, şu işe bir el atın lütfen.
Yok, bir rahatsızlık duymadıysanız, canınız sağ olsun, oraya da gitmeyiveririz.


Ortadoğu olmak ne anlama geliyor

Eğer bir memlekette herkes birden İsrail’e sövüyor, hükümet eleştirisi yapmak isteyenler yutkunmak zorunda kalıyorsa orası Ortadoğu oluyor demektir.


Eğer bir memlekette en küçük bir itiraz, “Siyonist uşağı” türü adi yaftalamalarla karşılanıyor ve herkes sövgü yarışına girmek zorunda hissediyorsa orası Ortadoğu oluyor demektir.


Eğer bir ülkede hükümetin İsrail politikalarına itiraz eden yazarlar, hedef gösterilip lanetleniyorsa orası Ortadoğu oluyor demektir.

(HÜRRİYET, 08 HAZİRAN 2010)